Sayfalar

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Bugün Isvicre siyahti benim icin..


Aslinda yemyesil bir ortam burasi.. ama bugün izledigim bir film soldurdu o renkleri..
isvicrenin karanlik bir tarihiydi. "Verdingkinder"
Yaklaşık 20 yıllık Almanya yaşamımdan sonra, son 13 yıldır İsviçre'de yaşıyorum. Önceleri gelir, bir iki ay kalır ve dönerdim. Gezmek için güzel, ama yaşamak için endişelerim vardı. Almanya ile kıyaslarken doğal olarak Almanya'daki çevrem, ve daha sosyal bir ülke olduğu ağır basıyordu. Yani Almanya artık yabancılarla yaşamaya alıştığının farkındaydım. Zaten kirli bir nazi geçmişi olduğu için günah çıkarırcasına daha açık olduklarını gördüm. Yani yabancıya karşı ise, karşı olduğunu açıkça gösterir. Ama seviyorsa bundada samimidir. Yani Avrupalı insanlar duygularını söylemekten kaçınmaz. Açıktırlar. En cahili bile düşüncesini söylemekten kaçınmaz. Ha, hukuk işliyor mu? Evet.. Yani hem düşünce özgürlüğün var, hem hukuk bağımsız olarak işliyor. 

Almanya'da yaşarken hiç bir zaman yabancı düşmanlığına maruz kalmadım. Belki bu benim şansımdı, belkide ayak uydurduğum için yani adapte olduğum için farkedilmedik? Bilemiyorum. Ama yakın çevrelerde, örneğin Solingen'de Genç ailesinin 1993 te Naziler tarafından kundaklanan evlerinde 5 cenaze çıkmıştı. Aynı gün evlerinin önünde protestolarda bizde vardık. Hiç unutamam o günü. Buna benzer bir çok kundaklama olayları oldu Almanya'da. Dediğim gibi Almanya'da azınlıkta bulunan Naziler dışında herkes sever yabancıları. Geneleştirmeyi sevmem. 

Ama İsviçre'ye geldiğimde şöyle bir izlenimim oldu. Herkes aslında öyle mutlu görünüyor ki, öyle samimi görünüyor ki. Bir yürüyüşe çıkıyorsun, karşılaştığın herkes sana "grüezii miteinend" diyor, yani selam veriyor. Bunu Almanya'da görmedim. Teşekkür etmenin haddi hesabı yok.. Herkesin ağzımda bir "merci" merci aşağı, merci yukarı. Ama bunu gerçekten, samimi mi söylüyorlar anlayamıyorsun. Öyle bir halk ki, içine kapanık, sadece kendileri olsun, göstermelik bir kibarlık, aslında yabancıları istemediklerini hissediyorum. Ama buradada yine bu ülkeye ayak uydurduğumuz için rahat gibiyiz. Ama hep bir ayak uydurma durumları. Evet, seviyorum bu ülkeyi. Yaşadığım Şehri seviyorum. Çocuklarım bu ülkenin eğitim sisteminden yararlandı. Çok dilli eğitildiler en azından. Almanca, İngilizce, Fransızca cepte. Eğer isteselerdi İtalyanca ve İspanyolca bile öğrenebilirlerdi. Neyse, konu buda değildi. 

Konu şu; bugün bir film izledim. "Der Verdingbub" filmin adı. Artık bu ülkenin şivesinide (Almanca konuşsalarda diyalektleri çok farklı) yüzde 70 anlayabiliyorum, orijinal sesi ile izledim filmi.  Bir pazar günümde beni çok etkiledi. Yerin dibine soktu. Gündüzdü. Evde kimse yoktu. Sonra balkona çıktım. Saat öğleden sonra üç buçuk gibiydi. Bir kadeh pembe şarapla balkondaki filizlenen bitkilerime baktım.  Öncesinde yine fotoğraf makinamla dolaştım çevreyi. Filmden sonra Fotoğraflar bana en azından şimdilik samimi gelmedi. 

Bence her ülkenin karanlık bir geçmişi var. İsviçre'nin bile. Bu "Verdingkinder" denilen olay, bindokuzyüzlü yılların sonlarına kadar, çocuk kölelerin çok kötü şartlarda çalıştırılması ile ilgili bi olay. Vergisini ödemeyen ailenin çocukları, ayrılan ailelerin çocukları, hapishanede yatan ailenin cocukları çiftçi ailelere çalışmak için kiliselerin onayı ile verilir. Aslında devlet'de gizli onaylar. Bu çocuklar sevgisiz, aşağılanarak, karın tokluğuna çalışır,  bazen evin oğlunun tecavüzüne maruz kalan, çocuklar olur. Bu durum, bölgeye gelen öğretmenler  tarafınfan gözlemlenip rapor edilse bile, ciddiye alınmadığı gibi işine son verilir.  Ne kilisenin papazı, ne bölgenin doktoru, nede siyasiler hiç oralı olmaz. Yani bir haksızlığı hiç bir şekilde kanıtlayamazlar. Çünkü öyle işlerine gelmiş o dönem ileri gelenlerinin.  

