Sayfalar

27 Ocak 2013 Pazar

Şarap ❤ ❤ ❤


Şarapla ilgili bir yazı yazmak sanki boynumun borcuymuş gibi geldi bana..
Severim şarap içmeyi.. Rengi, kadehi, görünüşü, tadı, kokusu, kibarca kadehin ince yerinden kavranan kısmı, herşeyiyle çok estetik bulurum.. Bir çok duyu organıyla yapılan bir şeydir.. Tarihi ve kültürü ilede aynı şekilde.. Çok severim, yaşanmışlığı, kültürü, değerleri olan nesneleri, insanları, uygarlıkları, halkları, halayları, türküleri, şarkıları..

Kelime olarak latinceden "vinum" olarak çok dillerde wein, wine, vino, vin gibi akrabalıkları olsada, türkçede bambaşka olarak "şarap" kelimeside çok hoş gelir bana. "ŞARAP" güzel değilmi?

Günümüzde Fransız, İtalyan, İspanya, Portekiz ve Güney Amerika şarapları öne çıksada tarihçesi Persli yani İran ve Gürcistantana dayandığını öğrendim. Hatta Gürcüce ismi "ghwino" imiş. Ve belirleyici olan sadece Gürcücedeki semantik anlamı, (anlam-bilimi) kaynayan, değişime uğrayan manasını taşırmış.. Tüm bunları tabiki araştırmalarım sonucu öğrendim. Şarap insanı araştırmacı ve öğreticide yapıyor gördüğünüz gibi:))

Sevdiğim şeylerin veya insanların derinine inmeyide çok severim mesela.. Çünkü o derinliklere indiğinde daha fazla tanırsın.. Tanıdıkça ya çok seversin, yada hiç sevmezsin.. Ama bilirsin neden sevdiğini veya sevmedığini.. Bilinçli ve kaliteli yapılmalı, yapılan herşey..

Neyse konudan sapmadan, şarabın nasıl yapıldığını yazmayacağım. Uzmanları bunu yapıyor zaten. Nasıl içileceginide yazmayacağım.. Kuralcı değil, hoşuma nasıl gidiyorsa öyle yapmayı severim. Beyaz etle beyaz şarap, kırmızı etle kırmızı şarap içilir diye bir takıntım yok. Pembe ve kırmızı şarabı severim ben.. Bir öğleden sonrası bir kadeh soğuk bir pembe içmeye bayılırım mesela. Hele bir dostun yada sevdiğin bir insan yanında sana eşlik ediyorsa, hele uzaktan karlı alp dağlarıda selam çakıyorsa o kadeh ikide olur bazen üçte.. İşte o anları yakalayan fotoğraflarım:))
Thuner See, Serpile hosgeldin diyorum:))

Serpil burada yine bir sarap hikayemi anlatirken.. Hatirliyormusun Serpil?
Blausee, Mavigölde pembe..



Akşamları içemem mesela pembe şarabı.. İlla kırmızı olacak.. Soğuk olmayacak ama.. Oda sıcaklığında. Ve sek olacak.. Tatlı ve köpüklü şaraplarıda içemem.

Şarapla birlikte, mumların yanması, radyoda güzel bir şarkıda varsa TSM mesela, birde sohbet edebileceğin biri.. Değmeyin keyfime o zaman.. En mutlu anlardır.. Şarap içmek keyifdir.. Uzun yılların özlemleri giderilir sohbetlerle.. Yaratıcılığımı artırır, daha güzel düşünür, daha güzel konuşur, daha güzel yazarım mesela:) sarhoş olmayı sevmem. Olmamda. Olanlarıda sevmem.. Kararında içilmeli..

Ben şarabı su ile birlikte içerim birde.. Kadehin yanında mutlaka bir bardakta su olur.. Tavsiye ederim.

