Sayfalar

31 Ekim 2023 Salı

Hayat...

Orient Express Film Festivali etkinlikleri başladı. Bu festival Bern, Zürich, Basel ve St. Gallen şehirlerinde olacak. İlk Bern'den başlamışlar. O nedenle son bir haftadır şehri sinema rüzgarı sarmış durumda. Festival programını incelediğimde, kısa metrajlılardan uzun metrajlılara, belgesellerden dramalara kadar birçok film olduğunu gördüm. Özellikle Türk, İran ve Suriye yapımı eserler vardı. Hepsine gitmeme ne zamanım vardı ne bütçem. Toplam, 6 film, 7 belgesel, 5 kısa film olmak üzere, 18 yapıt vardı. Bu zengin seçkiden iki Türk filmi izlemeye karar verdim: "Kar ve Ayı" ve Zeki Demirkubuz'un son filmi "Hayat".

"Kar ve Ayı" Merve Dizdar'ın başrolünü oynadığı bir film. Film Artvin'de çekildiği için görselleri kadar Merve Dizdar'ın oyunculuğu da şüphesiz mükemmel.

"Hayat" filmi, Türkiye'de 1 Aralık 2023'te vizyona girecekmiş. İlk gösterim Bern'deki bu festivalde olacağı için, herkesten önce izleyenler arasında yer almak beni de heyecanlandırdı. Ha noluyor herkesten önce izleyince, başın göğe mi eriyor derseniz, yo başım göğe ermiyor da, kimsenin yorumunu okumadan, etkilenmeden bir filme girmek heyecanlı oluyor bence. Hele hele filmin yönetmeniyle aynı sinemadaysan. İşte bu bir ayrıcalık. Zeki Demirkubuz'un filmlerine olan hayranlığımı saklayamam. Onun filmlerinde aksiyon, kovalamaca, kulağı tırmalayan yüksek sesler yoktur. Gözü ve kulağı yormaz. Bunun yerine, derin sosyolojik ve psikolojik analizlerle bezeli, yalın, buhranlı ve etkileyici insan ilişkileri vardır. Filmlerinde usul usul insana dokunan yaraları işler ve genellikle sonunu izleyicinin hayal gücüne bırakarak sizi kabız eder. Bu, adeta bir Zeki Demirkubuz imzasıdır sanki. Belki de tam bu yüzden çekici bulurum onun filmlerini.

Film tam 3 saat 12 dakika sürdü. Buradaki sinemalarda ara verilmiyor, bu da beni biraz endişelendirdi. Ancak yağmurlu bir havada, 3 saati aşan sürede kıpırdamadan Zeki Demirkubuz'un bu filmi su gibi aktı. Üstelik bu sefer film, alışılagelmişin aksine daha net bir sonla bitti sanki? "Sanki" diyorum, çünkü yine yapmış yapacağını.

Film sonrası yönetmenle yapılan söyleşi, soru-cevap şeklindeydi. İzleyicilerin bazıları sahnelerin anlamlarını sordu, sunu mu demek istediniz, yoksa bunu mu demek istediniz, gibi.  Ancak Demirkubuz, "Özel bir şey demek istemedim, hayatta olan şeyleri filmlerime yansıtıyorum," dedi. Belki de biz, izleyiciler olarak, her şeye bir anlam yüklemeye çalışıyoruz. Oysa bazı şeyler sadece oldukları gibidir, ne eksik ne fazla.

Gecenin sonunda, tesadüfen yönetmenle yan yana sinemadan çıkarken kısa bir sohbet etme şansı buldum. Ona, "ilk kez bir filminizde sonunu açık bırakmadınız, bizi şaşkına çevirmediniz, ama yine de bizi bir tünele soktunuz, çık çıkabilirsen" dedim! Bu esprili yorumuma çok güldük. Bu anı, bir arkadaşımın hızla çektiği fotoğrafa böyle yansımış. Sanarsın kırk yıllık cocukluk arkadasıyız yönetmen Zeki Demirkubuz ile :) Gecenin yıldızları kesinlikle Zeki Demirkubuz ve benim fıstık yeşili şalımdı.

