Sayfalar

26 Kasım 2017 Pazar

İğde Hikayesi..

Mevsim kendine yakıştığı gibi devam ediyor. Çok soğuk. Kar yağdı yağacak. Dağlara çoktan yağdı. Şehrede bu gece inebilir. Sokak lambalarının sarı ışıklarına bakıyorum ara ara, düşüyorlar mı diye? Henüz yok. Her mevsimin doğasını çok seviyorum. Fakat sonbahar bambaşkaydı sanki bu sene. Yürüme sebebim oldu, ve alışkanlığa dönüştürdü. Karda yürümekte güzeldir eminim. Şarkı sözü bile yapıldığına göre kesin güzeldir. 

Geçen hafta kısa bir İstanbul gezim oldu. Planlı bir şey değildi. Zaten Türkiye'den döneli iki ay bile olmamıştı. Niye gideydimki? Ama gitmem için bir sürü nedenim vardı. Diş bakımı için zaten gitmem gerekiyordu. Unuttuğum Fotoğraf makinamı almam gerekiyordu. E madem gittim, kuafördü, yeni gözlüktü ne varsa aradan çıkmalıydı. Birde dövme istiyordum ama ona vakit kalmadı. İstanbul'u anlatmayacağım. Fakat Balat'ta gezerken iğde görmüştüm. Çok sevdiğimi bilen arkadaşım minik bir kese kağıdına 200 gram kadar almıştı. Yemeyi unuttuğumuz için, dönüşte elime sıkıştırdı. Bavuluma atıverdim. Çocukluğuma götüren şeylerdendir iğde. Kış mevsiminde ne yakışır. Yıllarca yiyememiştim. Çünkü Avrupa'da iğde diye bir şey yok. Kimse tanımıyor. Satılmıyorda. Bizim gençlerde yeni gördü. Meyve mi bu diye sordular? Cevap veremedim. Ne ki iğde? Meyve mi, yemiş mi, yoksa fındık, fıstık gibi bir şey mi? Zeytin mi mesela. Evet, pamuklu tatlı zeytin diyebiliriz. Sonra Almanca adına baktılar Google den. Bulamadılar. Çok enterasan geldi onlara iğde. Sonra Türkçe araştırdılar iğdeyi. Nelere iyi gelmiyormuşki? 
Şu alttaki bilgileri okuyunca 200 gram İğde dişimizin kovuğuna yetmedi. 

"Vitamin deposudur. halk arasında çıcıcılık, cışkan, pisat olarak bilinir.

İğdenin faydaları;

- ishali durdurur
- öksürüğe iyi gelir
- vucüt direncini artırır
- bağırsağa faydalıdır
- idrar sorunlarını düzenler
- mide bulantısını ve kusmayı önler
- ağzı temizler
- soğuk alğınlığına iyi gelir
- grip önleyicidir
- cinselliği artırır
- egzamayı giderir
- böbrekleri çalıştırır

İğdenin zararları : 
İğde meyvesi fazla yenildiğinde kabızlık yapar" (kaynak milliyet haber)

İğde ile ilgili bir hikayemde var. Onuda anlatmadan edemeyeceğim. 

Cumartesi kurulurdu  Mudurnuda pazar yeri. Köylerden traktörlere biner öyle giderdik. Ninem tereyağı ve peynir satardı pazarda. Bir tek ineği vardı. Bir haftada bir kalıp tereyağı ve bir kaç kalıp peynir çıkarıdı.  Çok beklemez hemen satılırdı zaten. Sonra kazandığı para ile evin eksiklerini alırdı. İşte bu sıvı yağ, tuz, yada tüp olurdu. Çünkü meyve, sebze, ekmek, et, süt her şeyi köyde kendi üretimleriydi. 

Bir kış günüydü. Pazar'dan çıkarken bir sepetin içinde iğdeleri gördüm. Kırmızı, bordo kabuklu iğdelerin üzerine kar yağıyordu. Ninemin elinden tutmuş, iğde sepeti ile gözlerim birbirine yapışmıştı. Gözlerim arkada ben önde öylece gittim. Şunu istiyorum diyemedim ben hiç. Oysa istesem alırdı belki. Parası yetmezde alamazsa daha çok üzüleceğimi düşünürdüm. 
Sonra ayrıldı gözlerim iğde sepetinden. Bir dükkanda diğer pazarcıları beklemeye başladık. Çünkü köyden hep birlikte gelinir, birlikte dönülürdü. Yanan sobanın başında üşümüş ellerimi ısıtırken, ninem sepetinden boş bir şişe çıkardı, "töh, gaz yağı almayı unutduk, gızım gı" dedi. Sen otur ben alıp geleyim diye, çıktı. Ben yine ses etmeden, başımı bi aşağı bi yukarı salladım. Çok uzun gelmişti bana o bekleme. Hatırlıyorum. Ağladım ağlayacağım. Diğer pazarcılarda bitirdi işini, artık döneceğiz. Traktör çalıştı, ninemi bekliyoruz. Uzaktan seyiterek (koşarak) geldiğini gördüm. Ayağında Ankara lastiği, pazen şalvarı belinde ve kahverengi-siyah kareli Göynük örtüsü başında. Bindi traktöre. Ben yanıbaşında. Köye geldik. Akşam gaz lambasını yakıp, elinde bir kase iğde ile gelişini hiç unutmuyorum. Belkide bu yüzden çok seviyorum iğdeyi. Ninemide.. 


