Sayfalar

2 Şubat 2020 Pazar

Bayan Suzi'yi Merak Edenlere...

Bi cesaretle aradım o numarayı yine...

Koskoca yaz geçti, sonbahar geçti, o kokulu üzümlerinden ve elmalarından hiç haberdar etmemişti beni. Noelde bile kart göndermemişti. 15 yıldan beri değişmeyen rutinlerdi bunlar. Kesin bi şey olmuştu Bayan Suzi’ye. 
Aradığım numara çalıyordu. En azından bu iyi bi şey diye düşünüyordum. Açan olmuyordu ama ben inatla çaldırmaya devam ediyordum. Çaresizce kapadım telefonu. Her saat başı aramaya devam ettim. Bayan Suzi’ye bi şey olsa telefon iptal olur diye düşünüyordum. Telefonunun çalması umudumu diri tutuyordu. O gün kaç kez aradım bilmiyorum. Cevap veren olmadı aramalarıma. 

Bugün yeniden aklıma düştü bayan Suzi. Hava soğuk ve yağmurlu. Belki bugün yakalarım umuduyla yeniden aradım o numarayı. Uzun uzun çaldırdım yine. Telefonun diğer ucundaki ses verdi bu sefer. Evet, Bayan Suzi’yi tanırım sesinden ta kendisiydi. Kimsiniz? Diyor. Heyecandan elim ayağıma, dilim damağıma dolaşarak, benim diyorum adımı söyleyerek. Duyamıyor beni. Yüksek sesle yineliyorum biraz önce söylediklerimi. Bu sefer sevinme sırası ona geçiyor beni tanıyınca. Biliyor musun, sana noelde kart gönderdim, dün geri geldi, neden? Diyor. Bilmiyorum, diyorum. Zamanın var mı, gelecek misin, diyor. Evet, gelmek istiyorum, diyorum. Saat kaçta geleceğimi soruyor. Üç gibi gelirim diyorum. Tamam ben zili duymayabilirim, kapı açık olacak girersin, diyor. 

Bir şişe beyaz şarap alıp Bayan Suzi’ye doğru yol alıyorum. Evinin önüne geldiğimde iki eliyle sürdüğü tekerlekli yürütgeci rüzgardan bi yere savrulduğunu ve yağan yağmurdan ıslandığını görüyorum.  O görüntü içimi acıtıyor nedense. Kaldırıp evin saçağının altına koyuyorum güzelce. Cebimdeki eski mendil parçaları ile gelişi güzel kuruluyorum metal kısımları paslanmasın diye. 

Merdivenleri çıkıp her zamanki gibi ziline basıyorum önce, sonra kapı koluna asılıyorum. Evet kapı açık. Bayan Susi ben geldim diye ünleyerek giriyorum içeri. Fakat evde kimse yok. Bütün odaları dolaşıyorum. Tam yukarı kata çıkmaya yeltendiğimde Bayan Suziyi görüyorum. O beni seçemiyor. Merdivenlerden aşağıya inmesini bekliyorum. Ağır ağır iniyor. İki dirhem bi çekirdek giyinmiş. Nihayet aşağıya indiğinde yakından beni tanıyabiliyor. Vaktinden önce geldin, saat 3 demiştin değil mi? diyor. Evet, diyorum biraz önce geldim, kusura bakmayın. Yok, diyor önemli değil, yukarı giyinmeye çıkmıştım, yoksa kapıda karşılardım. 

Her zamanki o küçük yuvarlak masaya geçiyoruz mutfakta. Bak diyor, peynir getirtmiştim Simmentaldan. Böyle peyniri bulamazsın buralarda. Ahşap rendesi gibi bir alet çıkarıyor. Peyniri incecik dilimlemek için. Fakat gücü yetmiyor. Ben yardımcı olabilir miyim diyorum. İlk kez gördüğüm bu aletle başlıyorum dilimlemeye. Peynir öyle sert ki, ben bile zorlanıyorum. Tabağa incecik dilimlenmiş peynirlerden birini gizlice atıyorum ağzıma. Damağım bu peyniri tanımıyor. Enfes bir tat bırakıyor. Masayı donatıyoruz birlikte. Bardakları getireyim, diyorum. Ben getiririm, diyor. Bende onunla birlikte gidiyorum. İçimden düşündüklerimi bire bir yaşıyorum. Ne zaman gitsem aynı konuşmalar geçer o dolaptan şarap kadehi alırken. Ben Bay Anliker’in kadehini alayım, sanada babamın kadehi vereyim, diyor. Hayır, bu sefer başka bardak alalım, bunlar kırılacak diye çok korkuyorum, diyorum. Bay Anliker’in kadehine bi süre bakıp, yüzünü bana çevirerek “bay Anliker öldü, biliyor musun? diyor. Biliyorum, geçen yıl anlatmıştınız ya, diyemiyorum. Evet, duydum ve çok üzüldüm, diyorum. Eksikliğini çok hissediyorum, ve onu unutmak için ömrümün çok kısa olduğunuda biliyorum, diyor. Yine sağ eliyle saçını arkaya doğru yatırırken, ama diyor Lory geliyor her Cumartesi, alışverişimi yapıyor, bürokratik işlerimi takip ediyor, o çok akıllı ve çok iyi bir kadın. Zaten bilmeliydim, Bay Anlikerin aptal bir kadınla evlenmeyeceği kadar akıllı bir adam olduğunu, diyor. Bardaklar elimizde mutfağa yürüyoruz. 

