Sayfalar

14 Eylül 2014 Pazar

Bizim köyün halları 2.. Kına gecesi.

Bindalli gelinler.. Fotograf Yasemin C.



Çıkan hafta Aşevlerin gızı gelin oduu. Cümee gün gına, cümerteside düğünü varıdı. Geçen ay Abant Bayramı'na gide gibi omadı bu sefer. Herkes eğlenmeye hesret mi gamış bilmen ben, herkes can atıbatı bende gidecen deye.. Iyi bayrı dedim, böne şeyle insanınan olur. Gittik, hersey iyiydi gözledi.. Emme bu seferde benim dadım duzum yoğudu. 
Neden derseniz? Gitmeden iki gün önce Seybaların Zehraabaya gittim. Aşevde kimse yok, yukarıeve çıktım o dik merdivenleden.. Bu Zehraaba bu merdivenleri inip çıkakan mı bu gada dinç galdı bilmen ben, emme ben yukarı çıkana gada duravadım (Yoruldum). Misefir odasına girdim, baktım, yazmasının iki ucunu kulaklarının arkasına gomuş, akçacık döşünden görünen iç göyneğindeki yorgan iğnesini arayıp duru. Sağ elinin orta parmağındaki gümüş dikiş yüzüğü çarptı ilkipta (önce) gözüme. Yere oturmuş yorgan dikibatı. Golay gesin bakam, dedim. Hoşgediin, dedi.. Neppatsınız, (ne yapıyorsunuz) dedim. Alamanyadaki torunlarına birer yorgan dikiyormuş.. Bunlarınan gözlenizi ne yorubatsınız, bu yorganları ollara götürmezle dedim. Öne deme, pek garnım dakılıyor o çocuklara dedi. Burda onlar için bir şey yapmak göynümü rahatlatıyo, dedi. Bi şey deyemedim. 
Baktım pencere kenarındaki sedirde, Eminaların Fakriye gız, elinde filkete, iğne oyası yappatı. Yaninda Huri gız, Safiye gelin, Öteevlerin Kadriye aba, Çayırın Mürvet gız, gelini Aşa (Ayşe) oturubatla.. Birinin elinde, tentene, birinin elinde paspas, birinin elinde iğne, habire hem dürtüyola, hem çene çalıyola. Fakriye gız, el el üstünde, el şey üsünde öne oturup durma, al şu tığı, acık filkete çek dedi.. Çektim galan birez. Emme ben oraya başka bir şey için gitmiştim. Cümee gün gına gecesi va.. Gelinle bindal giye, gızla üçetek. Bende bindal yok.. Herkes gelinlerine verecek bindalı. Dedlm Zehraaba'da Sebiha abanın bindalı duruyordur, unna nasıl osa Alamanyadala, o gece bana ödünç veririmi deye soracan, emme dilim bir türlü vamayo. Çayırın Aşa gelin, sen ne giyecen deyince, birden soruverdim. Zehraaba, dedim senin Alamanyadaki gelinin bindalını giysem nasıl olur? Şööne bir oturdu önce, oluuur, dedi. İğneyi yorgana sapladı, yüklüğün önündeki sandığa doğru gitti.. Çömdü sandığın önüne. El örgüsü, kahverengi yeleğinin içine diktiği pazen cebine el attı. Bir enehter çıkarttı. Elleri titriyordu. Sandığın üçgen duran örtüsünü kaldırdı, bismillah çekerek açtı sandığı. Odayı bir naftalin gokusu sardı.. Sandığın içinde herşey dürülü, akcacık, gar gibi bohçanın içindeydi. Neyin içinde ne var biliyordu.. Bildiği o bohçayı çıkardı, ve özenle açtı.. Açarken, ağzının titreyip büzüldüğünü gödüm. Ağlamamak için kendini zor dutubatı.  Bohçanın içinden mor kadife üzerine altın sırma işlemeli çok güzel, ağır  bir bindal çıkardı. Başka bir bohçadan altın kemer ve başa giyilen çatkı'yı çıkardı. Ağlamıyordu güya.. Gözünden kendiliğinden akan yaşlar, burnunun kenarından dudağınına birikince, onlarıda diğer acıları gibi içine atarak yutmaya çalışıyordu. İçim titredi. Baktım olacak gibi değil. Her bindal çok özel ve bir sahibi var. Ve sahibinden başkası onu taşıyamaz. Kültürü, geleneği, folkloru olan bir giysi.  Ona dokunmam bile abes geldi.  Sadece bakabilirdim. 