Bana ilginç gelen şu. Yada ilginç gelmeyen? Bu ülke halkı öyle kapalı kutu ki, bunu hep hissettim, bunca yıldır burada yaşamama rağmen bunu yeni öğrendim. Perşembe kadınlarında bu konu hiç geçmedi. Geçenlerde bir telefon görüşmemizde, bugün şu filmi izleyeceğim dedim, böyle güzel, güneşli bir günde o filmi izlemeni önermem dedi, bir Perşembe kadını. Tamam, dedim. Izlemedim. Ama bugün izledim. Film bir bilim kurgu falan değil. İsviçre'nin karanlık bir tarihine ışık tutan bir film. Hatta bazı araştırmalarım beni "Heidi'nin Ayakları neden çıplaktı" lara kadar götürdü. Bilemiyorum bu bir abartı, bir dikkat çekme mi? Biz o dönemler Heidi'yi izlerken bu yaşananları hayal bile edemezdik. Heidi evet, çıplak ayaklıydı, ama mutluydu Alplerde. Çıplak Ayakları hangimizin dikkatini çekti ki?

Değişik olarak benim dikkatimi çeken başka şey ise, Heidi'nin hiç başka bir ülkede gördüğü ilgiyi İsviçre'de görmemesiydi. Hiç bir yerde Heidi ile ilgili, yani turizmi çeken Heidi ürünlerinin olmaması idi. Hatta buraya gelen yakınlarım bile bunu söylemişti. İsviçre bundan beslenmedi. Heidi, isviçreli yazar Johanna Spyri'nin yarattığı bir karakter.. Gerçek olmadığını söylediğim insanlar, keşke bunu söylemeseydin dediler hep. 

Sanırım şimdi daha iyi anlıyorum. Heidi hem gerçek değildi, hem karakter gereği öksüz ve çıplak ayaklı oluşu o dönemin bir karanlığına parmak basmış, olabilir. O zamanlar biz izlerken farkına bile varmadık bunun. Ama belkide çok masum bir çizgi filmi, İsviçre'nin bu karalık yüzü ile birleştirilmiş olabilir. Bilemiyorum. Bildiğim şu var, her ülkenin kirli bir geçmişi var. Bununla ne kadar yüzleşiyorlar? Önemli olan bu bence. Yani günümüzün siyasileri, politikacıları geçmişten sorumlu değil ama, bu yaşananları tasvip etmediğini ve olanlardan özür dileyebilmeleri önemli, anlayış olarak. Sadece bir kilise özür dilemiş. 2012 de hem kişisel, hem sosyal, hemde siyasi platformlarda buna mağdur kalan kişiler artık açık açık konuşabiliyor, ve devlet tarafındanda tanınıyormuş. Şunu düşünüyorum. Bu ülke insanı genelde, konservatif, bencil, içine kapanık, bir o kadar ülkesi ile gururlu, milliyetçi duyguları ile öne çıkan bir ülkede olsa, eğitim seviyesi yüksek, hukuğun herkes için aynı işlediği, ekonomiside yüksek olunca bu tür geçmişle yüzleşebiliyorlar. Yüzleşmeleri, ve özür dilemeleri elbette güzel. Ama hani bir söz var ya, "masum olan bir adım öne çıksın" diye. Hiç kimse, ve hiç bir ülke bir adım öne çıkamaz. Geçmişini silemiyorsun. Bir tokat gibi tarih, yüzüne yüzüne vuruyor yeri ve zamanı geldiğinde.. 

2 yorum:

  1. Ne olursa olsun ben Heidi yi çok seviyorum. Hep ara ara izlerim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende çok seviyorum. Çocukluğumun çizgi filmi. Dedesinin Çiftliğinde, dağlarda kuzularla, çiçeklerle, böceklerle ve Peter ile yaladığı maceralarla. Çocuklarımla yine izledim. Artık o bir klasik. Arı Maja gibi, Wicki gibi vs. Söylemek istediğim şu. Heidi bu ülkede pek öyle öne çıkmaz.,sadece konusu geçtiği bölgede maket bir köy varmış, o kadar. Yani bu benimde Yenice öğrendiğim Verdingkinder olayını bununla bağdaştırmaları dikkatimi çekti. Belkide amaç buydu, dikkat çekmek. Ama biz bu olayı bilmediğimiz için farklı baktık. Bence ikisi farklı bir şey. Ama İsviçre'de yaşanan bu Verdingkinder olayı Bambaşka birşey. Yeni yeni yüzleşmeye başlamışlar. Buda birşey

      Sil