Sayfalar

20 Mayıs 2025 Salı

Kör ve Sağır İki Kuzenin Buluşması...

Kasım ayından bu yana bloguma tek satır yazmamışım. Oysa yazacak o kadar çok şey birikti ki… Her seferinde nereden başlasam diye düşündüm durdum. Hayat bazen öyle yoğun, öyle dolu geçiyor ki; yaşarken anlatmaya, hissettiklerimi kelimelere dökmeye fırsat kalmıyor. Ama galiba artık zamanı geldi. Uzun bir sessizliğin ardından, bu satırlarla yeniden buradayım.

Bugün anlatmak istediğim, beni derinden etkileyen bir buluşma. Sessizliğimi bozmama vesile olan o özel günden başlamak istedim: Bayan Suzi ve kuzeni Erika’nın karşılaşmasından...

Aylardır planladığımız Bayan Suzinin kuzenini ziyaret ettik nihayet. Kuzeni Bayan Erika, güzel, donanımlı, temiz havası olan güzel bir dağ eteğindeki bir huzurevinde kalıyor. Baharın gelmesini, havaların biraz ısınmasını bekliyorduk. Ve o gün geldi çattı. Bayan Suzi'nin yardımcısı, saat kaçta çıkılacak, öğle yemeğine ne sipariş verilecek, her şeyi organize etmişti. Benim buradaki katkım, onları araba ile oraya götürmekti. 

O sabah sözleştiğimiz gibi 9.45’te oradaydım. Eve pencerelerden sabah güneşi süzülüyordu. “Bir kahve içebilirim” deyip mutfağa yöneldim. Kahvemi içerken, “Heyecanlı mısın?” diye sordum Bayan Suzi’ye. “Keşke ben gelmeseydim, siz gitseydiniz,” dedi. “Allah Allah, ne münasebet, senin kuzenini tanımam etmem, sensiz niye gideyim?” diye düşünsem de, ağzımdan çıkan başka cümlelerle karşılık verdim. “Sen çok heyecanlandın, ondan öyle diyorsun gibi. Bugün çok güzel bir gün, hadi çıkıyoruz,” dedim ve arabaya yerleştik. Arkaya oturdu, kemerini taktı, yardımcısı da yanına oturdu. Güneşli bir günde dağlara doğru yol aldık. Yaklaşık elli dakika sonra vardık. 

Restoranı, kafesi, lobisi olan lüks bir oteli andıran bir yapısı vardı huzurevinin. Lobideki koltuklara oturduk, Bayan Suzi’nin yardımcısı kuzenini almaya gitti. Neden sonra tekerlekli sandalyeyle getirdi kuzeni Erika’yı. Güler yüzlü, konuşkan, zarif bir kadin. Görme engelli olduğunu söylemişti daha önce Bayan Suzi. Ama kulakları çok iyi duyuyor, beyni zinde. Normal konuşabiliyorsun. Bayan Suzi’yle artık normal konuşmak mümkün değil. Çok ağır duyuyor. Bir de konudan konuya atlıyor. Yani biri kör, biri sağır iki kuzenin buluşmasına tanık olmak bambaşka bir duyguydu. O yaşlı, buruşuk ellerini kavuşturup oturmaları, biri başka bir tarafa, diğeri ona baksa da, birinin sorusuna diğeri farklı cevap verse de, aralarında görünmeyen bir bağ vardı. Hissettiklerini, paylaştıklarını görebiliyordum.

Neyse, tokalaştıktan ve tanıştıktan sonra, “Bir şey içer miyiz?” diye oranın bir çalışanı geldi. Erika çalışanları sesinden tanıyor, çalışanlar da ona çok kibar ve nazik davranıyor. Siparişleri Erika verdi, “Benim davetlimsiniz,” diyerek. Kendileri kırmızı şarap aldı. “Sabahın 11’inde şarap mı?” diye düşünsem de, “Neden olmasın ki,” deyip ben de beyaz şarap söyledim. Yanına tuzlu bir şeyler de getirmesini söyledi Erika. O şarap kadehinin altını parmak uçlarıyla sürekli hissederek kibarca içiyor. Çubuk kraker ve diğer tuzlu atıştırmalıkları da eline biz verdik. Orada bir saat oturduktan sonra, saat 12’de restoran bölümüne geçtik. Günler önce Bayan Suzi’nin yardımcısının sipariş verdiği yemeklerimiz geldi. 

Var ya, Erika’ya hayran kaldım. O görmeyen gözleriyle öyle kibar yiyip içiyor ki, hiç döküp saçmadan… Kendimden utandım. 

Daha sonra huzurevinin bahçe tarafına geçtik, güneşten yararlanmak için. Biraz Erika’yla sohbet ettim. Kolay bir hayatı olmamış. Kaldığı yere yakın bir dağ restoranı işletmişler zamanında. Sonradan görme yetisini kaybetmiş. Bir kızı varmış, genc yasta hayatına son vermiş. Nedenini, niçinini sormadım. Yeni tanıştığım bir kadına özel sorular sormak bana doğru gelmedi. Onun anlattığı kadarını dinledim. Kızının mezarı huzurevine çok yakın bir yerdeymiş. “Gitmek istersen götürelim,” dedik. Önce “Olur,” dendi, sonra vazgeçildi. Bayan Suzi için de tekerlekli sandalye ayarlayabilirdik orada ama gitmek istemedi. “Siz gidin, ben burada beklerim,” dedi. Erika da “Yok, gitmeyelim o zaman, yeni gittim,” dedi. Belki de kibarlığındandı. 

Öğleden sonra ayrılmadan önce Erika’yı odasına götürürken, “Ben de gelebilir miyim?” dedim. “Tabii ki,” dedi. Asansörle ikinci kata çıktık. Yürüyemiyor ama odasında kimseye ihtiyaç olmadan işlerini halledebiliyormuş. Teşekkür ederek kucaklaştık. Zaten beni gıyabımda tanıyormuş, Bayan Suzi ona benden çok söz etmiş.

Sevdim Bayan Erika’yı. Yolum o taraflara düşerse ziyaret ederim. 

 

Biri duymuyordu, diğeri görmüyordu ama kalpleri birbiriyle fısıldaşıyordu. 

Ne göz gerekiyordu bu anı görmek için, ne de kulak duymak için…