Sonuç olarak bu harika geceyi asla unutmayacağım. Zeki Demirkubuz'u tanımak da ayrı bir mutluluktu.

Link: Orient Express Film Programi 




12 Ekim 2023 Perşembe

Fötr Şapkalarının Altındaki Sırlar

Soldan sağa fotoğrafdakiler ön sıra:
Therese, Mürebbiye Helga, Viktoria,Helena, Vali Friedrich
Ikinci sıra: 
Karolin, Pierre, Rahip Peder Josef, Ingiliz askeri Henry, Seyis Dimitri, Avukat Hermann
üçüncü sira:
Belediye Baskani Ludwig, Valinin oglu Willhelm, Banker Henrik
En arkdada duran M. K Atatürk

1930’lu yılların Münih’i, karla kaplıydı ve hafif bir beyaz örtü, tüm kentin üzerine romantik bir hava katıyordu. Beyazlar içindeki Münih'e aristokrat aileler, varlıklı tüccarlar ve siyasetçiler şehrin geleneksel kış eğlencelerine davet edilirdi. O günde öyle olmuştu. Bu sefer Vali Friedrich'in davetlileri arasında kimi Münih'in en seçkin ailelerinden, kimi de sıradışı yabancılardan oluşuyordu. Kar altındaki konağın içerisi, sırlar ve gizli ilişkilerle doluydu. Fotoğraf çekimi sırasında, tüm bu ihtiraslar, kıskançlıklar ve rekabetlerin etkisiyle, her bir bireyin yüzündeki ifade, fotoğrafın arkasında yatan derin hikayeleri anlatıyordu. Her biri, Anna Karenina'nın sayfalarından fırlamışçasına tutkulu ve karmaşık bir hayat yaşıyordu. Ancak hepsi de bu anın tarihe tanıklık edeceğini biliyordu.

Ludwig ve Theresa da, Münih’in tanınmış ailelerinden biriydi. Ludwig, kentin belediye başkanıydı ve saygın bir konuma sahipti. Karısı Theresa, bir gün kocasının Vali Friedrich'in karısı Wiktoria'ya olan özel ilgisini öğrenmişti. İşte bu yüzden elegant fötr şapka ve kürkle ava çıktıkları sırada aralarında büyük bir kavga yaşanmıştı. Deyim yerindeyse elindeki tüfeğin saçmalarıyla Ludwig’i delik deşik etme isteği ile yanıp tutuşuyordu. Ludwig sürekli olarak inkar ediyordu bu iddiayı, ancak Theresa'nın gözlerindeki kıskançlık ve öfke, Ludwig'in tüm inkârlarını boşa çıkartıyordu. Fotoğrafta da zaten yan yana durmamışlardı. Theresa elindeki tüfeği ile içindeki kini bastırmaya çalışır gibi görüntü vererek en önde solda duruyordu.

Ön sırada ve en sağda oturan ise Vali Friedrich’ti. Friedrich, iki eliyle sevimli bir oyuncak ayı tutarken çekilmişti. Fotoğrafın karesine gülümseyerek girmiş, oyuncağını kucaklamış, sanki bu oyuncakla geçmişte yaşadığı masum günlerini hatırlamış gibi bir ifade takınmıştı. Ancak fotoğrafta tam ortada, dik duruşuyla oturan Valinin karısı Viktoria, kocasının köyün rahibi Peder Josef'e olan özel ilgisini öğrenmişti ve kocasına söyleyecek bir şeyi olmadığını, sadece bakışlarıyla ve gözlerindeki bu derin ifade ile Vali'nin yıllardır sakladığı bir sırrın farkında olduğunu belirtiyordu. Bu sessizlik ortamdaki gerilimi daha da artırıyordu. Belki de bu oyuncak ayı, Rahip Peder ve Vali Friedrich'in aralarındaki sırrın bir sembolüydü. Aralarındaki bu gizli ilişkinin başlangıcı mıydı yoksa sonu mu, zaman gösterecekti.

Vali ve karısı Viktoria'nın ortalarında oturan güzeller güzeli kızları Helena'ydı. Helena'nın elinde tuttuğu çiçek buketi ile gülümsemesi, her ne kadar içten gibi görünse de, aslında içinde kopan fırtınaları gizlemeye yetmiyordu. Fotoğrafta hemen arkasında duran seyis Dimitri'ye duyduğu aşk, Avukat Hermann'dan hamile olduğu gerçeğini örtbas edemiyordu. Kaderin cilvesine bakın ki, avukat Hermann, seyis Dimitri'nin hemen yanında, beyaz kazağıyla soğuk bir ifadeyle yer alıyordu. Bir de Helena’nin elinde tuttuğu bu kurumuş çiçek buketinin hikayesi ise bir bilinmezdi…

Karolin, Belediye başkanı Ludwig ve Therese'nin kızları her kış, Fransa'nın romantik sokaklarından, Almanya'nın karla kaplı tepeciklerine doğru yola çıkar, trenle Münih'e gelirdi. Ancak bu yıl farklıydı; yanında, genç ve karizmatik Pierre vardı. Karolin, onu ailesiyle tanıştırmak için Münih'e getirmişti. Fakat, Münih'teki bu resmi davette, Valinin oğlu Wilhelm'in çekiciliğine kapılan Karolin, Pierre'ye olan ilgisini kaybetti. Wilhelm, Karolin'in dikkatini çekmek için elinden gelen her şeyi yapmaya başladı. Ancak bu durum, Pierre'nin işine gelmişti. Çünkü Pierre, aslında Münih'e gelme sebebini Karolin'den gizliyordu. Münih'teki asıl amacı, Valinin bankacısı Henrik ile gizli görüşmekti. İkisi arasında, yalnızca işle ilgili olmayan derin bağlantılar vardı.Bir gece Karolin, Wilhelm ile birlikte Münih'in ışıl ışıl caddelerinde dolaşırken, bir restoranın köşesinde Pierre'yi ve Henrik'i el ele gördü. Gözlerine inanamadı. Bu onun için büyük bir şoktu. Ancak bu durum, onun Wilhelm'e olan ilgisini daha da pekiştirdi. Karolin ve Wilhelm, birbirlerine daha da yakınlaştılar. Pierre ve Henrik ise, Münih'in karlı gecelerinde birbirlerini keşfettiler. Herkes kendi seçimini yapmıştı ve Münih, bu dört gencin sırlarla dolu hikayesine tanıklık etti.

En önde, soldan ikinci sırada oturan Mürebbiye Helga'nın sırları da yenilir yutulur gibi değildi. Fotoğraftaki konumu, Belediye Başkanı'nın zarif eşi Therese ve Vali'nin stil sahibi eşi Viktorian'ın arasındaydı. Ancak, ikisini de günahı kadar sevmezdi. Helga'nın kol kürkünün içerisine daldırılmış elleri ve hüzünlü gözleri, Vali Friedrich'e duyduğu gizli aşkı ifade ediyordu. Malikânede sert ve disiplinli bir kadın olarak tanınan Helga, aslında içinde kırık bir kalp taşıyordu. Vali'nin, köyün hüzünlü rahibi Peder Josef'e olan ilgisini kısa süre önce öğrenmişti. Peder Josef ise trajik bir biçimde, Helga'nın içten içe verdiği sinyallere kayıtsız kalamayarak ona aşık olmuştu. Hatta fotoğrafta bile Helga'nın hemen arkasında yer almıştı. Bu iç içe geçmiş aşk üçgeni, malikânede hüzün ve kırık dökük kalplerin efsanesi olarak anılacaktı.

Bütün bu sırların ve ilişkilerin ortasında durup dururken İngiliz askeri Henry'nin gelişiyle birlikte ailede gergin bir hava esmeye başladı. Herkes onun ajan olduğundan şüpheleniyordu, ama kimse bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Henry de bu fotoğrafa dahil olmuştu, hatta fotoğrafta en ortada elinde bir av tüfeği ile konumlanmıştı. Aslında sadece Mürebbiye Helga, Henry'nin kayıp oğlu olduğunu biliyordu. Bu sır, Helga'nın odasında bulunan bir mektupla ortaya çıkacaktı.