Glühwein Münsterplatz-Bern
Haa birde noel zamanı içilen sıcak şarap (glühwein) vardır.. Bayılırım.. O soğuklarda içini dışını ısıtır insanın.
Bana özel üretim:)
Bu şarap ise çok özel üretim.. Üzerine çocuklarımızın resmini koydurtmuştu eşim ve yıllar önce doğum günü hediyemdi. Ben onu sakladım, Deniz ve Taylan'ın 18. Doğum gününde içeceğiz:) umarım bozulmamıştır. Her şarap yatırılmıyor biliyorsunuz. Bozulabiliyor..

Birde şarabın faydaları varmış.. Bu bilgiler bana ait değil. İnternetten edindiğim bilgiler.. Ama altına imzamı atarım.. Aynen böyle çünkü.. Özellikle 9. ve 10. noktalar:))

  • Şarap, sindirim bezlerini uyarır; ve mide asidinin işlevini koruduğu, barsak hareketlerini hızlandırdığı ve vitaminlerin, minerallerin emilmesini artırdığı için, vücudun sindirim verimini yükseltir.
  • İştahı artırır ve tat alımını yoğunlaştırır.
  • Böbrekleri uyardığı için su atılımını hızlandırır, idrar miktarını çoğaltır ve metabolizma artıklarının atılımını sağlar.
  • Bakteri ve virüsleri öldürdüğü; ve insanın bağışıklık sistemini harekete geçirdiği için, hastalıklara karşı koruyucu etkisi vardır.
  • Çok korkulan gezgin ishallerinde, zehirleri nötrleştirici etkisinden dolayı faydalıdır.
  • Kemik kireçlenmesini engeller ve özellikle kadınlarda tehlike oluşturan osteoporoza karşı korur.
  • Bioregenerasyon şeklinde de etkilidir, zira artmış aktivite sonucu oluşan mineral kayıplarını karşılar ve vücutta denge ve zindeliği sağlar.
  • Yaşlılığa bağlı, beyin fonksiyonlarındaki azalma, düzenli şarap kullanımı ile yavaşlatılabilir ve ayrıca, beyin kanlanması ve beyin dokusunun oksijenlenmesini artırdığı için, bedensel ve zihinsel aktiviteyi koruyucu etkisi vardır.
  • ❤ Birçok sanatçı ve tarihe geçmiş ünlü kişiliklerden bilindiği üzre, yaratıcılığı ve fantezileri artırır.
  • ❤Rahatlamayi ve stres atılımını kolaylaştırır. 
  • Doğal antioksidanlar içerdiği için, hücre yaşlanmasını yavaşlatır ve kanser ölümlerini azalttığı için,  yaşam süresini uzatır.

Bir Ömer Hayyam dörtlüğünü ile bitireyim bu yazımıda..

Şarap sonsuz hayat kaynağıdir, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.

21 Ocak 2013 Pazartesi

21 Ocak..

Serpil bebek..
"Okumayı pek değil ama yazmayı ezelden severim.. Hızımı alamayacağım yakında bir blogda ben acacağım:)) Yine kendimi tutamadığım ve tuşlara basıldığı an.." diye başlamışım yazıma:) aldığım notlarda gecen yıl bu zamanlar;)) ve tutamamışım kendimi açmışım bir blog. Kafama koyduğumu yapıyorum demekki!! Bu aralar yakınimdakilerin doğum günlerinin arka arkaya gelmesi, doğum günü blogcusuna çevirdi beni:)) yazayımda kayıtlara geçsin istedim.. Belki torunlarımızada ip ucu vermiş olurum:)

Ve şöyle devam etmişim; (biraz değiştirdim yazıyı ama ana hatları ile aynı sayılır)

Yıllar önceydi.. 2. Sınıfa gidiyordum Hendekte.. 15 tatil olmuştu..O zamanlar öyle denirdi.. Şimdi yarı yıl tatili deniyor herhalde.. Ve tatillerde biz hep Mudurnu'daki köyümüze, nineme ve dedeme giderdik.. Dedem gelir bizi alırdı.. Eskiydi o zamanki otobüsler.. Herkes içerde sigara içerdi.. Pis kokardı.. Benide otobüs tutardi o dönemler.. Kusmamak için sürekli yutkunurdum.. Ama bazen kendimi tutamazdım.. Ama bir poşet hep yanımda olurdu.. Cok uzun sürerdi o zamanlar Hendekten Mudurnuya gitmek.. 5 saat kesindi.. Ama biz Cok sevinirdik yinede.. (biz, abim ve ben) Otobüs yolculuğu o zamanlardan kalma bir alışkanlık bende.. Cok severim.. TRT de şarkı ve türkü eşliğinde, otobüsün sesi bir orkestra gibi hala kulaklarımda. Kış ise camlar buğulanırdı.. Buğulanan camlara birşeyler yazmak çizmek yolculuktaki eğlence.. Yılmaz Erdoğan'ın bunu anlatan bir şiiri var, ne zaman dinlesem bu yolculuklarımız aklıma gelir. İşte yine böyle bir yarı yıl tatilinde köye gelmiştik.. Masal kitaplarındaki gibi bembeyaz karla kaplıydı köy.. Ahşap evlerle... Kahverengi ve beyaz renginin hakim olduğu bir yerde tek renk çocukların kızak keyfi.. Dedemin yaptığı kızağın üstüne 5-6 kişi binerdik.. O zamanlar kar giysileri yok tabi üzerimizde.. Ayaklarda Ankara lastiği bir ayakkabı, üstünüzde el örgüsü bir hırka.. Hiç üşümezdik ama.. Bizemi öyle gelirdi? Eve geldigimizde her yerimiz ıslak, işte ancak o zaman anlardık üşüdüğümüzü.. Ninem sobanın üzerindeki yedekte kaynayan suyla ılıştırıp sicak suyla ayaklarımızı yıkamak yerine soğuk suyla yada karla yıkardı.. O zamanlar sinir olurdum ama kadın doğrusunu yapıyormuş.. Zaten onun ne kadar bilge oldugunu çok geç anladık...

Köyümüz gerçekten sevimli bir köydü.. Akşam oturmatına gidilirdi.. Ninem eğer el fenerini iki ayağının arasina alıp kapağını açıp, kibriti çakıp yakıyorsa o feneri, demekki bir komşuya oturmaya gidiliyor.. Sevinirdim;) O gidişlerin detayları hala aklımda..
Fener, Foto Internetten
Dolunay varsa fenere gerek olmazdı.. Yanımızda sönük taşırdık.. Dönüşte karanlık olursa diye.. Ay ışıgında kar'ın rengi, ve üzerindeki adımların sesi, uzaktan gelen çoban köpeklerinin havlama sesleri ile nasıl gizemli, nasıl heyecanlı.. Ninemin eteğine yapışırdım. O varken birşey olmazdı nasıl olsa.. Birşeyden korkmazdı..
Ama benim asıl anlatmak istediğim şey başka.
O yıl başka bir güzellik vardı.. Günümüzün teknolojisi yok.. Telefon falanda yok.. Hatta köyde elektrik bile yok o dönemler.. Gaz lambası var.
Gaz Lambasi
Her akşam, ortalğa karanlık çökünce elde bir kibrit kutusu her odanının lambaları yakılır, fitilleri kısılırdı. Loş bir ışık.. Ne zaman misafir gelse, o aksam lüks denen alet yakılırdı misafir odasına..
Lüks, Foto Internetten..
Çünkü o daha çok aydinlatırdı.. Kimin penceresi daha bir aydınlıksa o evde misafir olduğu anlamına gelirdi.. Ve herkes o aydınlığa giderdi o akşam. Böyle bir Kış gecesinde bizim evin pencereleri ışıl ışıl.. Çünkü o gün Almanyadan bir mektup gelmiş.. Bir kardeşimin doğduğunu yazan.. Ve birde resim.. Öyle bir bebek doğmamıştı o güne kadar.. İkinci sınıftayım o zamanlar artık okuyabiliyorum.. Eskiden postacıya okuturduk gelen mektupları:)) heceleyerekte olsa okudum.. Ben o resmi alıp köyde kapı kapı dolaştım.. Benim kardeşim olmuş, bak buda resmi diyerek.. Kimi sevindi, kimi, "senin artık pabucun dama atıldı" dedi.. Ben o zamanda anlamamıştım bu deyimi.. Halada anlamıyorum;)) İşte o akşam evimizin bütün odalarının ışıl ışıl yanmasının sebebi Serpilin doğumu için kutlamaya gelen misafirlerimizdi.. Onu daha görmeden çok sevmiştim..
O yıl kış ayı çoook uzun sürmüştü.. O Yaz mevsimi sanki topal eşeğe binmişti, bir türlü gelmiyordu..