Şarapları ben dolduruyorum. Bay Anlikere ve hayata tokuşturuyoruz kadehleri. Mhhh, bu şarap çok güzelmiş, diyor. Seviniyorum. Okumaya çalışıyor şişenin üstünde yazılanı. Ama seçemiyor. Okuyamamak çok zor biliyor musun? Diyor. Zor olmaz mı? Hele hele çok okuyan bir insan için çok zor olmalı. Maillerimi bile okuyamıyorum diyor. Tam bu arada bana gönderdiği Noel kartı düşüyor aklına, aniden yerinden kalkıp, elinde bir zarfla geri dönüyor. “Bunun nesi yanlış, söyler misin? Neden geri geldi bu? Diye elime tutuşturuyor. Adresleri karıştırmış olduğunu görüyorum. Bunu onu kırmadan nasıl söyleyeceğimi düşünüyorum. Her şey doğru aslında diyorum, sadece şirket adresine göndermişsiniz, fakat şirket adı yok, benim adım var sadece o yüzden diyorum. Şuraya büyük harflerle doğru adresi yazar mısın, diyor. Yazıyorum. Ama diyorum, kart yinede bana ulaştı, bunu evde okuyacağım, diyorum. Hayır, şimdi aç lütfen, diyor. Peki deyip gelişi güzel açmaya çalışıyorum zarfı. Bekle, diyor zarf açacağım var. Bi kaç tane getiriyor. Hepsinin anısını anlatıyor. Evinde ne varsa hepsi ile bi yaşanmışlığı var. Öyle güzel ki. Belkide onu hala ayakta tutan şeyler bunlar diye düşünüyorum. Hatta bi tanesinin tutacak yeri kırılmış, bunu tamir ettirmeliyim, diyor. Şu mesela; Parlementoda çalıştığım dönemlerden, ne çok politikacı, sanatçı kişilerin mektuplarını açtı bu zarf açacağı, diyor. O zarf açacağı ile bende benim zarfımı açıyorum. Berneroberland da dağlık bi bölgede çekilmiş eski bir fotoğraftan kartpostal. Dağların arasında kocaman bir dağ evi. Bak, diyor ben burada doğdum ve çocukluğumun geçtiği yer. Kartın üzerine yazmadım, belki sende bi başkasına gönderirsin diye, diyor. İçine koyduğu kağıda yazdıklarını okuyorum. 

Ne kadar çok anlatacağı şeyler var. Zaten hep o konuşuyor ben dinliyorum. Ben bi şey söylediğimde duyamıyor, duymadığı için anlamıyor, anlamış gibi yapıp bambaşka bi konu ile cevaplıyor. O yüzden zaten bende onu dinlemeyi yeğliyorum. 
İyi geliyor bana Bayan Suzi ile görüşmek, onu dinlemek. Onun bu yaşında bile hayata bağlılığı, yaşam enerjisi, bilgisi ve kültürü. Beni kendime getiriyor. 


Böylece iki saati geride bırakıyoruz. Ben artık gideyim diyorum. Size bi şey soracağım diyor. Bazen sen diyor, bazen siz diyor. Oysa senli benli olmuştuk geçen yıllarda. Önemli değil, bende bazen sen bazen siz diye hitap ediyorum. Buyrun, sizi dinliyorum, diyorum. 
Ben dizimden ameliyat olmayı düşünüyorum, sanırım bir hafta içinde yeniden evde olurum, bu süre içersinde kedilerime bakabilir misin? Diyor. Tabiki bakarım, hiç endişeniz olmasın, diyorum. Nasıl rahatlıyor o anda, gülerek kadehini ağzına götürüyor. Çok teşekkür ederim, bu konuda sana güveneceğimi biliyordum, diyor. Onun bu mutluluğu benide mutlu ediyor. O zaman sana bi anahtar temin etmeliyim, diye elini başına götürüyor. Anahtarın biri Lory’de, biri spitexden gelen bakıcıda, biride bende diye sesli düşünürken, benimkini sana veririm o zaman, diyor. Beni arayın, hemen gelirim, diyorum. Ben artık numaraları görmüyorum ve telefon edemiyorum, diyor. Ev telefonuna bakıyorum. 4 kişinin telefon numarası kocaman harflerle bi tuşa kaydedilmiş. Sadece onları arayabiliyor. Numaramı tekrar istiyor. Şuraya kocaman numaralarla yaz, onuda şu telefona kaydedelim, diyor. Yazıp veriyorum. Bi tuşla kaydetmeyi bilsem ben yapacağım ama beceremiyorum. Kızıyorum kendime. Bunu yakın zamanda bi şekilde halletmeliyim. 

Tam kalkmaya yeltendiğimde, dur, birlikte bi kahve içelim, bu şekilde araba kullanma, ehliyetini kaybetmeni istemem, diyor. Oysa bi şişe şarap daha yarıya bile gelmemiş. İki küçücük kadeh içtik. Peki, diyorum. İkimize kahve yaparken ben, o dolaptan dün sipariş ettiği tatlıları çıkartıyor. Bunu en güzel şu fırın yapıyor biliyorsun değil mi? diyor. Evet biliyorum, bunlar enfes, diyorum. Aslında bilmiyorum. Ne zaman gitsem hep aynı tatlı. Hakkaten güzel tatlılar, ama görsem almayacağım şeyler. Bundan böyle nerede görsem o tatlıları, bayan Suzi olacaklar. 

Bayan Suziyi tanımak isteyenler için ilgili diğer yazılar:

Bayan Suzi ve Üzümleri
Bayan Suzi ve Sevgilisi
Bayan Suzi Düşmüs
Bayan Suzi Ve O Gül