Enteresan bir şekilde Atatürk, vali Friedrich'in özel davetlisi olarak bu trajik olaylardan habersiz fotoğrafta en arka sırada yer alsa da, sonrasında bu acı gerçekleri öğrenince derin bir üzüntü ve pişmanlık hissetti. O dönem Türkiye'de devletin ve milletin kalkınması için birçok kritik görevle meşgul olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu yaşananlar sonrasında bir daha Almanya'ya adım atmama kararı aldı.

Bir gün, Mürebbiye Helga'nın odasında, sırlarla dolu bir mektup bulundu. Mektupta, herkesin en derin sırları gün yüzüne çıkınca tüm ailenin dengesi bozuldu ve kısa bir süre sonra trajik olaylar başladı. Ludwig ve Theresa, bir kaza sonucu hayatlarını kaybettiler. Karoline ve Wilhelm Fransa'ya dönerken bir tren kazasında öldüler. Pierre o günlerde Münih'te tanıştığı banker Henrik ile sırra kadem bastılar. Helena'nin doğum sırasında hayatını kaybettiğini öğrenen seyis Dimitri, atlarıyla birlikte bir uçurumdan atladi. Avukat Hermann, bir bar kavgasında öldürüldü. Vali Friedrich ve Rahip Peder Josef, bir seyahatte uçağın düşmesi sonucu yanarak can verdiler. Valinin eşi Viktoria üzüntüden intihar etti. Mürebbiye Helga ve oğlu Henry'nin akibeti hala bilinmemektedir. Aslında herkes Mürebbiye Helga'nın bu blogun yazarı olduğundan şüphelense de henüz kanıtlanabilmiş değil.

Bugün bu fotoğraf, "Fötr Şapkalarının Altındaki Sırlar" olarak Münih'teki tarih müzesinde sergilenmektedir. 


Not: Oktoberfest'te geçirdiğimiz o neşeli anları yansıtan bu fotoğrafa, tatlı bir hikaye eklemek istedim. Gülümsemenin kıymetini daha iyi anladığımız şu günlerde, hikayeyi tebessümle karşılamanız dileğimle. 



6 Ekim 2023 Cuma

Oktoberfest Gezisi

Uzun zamandır beklediğimiz, hatta tam bir yıl boyunca planladığımız efsane Oktoberfest gezimizi buraya not düşmek istedim.

Üç günlük gezimizin her anı o kadar güzeldi ki, bu kadar eğlenceli olacağını inanın tahmin etmiyordum. Belki de kalabalık ve uyumlu bir grupla gitmekti bu kadar eğlenceli kılan.

Geçen hafta Cumartesi sabahının alacakaranlığında biz 10 kişi İsviçre'den bir minibüsle, 3 arkadaşımız da İstanbul'dan uçakla olmak üzere döküldük yollara. Öğlen 12 gibi, güneş tepemizde, hepimiz Münih'teydik. Bu geziyi mükemmel kılan biraz da bir arkadaşımızın güzel organizasyonuydu. Her yere yürüme mesafesinde olan şehrin kalbindeki bir oteli bir yıl önceden ayırtmıştı. Bekleme süresi iki yılı bulan o tarihi Hofbräuhaus'ta 15 kişilik yeri de ayırtmıştı. Akşam saat tam 18'de orada buluşmak için sözleştik. Kadınlar geleneksel kostümleri "Dirndl" dedikleri giysileri, erkekler ise askılı, kısa deri pantolonlarını giyip, tam sözleştiğimiz saatte, sözleştiğimiz yerdeydik. "Mass Bier" dedikleri 1 litrelik biralarımızı o kocaman cam kupalarla tokuşturarak, başladı akşamımız. Hele o üstü tuzlu Bretzeller yok mu, efsaneydi. O özel Oktoberfest için üretilen biralarla ne güzel gidiyor meret. Canlı orkestra ile Oktoberfest ruhunu yansıtan Alman müzikleri, dans eden, eğlenen insanlarla dolup taşan bir Hofbräuhaus sonrası, yemek yemek için "Ratskeller" dedikleri başka tarihi bir mekâna geçtik. Orada da yedik, içtik, eğlendik.