Nihayet o Temmuz ayı gelmişti. Annem ve babamin yanında çok güzel bir bebek vardı.. Ve o bebek benim kardeşimdi.. Çok anneciydi. Bir hafta sonra alışırdı bize. "Abba, abba" derdi bana ve ayrılmazdı yanımdan.. Avrupalı bir bebegin saçlarını ben keserdim. Köylü kızlarına benzetirdim;)) heryıl yapardım bunu:)) Avrupalı gibi gelir, köylü gibi giderdi.. ama o hep çok güzeldi, saçlarını, kahküllerini yamuk yumuk kessemde:))

Bir gün hiç unutmam, yine bir tatile gelmişler.. 2,5 yaşlarında o zaman.. Ben yine Serpili yanıma almış, çayırda oynuyoruz çocuklarla.. Çayırın çoban köpeği ipinden kopmuş nasil koşarak geliyor üzerimize. Çok azgın bir köpek, herkesin korkulu rüyası.. Biz hepimiz kaçıştık.. Ben Serpili bırakıp kaçtım.. Korku büyük, yusuf yusuf olayı tabi.. Ama gözüm arkada.. İçim acıyor.. Serpilin iki elini açıp "abba abba" diye yalvarışını hiç unutamam.. O koca cüsseli köpek koşarak geldi, Serpili yakaladı, kokladı kokladı ve uzaklaştı.. Hiç birşey yapmadı.. Çoban köpeklerini o yüzden çok severim.. Bir çocuğun çaresizliğini ve masumiyetini görebildi.. Köpek gittikten sonra gittim, kucakladım tabi Serpili.. Ama o an hiç aklımdan gitmez..

Bugün doğum günün.. Gözlerimi kapadım, film şeridi gibi geçenlerdi bunlar senin bebekliğine dair anılarım..

Şimdi yine ayrı ülkelerde, yine tatillerde görüşeceğimiz günleri beklemek düşüyor payımıza.

Otobüs yolculuklarında buğulu camlara adını yazdığım yazılar, lüks lambasının ışıltısı, karda yürüdügüm ses, uzaktan duyduğum köpek sesleri, yamuk kesilmiş kahküller, senin bebekligini hatırlatır bana..

Gördünmü bak, doğumunla birlikte ne anılar katmışsın hayatıma.. Ergenliğini ve yetişkinliğini saymıyorum bile.. Sensiz çok eksik olurdu bu hayat..

İyiki doğdun Serpil.. İyiki varsın..

15 Ocak 2013 Salı

18 e 1 kala.. Deniz & Taylan


Geçen yıl yazmis oldugum bir notu ekliyecegim buraya. O zamanlar bir bloğum yoktu. Ama yazı yazmaya cok önceden başlamıştım.. O yazılardan bu günü anlatan bir yazıyı ekleyerek blog tarihine not düşmek istedim.. Tarihleri ve bazı degişiklikleri yaparak.. Şöyle yazmışım mesela;

17 yıl önce bugün yaşadıklarım, daha dün gibi; :)))