5 Kasım 2017 Pazar

Bayan Susi Ve Üzümleri..

Masamın üzerinde bir not. Bayan Susi aradı, geri aramanızı istedi. Tel no bu. Aradım. Çıkmadı. Bir zaman sonra yine aradım, yine çıkmadı. Ertesi gün unuttum. Yine beni aramış. Yine ben yoktum. Sonra ben onu aradım. Bu böyle günlerce sürdü. Ulaşamadık birbirimize. Sonra her saat başı aradım. Telefon açıldı. Nihayet aradınız, dedi. Hep aradım ama bi türlü yakalayamadık birbirimizi, nasılsınız dedim. Üzümler, dedi. Zamanı geçmek üzere. Siz çok seviyorsunuz, gelin ve toplayın dedi. Ben evde olmasamda, bahçedeki masanın üzerine hem sepet, hem makas bırakırım, dedi. Her yıl bu zamanlarda olur çocukluğumda yediğim o morumsu kokulu üzümler. Ve her yıl bu zamanlar arar beni Bayan Susi. Şimdi gelebilir miyim, evde olacak mısınız, diye sordum. Evet, bugün evdeyim, dedi. Geçen yıldan kalma bir iki sepeti aldım, atladım arabaya ona gittim. Ve her zamanki gibi onun sokağına girişi kaçırdım. Sanki her şey, her yıl bu zamanlarda aynı oluyordu. Çok güzel nezih bir semtte, bahçeli bir evde oturuyor. Sonbaharın oradada çok güzel göründüğünü hatırlıyorum, o sokağa girdiğimde. Güneş sızıyor renkli ağaç dalları arasından. Zile basmak için kapıya yöneldiğimde kapının aralık olduğunu görüyorum. Ben yinede zile basıp, yüksek sesle bayan Susi, bayan Susi diye seslenerek içeri giriyorum. Nerdesiniz siz,üzümler çürümek üzere? Diyerek karşılıyor beni. İşte burdayım, diyorum. Şarap içermişsiniz diye soruyor. Alırım bir kadeh diyorum. Balkonda mı oturalım, diyor. Evet güzel olur diyorum. İlk kez balkonda oturacağını söylüyor. Ona yardım ediyorum, masa ve sandalyeleri düzeltirken. Sonra antika bir dolaptan eski şarap kadehi çıkarıyor, bu kadehler artık yok, benim çocukluğumdan bunlar, o yüzden değerli diyor. Dikkatle iki kadeh alıp, mutfaktan şarabı alıp balkona oturuyoruz. Güneş yazdan kalma gibi, üzerimizdeki ceketleri çıkarıyoruz. Kurabiye yapmıştım onlardanda getireyim diyor. İlk kez kurabiye ile şarap içiyorum. İki kedisi ile birlikte yaşıyor. Bir kedisi geliyor yanımıza. Bu gelir diyor, öbürü gelmez. Öbürü başına buyruk biraz diye gururla anlatıyor. Sokakta buldum onu diyor. Hasta olmamam lazım, onlara bakacak kimsem yok diyor. Onlar için yıllarca tatil yapmadım diyor. Belkide bu anlayış onu hayatta tutuyor diye, ben bakarım diyemiyorum. Dinliyorum sadece onu. Konuşmayı özlemiş. Sadece o konuşuyor. Ben dinliyorum. Anlattıklarından sonra bir şey sormaya yelteniyorum, yine anlatıyor iştahlı iştahlı, susup dinliyorum yine. Ama güzel konuşuyor. Birikimi çok. 87 yaşında. Hep yalnız yaşamış. Hiç evlenmemiş. Parlementoda yazı işlerinde çalışmış. Dünya politikası ile hala ilgili. Bir ara Erdoğan'ı sordu, onu geçelim dedim. Dünyanın liderlik anlayışı değişti, diyor. Bir delide Amerika'da var diyor. Merkelin politikalarınıda sevmediğini söylüyor. 

