Sayfalar

4 Eylül 2016 Pazar

Ömrümün Sonbaharı..

İşte bir hafta sonu daha. Zaman görece hem çok çabuk hem çok ağır ilerliyor. 
Eylül ayına girmişiz bile. Anlayamadım. Çünkü, mevsim ısısının üzerindeyiz. Herkes sezonu bitirirken ben ilk kez geçen hafta suyla bütünleştim havuzda. O nasıl güzel duygu? Nasıl açıklanır bilemiyorum. Hani anne karnındada suyun içindeydik ya, bilinç altı bir şey midir bilemiyorum, ama ben denizde, gölde, havuzda, olukta, yani suyun içinde çok güzel hissediyorum kendimi. 

Olukta deyince bak ne geldi aklıma? Köylerde pınar önünde oluklar olur, hayvanlar su içsin diye. Biz onların içinde yüzerdik güya. Dikilerek suyun içinde yürümeyi yüzme sanırdık, o  bile güzeldi. Suyun içindeydik işte. 8-9 yaşımıza gelince biz kızların girmesi birden bire yasaklanıverdi. Çocuk halimle anlam veremiyordum niye? Sorduğumda aldığım cevapta tatmin etmiyordu. Onlar erkek, sen kızsın deniyordu! Ee, nolmuş yani? Erkekler neden yüzebiliyor o olukta? Ben neden yüzemiyorum? Diye sorular geçiyor akıldan, ama sorgulanmazdı bazı şeyler. Öyle, dedi hep. Çocuk yaşta o coğrafyanın kültürü zorlada olsa bir yer edinidi ve anlamaya çalıştım hep. Anlaması gereken çocuklar oluyor, büyükler anlatamadığı zamanlarda. Kabullendiğin ama anlam veremediğin, buna benzer sorularla beden büyürken, beyin, ruh, kişilik aynı oranda büyüyemiyor tabi. Hep bir eksiklik, bu sorularla büyüdüm ben. Köyde ilk bisiklete binen yine bendim. Bisikletten düşüp, bisikletin direksiyonu kasığıma batıp yaralandığımda, "oy canım, canın acıyor mu" diyen yada kucaklayan yaramı saran olmadı. Aksine, kız kısmı ne işin vardı o şeytan arabasında diye azarlandım. O yüzden hala bisiklete binemem. Aslında yol alırsam sürerim ama inmek ve binmek hala sorunlu. Hayatımda bir çok çıkışlarım bisiklet kullanmama benzer benim. Cesaretliyim, yola çıkarım, sonra bir azar işitir, pısarım. Sonra yine kaplumbağa veya salyangoz gibi yeniden başımı çıkarır yola devam ederim. Hiç yılmam. Ha, bir tavşan gibi veya bir keklik gibi sekerek ilerlemem ama yol alırım. Sessiz dik başlı olanlardan. Kırmadan dökmeden dikine gitmeye çalışan. Gidemiyorsam eğer, işte o zaman kırabilirim, dökebilirim. Yani sabrım esnektir, sabrım zorlanırsa hala anlayabilme yeteneğimi kullanırım, ama dahada zorlanıyorsa işte o zaman Allah yarattı demem, ne var ne yok kırar dökerim. Konuya nerden girdim nerden çıktım? Aslında konu Eylül'dü. 
....

Evet, konumuz Eylül. Eylül'ün adını, rengini, dinginliğini seviyorum. Hani bahar'ıda görmüş, yaz'ıda. Bir ömür gibi yani. Yaşanacak iki mevsim kalmış geriye, sonbahar ve kış.. Ömrümün Eylül ayına girdiğini hissediyorum. Bunu bedenimde söylüyor bana. Sonbahar rengindeyim ben. Sarıyım biraz, turuncuyum, soluk yeşilim, koyu kırmızıyım hala. Koyu kırmızı denince şarap geliyor aklıma. Bir yandanda şarap mevsimi aslında. Süryanice adı  Aylül olan bu ay, şarap demekmiş zaten. Acaba geçmişimde bir Süryanilik var mı diye düşünmüyorum değil hani?:)

Konuyu sürekli dağıtıyormuş gibi görünsemde  aslında etrafında dolanıyorum. Tamda gecenin bir yarısı bunları yazarken Türkiye'den bir arkadaşım bir müzik gönderdi. Yazıya bu kadar mı uyar, dedim önce. 
"Geçip giden Zaman'ları bir yerlerde bulsam, sonra üzülsem, sonra üzüldüğüme üzülsem" gibi. 

Sonra, hayatımın sonbaharında olduğumu düşündüm yeniden. Bilmiyorum geçip giden zaman'ları bir yerlerde bulmak ister miydim? Yaşandı, bitti, gitti. Hesaplar soruldu. Hesaplar kapandı. Kâr, insani hesaba uymasada zararlı çıkmadım şimdiye kadar yaşadıklarımdan. 
Ömrünün mevsimi sonbaharı yaşamak istiyorum. Belki rüzgarların arkasında savrulur uçar giderim sulara, masmavi olurum. Belki dalımda son yaprak olarak kalır, kışı bekler bembeyaz olurum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder