Sayfalar

11 Temmuz 2013 Perşembe

Yolculuk var yarına...

Tatile gidiyorum yarın.. 1 ay ülkemdeyim. Ama gözüm arkada.. Yada hiç tatil havası yok bende..

Yılda bir kez özlenen ülkeye gitmek hep heyecanlı olur.. Ama bu yıl öyle değil.. 
Bu yıl bir garip. 
Bazı kardeşlerimizin yaşam hakları elinden alınırken utanıyor insan işte.. 

Sanırım, o güzel ülkenin o güzel insanlarını, güzel parklarında, ağaçlarında, ağacın yapraklarında, akan şelalelerde, denizin içindeki balıklarda, üstündeki martılarda  anacağım.. Onların ruhuna değsin diyeceğim...

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Boyun Eğme..!

Fotograf Ayca Ö.

Boyun Eğme..!

Bir Ermeni gazeteci ‘’ Ermeni oldugumu ilk defa Gezi’de unuttum ‘’ demiş.

Gezi Parkı eylemlerini ve direnişinin en güzel ifadelerinden birisi bu bence.

Diğeri de (ben dinlemedim) 9 yaşlarında bir kız çocugu ‘’3 yaşımdan beri mtinglere geliyorum, böylesini görmedim’’ :) Nasıl ?

İkiside durumu anlatmış.

Gezi Parkı için çok önceden imzalar toplanmaya başlamıştı. Hatta bu kış bir arkadasımla Taksim’de buluşacagız iş çıkışı. Metro’dan cıkıyorum; aktivistler ‘’Gezi Ağaçları’’ için imza topluyordu. Öyle soğuk bir akşmadı ki anlatamam. Onların imza için davet eden sesini duyan arkadasım şunu söylemişti; Ne kadar önemsiyorlar demek ki bu ağaçları, bu kış da, karda evlerinde değil insanlar burada bir imza için saatlerce dikiliyorlar. Keşke bu zamana kadar yapılanları hükümet ve tüm yetkililer dikkate alsaydı ve evet burası bizim insanlarımız için önemli diyerek kıymet verseydi.

İlk kepçeyi vurduklarında toprağa yine aktivistler ve bazı Milletvekilleri vardı orada. Gazetede gördüğümüz görüntüyü hepimiz hatırlıyoruz. Arada 1 metre mesafe var yok, kadının yüzüne gaz sıkan polis. Yakılan cadırlar. Bizler bunları gördükçe tek tek toplanmaya başladık. Sonra Cumartesi günü yine büyük bir direnişten sonra Taksim’e cıkmaya müdahaleyi kesti(Harbiye tarafından bildiriyorum:) ). Arkadaslarımın kimisi Beşiktaş’tan geliyor, kimisi Tepebaşından. Herkes Taksim meydanına ve Gezi Parkın’a yerleşti. Müdahaleyi kesti derken yanlış anlasılmasın; kendi barikatını kaldırdı ama gaz bombalarını ve TOMA’larını kullanmaya devam etti. Her muhitte, her şehirde bir şeyler başlamıştı. Harbiye’den Taksim’e yürürken gördüklerime inanamıyordum. 12 Eylül’den sonra harala gürele gittigimiz ve sürekli gergin gergin dolaştıgımız 1 Mayıs gibi, anma toplantıları gibi falan da degil. Farklı farklı insanlar, her görüşten insanlar, her dilden, her dinden, her cinsel kimliği temsil eden insanlar. Sagıma bakıyorum 3 Hilal işlenmiş bir t-shirt, soluma bakıyorum bayrak ve Mustafa Kemal’in resmini taşıyan bir kadın, karşımda Türbanlı bir teyze, onun yanında şortlu bir genç kadın. Herkes ama herkes bir arada. İnanılır gibi degil. 12 Eylül’den sonra bu insanlar belkide sohbet bile edemedikleri bu konularda şimdi tek ses olmus herkes yanyana haykırıyordu. Her yer Taksim, her yer direniş ! Şiddet yok !. Herkes elinde telefon:), kimisinde gitar, Talcid ve Rennie den hazırlanmış solüsyon dolu sprey kutuları, süt doldurulmuş su şişeleri, kimsinde limon, kimisinde sirke, boynunda mutlaka bir şal, ağzında bir maske gözlerinde deniz gözlükleri. Malum Gazdan korunmak için. Tabi yaratıcı halkım da boş durmuyordu. İstanbul’da yagmur çiselemeye başladığı andan ilk 3 dakka sonra sokaktan şemsiye satın alabilirsiniz:). Şimdide Maske, Deniz gözlüğü satılıyordu. Hatta ikisini birlikte satanlar bile vardı. Muhteşem sloganlar. Kutuplaşmaya müsade etmeyen. Ortak sıkıntıları sorunları ifade eden. Herkesi ifade eden, herkesin kendini ifade ettiği.

Düşünüyorum; bu ne ? Bu kadar insanı, tüm Türkiye’yi ayaga kaldıran bu kıvılcım, bu sevgi, bu birliktelik, bu inanç, bu çoşku… Nasıl olduda herkes bir arada olabildi ? Bunun cevabını bence hepimiz biliyoruz. İstedikleri kadar dış mihraklar desinler, 3 ay evveden bize bunun raporu gelmişti desinler, TV’leri, gazeteleri yayın yapmaktan uzaklaştırsınlar, ağızlarından salyaları akarak köpürsünler, bagırsınlar, çağırsınlar, bunu görmezden gelemezler, bunu yok sayamazlar. Bu tamamen bir sivil direniş ve hiç bir örgüt, hiç bir dış güctten beslenmeden, gücünü kendinden alan bir direniş. 

Cumartesi sokakta bunları yaşadım. Pazar çıkamadım. Pazartesi Taksim’e  gittim. Yine ortalık gazdan talan ediliyordu. Ben bir arkadasımla bir yere sıgındım. Sonra İstiklal’de dolaştık biraz, duvarlara yazılan yazılar vs hepsi cok güzeldi. O gün Gezi Parkına giremedim. Ne oldugunu bilmiyordum orada. Çarşamba günü yine gittik Taksim’e bu sefer biraz daha erken gidebildim. Meydan arac trafigine kapatılmış. Muhteşem bir hava var. AKM’de kocaman bir Boyun Eğme yazısı ve diger afişler. Meydanda bir sürü masalar kurulmuş kimisi yiyecek dagıtıyor, kimisinde ilac var. O gün kandil idi. O gün o alanda kimse içki içmedi (aman bu da yanlış anlaşılmasın, kimsenin masa falan kurdugu yoktu. Elinde bazan bir iki şişe bira ile dolaşan görürdünüz). Parkın için Birlikte direnişe katıldıkları insanlara saygılarından dolayı. Ben o gün ilk defa girdim gezi parkına J. İnanamadım. Başka bir dünya, başka insanlar sanki. Ya diyorum yıllardır biz bir arada mı yaşadık ve birbirimizden haberimiz yoktu. Lezbiyenler, Gayler, Feministler, Anti Kapitalist Müslümanlar, Ögrenciler, büyükler, küçükler, Sendikalar, Sinemacılar, İstanbul’dan, İstanbul dışından, Veganlar, Akademisyenler, yazarlar, oyuncular, çocuklar…. Kimisi halay çekiyor, kimisi türkü söylüyor, kimisi horon oynuyor, kimisi kürsüde konusuyor, kimisi forumlara katılıyor, kimisi dinliyor, kimisi çadırında uyuyor, kimisi yiyecek dağıtıyor, kimisi su, kimisi çay, kimisi yorulmuş oturmuş bir köşeye… Ame herkesin yüzünde bir mutluluk var. Sevgi var. Barış var. Saygı var. Ara ara kovalar koymuşlar içi su dolu. Önce sigaralar için diye düşündüm sonra bunların aynı zamanda atılan gaz bombalarını etkisiz hale getirmek icin kullanıldıgını anladım. Kimisi kücük bir karton kagıdın üzerine bir iki tane sigara koymus; ihtiyacın varsa al, yoksa sigaran varsa bırak gibi :). Bir seye mi ihtiyacın var, sıraya giriyorsun ve alıyorsun. Çöp yok cevrede. Başbakan gelmeden alandaki idrar kokusunu bizzat duymuş gibi anlatması da güzeldi. Tek yönlü çalışıyor sanıyorum duyu organları. Sehri saran gaz kokusunu hissetmeyip onu hissetmesi neyle acıklanır bilmem. Öyle bir durumda yoktu. Bırak onu hınca hınç dolu o alanda ter kokan insana bile rastlamadım. Epey dolaştım sayılır. Mizah almış başını gitmiş. Nasıl güzel, nasıl yaratıcı her şey. Nasıl saf, temiz, nasıl bir birliktelik, nasıl bir sahiplenme… Paranın ve maddi degerlerin olmadıgı bir dünya idi Gezi. Bu hareketten başka bir şey doğmalı.