Düsseldorf, 14 Ocak 1996, bir kış aksamı.. Ama kar yok.. Eğlenceli bir akşam Gereksiz konuklarımız var.. Ama kızkardeşimde var.. Bilenler bilir, kendisi bir güldürük makinasıdır. Bende 32 haftalık hamileyim.. 40 haftada doğduğuna göre bir bebek, demekki daha 8 haftam var, yani iki ay.. Işte benim bu güldürük makinası olan kız kardeşim bizi yine o akşam gülmekten kırıp geçiriyor.. Artık nasıl gülüyorsam taaa içimde bir şeyler oluyor.. Aldırmıyorum tabi ben.. Zaman sonra herkes dağılıyor, evlerine gidiyor.. Gecenin 3 ü.. O içimdeki gülmekten oluşan şey, şiddetini artıyor.. Ben iki büklüm kalıyorum.. Nefes almakta zorluk çekiyorum.. Sürüne sürüne aşağıya iniyoruz.. Taksi durağıda hemen orada.. Düsseldorf- Uni klinik diyoruz taksiciye. Taksici beni görünce korkuyor, daha yakın bir hastaneye götüreyim sizi diyor.. Hayır doktorumuz orda diye müdahale ediyoruz.. Taksici uçuyor bu sefer.. Eğer bir yere ulaşmak istiyorsanız, taksicilere hamile rolü yapın:))) ( abim duymasın)
Saat 4 gibi ulaşıyoruz hastaneye.. O andan itibaren bir koşturmaca.. Beni hemen CTG diye bir alete bağlıyorlar.. Buna son bir aydır alışıgim artık.. Karnıma üç kuşak bağlıyorlar, normalde iki kuşak ama benim ikizlerim oldugu icin üç.. Uçları bir makinaya bağlı, ikisi bebeklerin kalp atışlarını ölçüyor, digeri benim sancımı ölçüyormuş.. Benim hissetmedigim sancıyı makina hissediyor yani.. Ama o gece farklı, karnımdaki o ince ama acı ağrıyı o gün bende hissediyorum.. Kandilli rasathanesinde depremi gösteren ölçerler var ya, aynı öyle çıkıyor o akşamki veriler.. O zikzaklar daha sık ve sert.. Belliki icimde şiddetli bir deprem oluyor..
Doktorum daha fazla bekleyemeyiz, sezaryan yapmak zorundayız diyor..
Hemen ameliyathaneye alınıyorum, anestezi doktoru sadece görevini yapmak amaçlı benimle konuşuyor, bir yandan asistanlar beni sezaryana hazırlıyor, biri elimdeki damardan kanal arıyor serum için, digeri karnıma tentirdiyot türü bir sıvı sürüyor, (Belkide tenditdiyot) bir digeri elimde açılan kanaldan birseyler enjekte ediyor.. Herkes arı gibi calişiyor o gece.. Doktorun elindeki neşteri görüyorum.. "Ama ben bayılmadım" diyorum oradakilere.. Biliyoruz diyorlar.. Ondan sonra bir şey hatırlamıyorum..

20 dakika sonra beni yoğun bakıma götürürlerken uyanır gibi oluyorum, eşime sorum şu oluyor, " nasıllar?"
"Çok güzeller" diyor.. sonrasını yine hatırlamıyorum.. Premetüre doğdukları için bebek kilinigine küvoze alınıyorlar..

Ve ben 3 gün sonra kavuşuyorum onlara.. İkiz bebeklerime.. O çirkin ördek yavrularima.. Denize ve Taylana..

Bugün 17 yaşına girdiler ve çok sağlıklılar.. Üstelik çok yakışıklılar galiba.. İyiki varlar, İyiki doğmuşlar!!

( kızkardeşime gelince, o çocukken bir hastalanmıştı, ben onu güldürerek iyileştirmiştim, oda beni yıllar sonra güldürerek erkenden anne olmama neden oldu)

Gülmekten korkmayın.. Ağız dolusu gülün.. "Cok güldük bak Cok agliyacagiz" gibi düşünceleri atın..
Ağlamakta güzeldir, gülmekte..

Ben 15 Ocak'ta hep güleceğim:))))

Bunları yazmışım ben geçen yıl..
Buna ekleyeceğim bir şey yok. Aynen böyle olmuştu çünkü 17 yıl önce bugün.

Miniciklerdi.. Bunlar ne zaman büyüyecek derdim.. Şimdi ise bunlar ne zaman büyüdü diyorum. Nasilda hızlı geçmiş zaman.. Bebekliklerinden aklımda kalan bir kaç şey var..