Pazar günü Oktoberfest alanına giriş yaparken, çantalara bakılıyor, büyük çantaları ve sırt çantalarını almıyorlar. Bunu bilmiyordum. Oradaki görevliye, "Aaa bunu bilmiyodum, ne yapıcaaam şimdi ben?" deyince, bana acıdı galiba, "Çabuk gir, hadi ben bir şey görmedim" dedi, ve girdik içeri. Fakat ikinci gün bu kadar şanslı değildim, zira çantamı bu sefer almadılar içeriye, girişteki teslim depolarına belli bir ücret karşılığında bırakabiliyorsun, ben de öyle yaptım bu sefer. Theresienplatz denilen bu alan öyle büyük ki, daha göremediğimiz yerler var. Bütün dünyadan insanlar akın akın gelmişler. 3.5-4 Mio insandan bahsediliyor. Oluk oluk biralar, yiyecekler, lunapark eğlenceleri, canlı müzikler, milyonlarca gülen, eğlenen, mutlu insanlar. Ve onca kalabalıkta işler tıkır tıkır işliyor. Kavga yok, taşkınlık yapan yok. En azından ben görmedim.

Pazartesi günü Münih'in sokaklarında, yerel yazar Martin Arz'ın rehberliğinde şehri keşfe çıktık. Alışılagelmiş tur rehberinden ziyade klasik bilgiler dışında şehrin saklı hikayelerini, bilinmeyenlerini öğrendik. Örneğin, Dr. Oetker'in oğlunun kaçırılış hikayesini direkt olayın yaşandığı yerde dinlemek gibi. Böylece kültürel bilgilerimizi de aldıktan sonra, çok susadığımızı fark ettik. O kocaman 1 litrelik biraları çoktan hak etmiştik. Güneşli masmavi gökyüzünün altında ne iyi geldi. Akşama yine hep birlikte alandaki binlerce insanın olduğu bir çadırda buluşup, müzik, dans, ve tabii biralarla geceyi sonlandırdık. Ertesi gün sesim kısılmıştı, birkaç gündür o sesli ortamlarda birbirimizi duymak için bağırarak konuşmaktan. Daha doğrusu ses kısılmışı değilde, böyle çatallı gibiydi. Yani hoş bir ses.

Ertesi gün dönüş yolundaydık. Gidişte ne kadar enerjik ve neşeliysek, dönüşte bi o kadar sesimiz kısılmış, sus pus olmuştuk. 4.5 saatlik yolculuktan sonra sessizce evlerimize dağılırken hepimizin ağzından aynı cümle dökülüdü; "İyi ki gitmişiz."

Fakat en unutulmazı ve en komik olanı, tarihi bir film setinden fırlamış gibi dönemsel kıyafetlerle toplu fotoğraf çektirdiğimiz andı kuşkusuz. Alandaki bir çadır stüdyosunda tarihi kostümleri üzerimizde görüyor, ve birbirimize baktıkça gülme krizlerine giriyorduk. Şimdi o fotoğrafa bakıp bakıp gülümsüyorum. Çok güzel bir fotoğraf oldu. Eğer vakit bulabilirsem ve başarabilirsem bir sonraki yazımı "Sene 1930'lar, Münih'in romantik sokaklarında beyazın hakim olduğu bir kış günü..." diye başlayıp, fotoğrafıda ekleyip bir hikaye uyudurmak  hikayeye dönüştürmek istiyorum. Içinde entrikaların, aldatmaların, kıskançlıkların olduğu bir hikaye.Bakalım.😊

Münih çok güzel bir şehir. Beğendim. Güzel hatırlayacağım bir Münih gezisi oldu.