Yazamıyorum artık. Kelimelerim lal, cümlelerim kör, bloğum topal.. Bilmiyorum kaç akşamdır yazayım diye oturuyorum.. yazıyorum bir şeyler, hiç içime sinmiyor, siliyorum.. Boşveriyorum sonra.. Akamayan dere gibiyim. Eh derede dolar taşar bir gün. Sabırlıyım.. Bekliyorum.
Sadece yazmak mı? Hayır.. Bir film bile izlemek istemiyorum.. Kitap okumak mı? Zaten kitap kurdu hiç olamadım:( Günlerdir başucumda yüzükapak yatırdığım kitabın adı bile aklımda değil.
Birazdan yatmaya gittiğimde hatırlarım herhalde.. Ama okuyacağımı sanmıyorum. Yatarken radyo tiyatrosu dinliyorum bir süredir kulaklığımla. Ertesi gün unutuyorum, ben ne dinlemiştim diye zorluyorum beynimi. Yok! Nuh diyor, peygamber demiyor. Ne severdim çocukken, gaz lambası eşliğinde, pilli radyodan arkası yarın yada radyo tiyatrosu dinlemeyi. Sedirin önüne çöker kulağımı radyoya yapıştırırdım. Şimdide çok seviyorum da, ertesi gün hatırlamıyorum ne dinlediğimi. Sanırım beynim kendini resetliyor bu ara. Bir geçiş dönemi..
Ne yapıyorum böyle dönemlerde? Oluruna bırakıyorum. Göğe dikiyorum gözümü.. Uzun uzun bakıyorum. Trene bakar gibi değil ama. Sanki gök yüzünde ağır çekim tenis oynanıyorda ona bakar gibi. Yağmur yağıyor, rüzgar esiyor, sonra çayır-çimen kokusu yükseliyor.. Bir yerlerden güneş vuruyor, yağmur yağarken. Gökkuşağını arıyorum bu sefer, kamelyon gibi başımı her yana çevirerek. Ve işte orda Gökkuşağı 🌈.
Sanırım görmek istediğimi görüyorum ben. Biraz geç oluyor, birazda güç oluyor ama görüyorum.
Hafta içi bir gündü. Durup dururken dağlar, göller beni çağırdı. Gittim.. Arkadaşıma sordum gelmek ister misin diye? Seninle her yere giderim dedi. Sabahın köründe buluştuk yine. İyi geliyor bana dağlar, göller. Buzul gölleri. Dizlerime kadar girebiliyorum o sopsoğuk göle. Yaşamım gibi. Hep yarım yarımdı yaşadığım her şey. Ben hep bu yarım yarım yaşadıklarımda yetinmeyi bildim. Aaaa bak bu konuda dün bir karikatür gördüm. Pek hoşuma gitti. Şimdi nerde gördüğümü unuttum iyi mi? Bu her şeyi unutma hiç iyiye alamet değil ya, du bakalım?
İşte o gün gezimizden sonra eve geldim, ellerimi kilitlerim, alnıma koydum, hayata teşekkür ettim. Yetmedi, üç kere, beş kere, onbeş kere, yüz kere teşekkür ettim. Doyamıyordum teşekkür etmelere. Herşeye rağmen. Artık kendi dar alanımı koruyorum mutlu olma adına. Bir çoğumuz gibi.. Yok çünkü başka çare..
Nereye baksam ölüm, taciz, baskı, şiddet. Ölümü sevdirdiler sonunda millete. Yok, ben sevmiyorum hala. Herkes yaşamalı, yaşlı ve yorgun olduğu için kendi eceli ile göç etmeli. Ölüm öyle güzel bir şeyse eğer, kendileri veya kendilerinden biri ölüversin o zaman. "Biz bu millete efendi değil, hizmetkar olmaya geldik" diyorlar. Ben anlamadım bu işten bir şey. Bunlar hizmetli unutmuş kar'a takılmış gibiler..
Bak işte, yine yazım döndü dolaştı siyasete girdi. O gün bile, hani şu dağlarda gezi yaparken konular dönüyor dolaşıyor o'na geliyordu. Bende hep böyle oluyor.. Bundan nasıl kurtulabilirim??
Güya Türkçe tv lere bakmıyorum. Ama Alman tv lerinde çıkıyor bu sefer karşıma. Almanya'da yapılacak seçimler için Alman vatandaşlığını almış, seçme hakkını kullanacaklara "kimseyi seçmeyin, seçimleri boykot edin" diye çağrıda bulunmuş. Bakele, sayın Erduvan ben özgür irademi kullanıp seçme hakkı mı kullanabilir miyim? Bana karışmaz mısın lütfen!
Benim derdim bana yetiyor, birde sen girme evime, hayatıma. Çok rica ediyorum.. Teşekkür ederim!