İlk hafta parkın içinde değilde dışarda standlarını açmış örgütler vardı onlar onları dağıttılar. Malumunuz, şu herşeyi yapan ‘’ marjinal Gruplar ‘’ ne olduysa onlarında parmagı var ve ah ah ortalıgı hep karıstıran onlar değil mi zaten ?. Amaç ülkenin dikkatini başka noktalara çekmek, kendilerine kamu oyu yaratmak ve asıl amaç onları oradan kaldırdıktan sonra Gezi’ye daha kolay girmek. Öyle de oldu. O marjinal grupları talan ettiler. Öyle böyle değil ama. Öyle bir gaz atılmış ki ortaya göz gözü görmüyor artık. Meşhur TOMA’larla sagı solu talan eden ‘’halkın polisi’’. Polis hep böyle idi bu ülkede. Sadece onun sopasının yetiştigi alanda biz olmadıgımız için; görsek de görmedik, duysak da duymadık hiç bir zaman onun zorbalıgını ve kullandıgı ‘’orantısız şiddeti’’ (bunun orantılısını biri bana acıklarsa sevinirim). Öğrenciye saldırırken, işçi eylemlerini dağıtırken, çevreci eylemlerini dağıtırken, 1 Mayıs’da bir cafede oturan Ermeni bir vatandaşı ayağa kaldırıp tokat atarken, Doğu Anadolu’da Kürtlere saldırırken, Aleviler yakılırken bakarken…Eylemciler de sert bir cisim bile yoktu. O kadar şiddete maruz kalınca evet taş atanlar da oldu ama öyle bir birliktelik vardı ki, herkes ne küfür edilmesine göz yumdu, ne de taş atılmasına. Ama polis istediği gibi kullandı şiddetini ve ölümlerin, sakat kalanların, yaralanmaların, işkence-dayak ve şiddetin bilancosu ortada. Ve hala yüceltilen devlet terörü… Biliyor musunuz ne düşünüyorum; istedikleri kadar konuşsunlar, bahs etsinler; maalesef çok korkuyorlar. Korku yaratabilir bu kadar saldırganlıgı… Ama biz korkmuyoruz. O nedenle bu kadar sakin ve barışcıl yaklaştık, direndik. Güzeldi. Hala güzel. Sonrasında yapılanlarda güzel ve daha da güzel olmaya devam edecek. Konuşarak, tartışarak, birlikte hareket ederek öğreniyoruz, açıyoruz ve aşıyoruz. Yeniden sevmeyi, hayatlarımıza olmazsa olmazmış gibi sokup, bize dayatılan yaşam biçimlerini değiştirmeyi, özümüze dönmeyi, ortak hak ve özgürlüklerimize sahip cıkmayı, Kürt olmadan  Kürt olabilmeyi, Alevi olmadan Alevi olabilmeyi, Kadın olmadan kadın olabilmeyi, Çocuk olabilmeyi, engelli olabilmeyi, her türlü cinsel kimlikle yanyana yürüyebilmeyi, İnançlı olsak ateisti anlamayı yada tersini. Kısaca;  ötekileştirmeden anlamayı, duymayı, görmeyi, hissetmeyi öğreniyoruz. Daha çok yolumuz var biliyorum ama olabiliyormuş:)…  Biz epey bir büyümüşüz. Olgunlaşmışız. Demokrasi, özgürlükler, haklar, hukuk-adalet bu kavramlar baş örtüsü takmıyor ve harhangi bir etnik kimliği de yok. Bugün göz yumdugumuz bir hukuksuzluk yarın senin, benim sahip oldugumu zannettiğim her türlü özgürlüğün tehdididir. O nedenle Lice’deki ölümlere, Artvin’deki HES’lere, Sinop ve Mersin’deki nükleer santrale… Hepsine, hep birlikte sahip çıkalım ki hep birlikte yaşayabilelim…

Yazdıkca eksik bir şey bırakmaktan çekiniyorum. Unuttuklarım için özür dilerim…

Ayca Ö.

Konuk Yazar Ayca Ö. Gezideki izlenimlerini, ve düsüncelerini yazmis bana.. Kendi izniyle blogumda yayinlamak istedim. Tesekkür ederim..