Üzülmeri toplayalım mı? Diyor birden bire. Toplarız daha diyorum, ikinci kadehi dolduruyorum. Sigara yakıyorum. İyiki sigara içiyorsunuz, ben hiç içmedim, ama sigara içenlerede hiç hor gözle bakmadım, ve yanımda içilmesinden hiç rahatsız olmadım,  herkesin kendi bileceği bir şey diyor. Rahatlıyorum öyle deyince. Gerçi balkonda açık havadayız. Ama hep içmeyene gider ya o duman, ondan rahatsız oluyorum. Elimle dumanın gidiş yönünü bozuyorum. Rahatsız olmuyorum, diyor, ve konuşmasına devam ediyor. Geçen hafta bir dağ restoranında mezun olduğu dönem arkadaşları ile buluşma gerçekleşmiş. Okulun 100. Yılıymış üstelik. Hiç kimseyi tanımadım diyor, zaten bir çoğu göçüp gitmiş. O zamanlarda bana aşık biri varmış, şimdi anlatıyor diyor gülerek ve sağ eli ile saçlarını düzelterek. Can kulağı ile dinliyorum. Ve hareketlerini gözlemliyorum. 87 yaşında hayata sıkı sıkı bağlı. 

Bi ara, araya girmeyi başarıyor ve soru soruyorum. (Bizim ortak noktamız bay Anliker. Bizde çalışan emekli bir amcamızdı. Her gün öğle yemeği zamanı onu ziyaret ederdi bayan Susi) Bay Anliker nasıl diyorum. Hasta diyor. Artık kendi başına buraya gelemiyor. Gidip almam gerekiyor. O iyileşirse, ve buraya gelirse sizde gelin, diyor. Seve seve gelirim diyorum. Kaç yıllık arkadaşsınız diye soruyorum. 60 yıllık diyor. Peki sadece arkadaş mısınız, sevgilide oldunuz mu diyorum. Sevgilide olduk diyor. Bay Anliker evlenmeden önce tanışıyorduk, ama arkadaştık. Sonra ben İngiltere'ye gittim, o evlendi. Hala evli. Ben döndükten sonra görüştük, kırk yıldır hala görüşüyoruz, diyor. Benden beş yaş küçük o biliyor musunuz? Diyor yine elleriyle saçlarını okşayıp, uzaklara bakarak. Ama sanırım artık gelemeyecek diyor. Çok dürüst, çok anlayışlı, çok centilmen bir adamdır diyor. Evet, tanıdım, birlikte çalıştık, aynı sizin gibi düşünüyorum, diyorum üçüncü kadehi doldururken. Ne güzel bir gün değil mi diyor. Harika bir gün diyorum. Daha sık görüşelim diyor. Aynı fikirde olduğumu söylüyorum. Söz veriyorum, yine geleceğim, diyorum. Masaya tekrar dönmek üzere, bahçeye iniyoruz. O güzel mis kokulu üzüm salkımlarının kesiyorum tek tek. Bunlar bize doğanın bir hediyesi diyor. Kuşlar hepsini bitiremiyor, Bunlar arta kalanlar. Ziyan olmasın. Topluyorum bir sepet. Bunlar yeter, yine geleceğim diyorum. Lütfen, diyor, hatta seneye farklı yapalım, ben aramayım sizi, gelin ve alın diyor. Seneye  yaşarsam tabi diye ekliyor yine gülerek. Tekrar yukarı çıkıyoruz. Balkonda yarım kalan kadehlerimizi içiyoruz. Fotoğraf çekilelim mi diyorum. Tabiki diyor. Yayınlayabilir miyim diyorum. Bunada evet diyor. Ninem aklıma geliyor böyle zamanlarda, yada köydeki diğer kadınlar. "Aman böyle çekme, pek çikinim bugün, üstüm başım iyi değil, benim gibi gocagarıyı kim neylesin" diye karşı çıkışları. Bayan Susi'de hiç öyle bir tavır yok. Kendinden gayet emin.

Kalkarken masadaki bardakları ve diğer eşyaları mutfağa götürüyorum. Bardakları yıkayıp dolaba yerleştirirken Bay Anliker'in içtiği kahverengi puro şeklindeki sigara paketlerini görüyorum. Onun için almış belli. Acaba tekrar buraya gelip, bunları içebilecek mi diye düşünürken içimi bir burukluk kaplıyor. Bardakları yerleştirip hemen kapatıyorum dolabın kapağınıı. 

Ayrılırken, eğer bir kaç gün bir yere gitmek isterseniz kedilere ben seve seve bakarım, diyebildim sadece. Kucaklaştık..