Örneğin;
Makas, bıçak, iğne gibi bütün delici ve kesici aletlerin adı: "çocuk hayır"
Makas gösterirdim, oglum bu ne? derdim..
Cevap: "Çocuk hayır" dı..

En güldükleri organ: Ayak'tı..

Birine kızdıklarında ettikleri küfür: yine "Ayak" tı..

Çubuk krakerin bir başindan ben bir başından onlardan biri başlayayarak ıssıra ıssıra ortada buluşmaya bayılırdık..

Çok çok çok tatlılardı.. Onlarla oyun oynamaya bayılırdım..
Şimdi eşek kadar oldular:)) artık benimle oynamıyorlar.





Deniz ayagina gülerken:))


Deniz Doktorken..


Ilk yuva ya giderken..


Biz gülerken..

5 Ocak 2013 Cumartesi

Yeni yıl kartlarım...

Sanırım hepsi bu kadar.. Artık bir teşekkür yazısı yazabilirim..

Sevgili birazsoylebirazboyle.blogspot.com blogun sahibi, sevgili Banu'nun başlattığı yilbasi karti etkinligini okudugumda, "evet, bende varım" dedim.. Cok severim çünkü, teknolojiye rağmen hala el yazısı ile bir şeyler karalayıp, o elin sıcaklığını, emeğini hissedebilmeyi..

Şöyle bir şeye benzettim ben bu etkinliği; hani bir düğün olur, bir festival olur, halaylar çekilir, ve sende kalkarsın, hic tanımadığın iki insanin elinden tutar, halaya katılırsın, ve aynı türküye aynı figürlerle ayak uydurursun ve çok eğlenirsin... Aynen böyle oldu.. Önce birer ikişer geldi kartlar, sonra üçer beşer, yilbaşı günü doruga ulaşti, ve yilbasi sonrasida gelen tek tük kartlarımla çok mutluydum.. Zaten konsepti halaya benzettiğim için, hemen hemen herkese aynı yazıyla gönderdiğim kartlarımı "sevgili birazsoylebirazboyle" blogdaşımızın başlattığı bu yılbaşı halayından bir mendilde sana sallayarak, mutlu yıllar dilerim" yazısıyla uçurdum.. Sevgili "minoshka.blogspot.com" Mina, halayın Ankara ucundan katılıyorum diyerek espirili yazısı ile güldürmüştü beni:)

Güzel bir etkinlikti.. Ben ilk kez katildim, çömez bir blogcu olarak, tahminimin üzerinde yılbaşı kartı aldım..

Simdi teşekkür zamanı..


Bu kartlar icin sevgili Ayca, Cansu, yine Cansu ve Hediye'ye çok tesekkür ederim..


Bu kartlar için sevgili Eda'ya (edabella.blogspot.com), sevgili Mihriban'a (huznuntadi.blogspot.com), sevgili Elif Ceren ve Gülçin'e (tezatrenkler.blogspot.com) ve Sevgili Hazan'a (bosdefter.blogspot.com) çok tesekkür ederim..

Bu kartlar icin sevgili Mina'ya (minoshka.blogspot.com), taaaa Singapurlardan gelen sevgili A-H (biradambirkadin.blogspot.com), ve sevgili Hatice'ye (cepaynasi.blogspot.com) ayrica Hatice'nin el emegi göz nuru, ucu bir karanfile benzeyen igne oyasi ayraci icin çok çok tesekkür ederim.. Ben o kitap ayracini bir kaç gün sonra fakettim zarfin içinde, ikinci kez sevindim:))

Bu kartlar için, sevgili çigdem'e (ccbuletin.blogspot.com), sevgili Yasemen'e (myblog42-42.blogspot.com), sevgili Seda'ya (sedasolar.blogspot.com) ve bu etkinligin mimari sevgili Banu'ya (birazsoylebirazboyle.blogspot.com) çok çok çok tesekkür ederim...


Ve son olarak sevgili Zeynep'e (zeynepozmenunlu.blogspot.com) , sevgili Özlem'e (macerakitabim.blogspot.com) cok tesekkür ederim..