Yok çok sağolun, emme ben giyemeyecem bunu dedim. Neye ki? Dedi. Yok,dedlm bu bindal Sabiha yengemin, ondan başkasına yakışmaz. Yakışsa yakışsa onun gızlarına ve gelinlerine yakışır, dedim. Onları bu bindalın içinde görmeye ömrüm yetemi bilmem, deyerek yine özenle bohçalayıp, yerleştirdi sandığın içine. Kapağını kilitledi. Enehteri yine yeleğinin iç cebine godu. Biz gidem galan. Aşam olubatı, adamla geli birezden, maldız'da yimeğim varıdı, dedim, galktım eve gedim. Gedim emme, içim içimi kemirip duru.. Feysbıktan Serpil gıza yazdım. Dedim, böne böne, Zehraaba sizi gömek isteyo. Yüklüyün ben gelemen, dedi. Selver gıza yazdım, çok yoğunun dedi. Çocukların okulu falan dedi.. Yoğunun ne demek gıı? Pek sinirlendim, sığırınız sıpanız mı va, bahçanız bostanının mı vaa? diyesim gedi, emme ses edemedim. Ben annamayon, bu goca şeherlerde yaşayanla, ne yapıyorda zamanları gamayo. Bir "çok yoğunuz" deyolla başka bir şey demeyolla. Her şeyleni makineyle yapıp durulla, emme çok yoğunla? Ibrem oğlana yazdım.. Nerasın? Cevap bile alamadım. Serdar oğlana ulaşamadım bile.. 
Bunları söylemedim galan Zehraabaya, gücü gurumasın deye. 

Eminaların Yüksel ablaya çiçekli basmadan diktirdiğim elbiseyi giydim. ( köyün Cemil İpekçi'sidir) pek gözel dike, çok gözel oturdu üzerime.. Traktörünen gittik Mudurnuya, gınaya.   Köyün gızlarıda, gelinleride pek gözeldi. 
Gına yakılırkan Fakriye aba, birde Mudurnudan bi gadın tef çaldıla, türkü çığırdıla.. Gelinnen anası nece ağladılar. Emine gız bu benim ilküdünüm (ilk evlat), çok zorumuş giz vemek dedi. Neyse parı oynadık, parı ağladık gınayı bitirdik.. 

Düğün Bolu'da olacakmış.. Biz ettiyarla gitmedik galan. Gafam dangıl dungul çalgıları galdırmıyo. Gündüz "gelin amaya" gidemde, gelini uğurlayam bayrı dedim. Sığır sıpadan vakıt bulupta gidene gadaa nerdeyse yetişemeyordum. Baktım davulla çalıbatı kapının ününde, adamla tahta gaşıklarınan pek gözel oynadıla. Sonra Gelin çıktı gapıdan, dedesi İbrem abenin elini öptü, ibrem abe, "ağzın datlı, yuvan mutlu osun, hayırlı uğurlu osun gızım, dedi, elinin tersiyle gözleni sildi.. Gucaklaştıla.. Sona hepimizinen vadalaştıla. 

Bu haftada böne geçti.. Ölmezde sağ galısam yazarın gene.. Hading galın sağlıcağınan. 

( Mudurnu şivesi ile yazılmıştır.. Tamamen kurgudur) 


12 Eylül 2014 Cuma

Bittiiii!!!

Nihayet!!! Ama dokuz doğurduk.. Burda görülen Taylan'ın uni'ye geçiş tezi "matura" denilen meret.. Neler gelmediki başa? Tatil dönüşü bagaj kayboldu, içinde bu tezin bulunduğu bilgisayarla. Kitaplar içinde. Sonra bavullar ulaştı. Ama kitaplar yoktu.. Ah benim dağınık oğullarım. Meğer Türkiye'de unutulmuş. 12 Eylül, saat tam 12 de teslim edilecek. Zaman dar, sabır taşı çatlamış, sinirler gergin.. Hop oturup hop kalkıyorum.. Sonra, bıraktım.. Hiç bir şeye karışmıyorum, nasıl yaparsan yap, dedim. Yazdı, bitirdi.. Ama bu yazılanları biri okuyup, varsa yanlışları düzeltmesi gerekiyordu.. Tanıdığı birine sordu.. Fransa'ya gitmiş, ve odasında interneti olmadığını öğrendi.. Sonra okulda bir afiş gördü.. "Matura okunur, ve düzetilir" diye. (Matura okunur ve düzeltilir, evet komik oldu biraz, iste buna benzer bir ilan gördü) O afişteki kadına ulaştı e-posta ile. O kadında, İspanya'da tatilde olduğunu, vakti olmadığı yanıtını aldı. Sonra, bir sohbet esnasında bir arkadaşımın Germanistik okuduğunu söyledim. Ama onunla yıllardır görüşmüyorum dedim. Hatırlıyorum o ablayı, dedi Taylan. Ilginç geldi bana hatırlaması. 5 yaşlarında falandılar. Ama bu abla her hafta gelir bunlarla oynamaya bayılırdı, ve çok severdi. Demekki akıllarında kalmış. O ablaya gönderirsem olur mu? Dedi.. Bilmem, ben o ablayla yıllar oldu, görüşmedim dedim. Ama sizi severdi, istersen sen bir yaz ve sor, dedim. Yazmış.. Yanıtta hiç gecikmemiş.. Seve seve okuyacağını, ve elinden geleni yapacağını söylemiş. 26 sayfalık bir yazıyı 3 günde okuyup önerilerde bulunmasıda, hatırı sayılır bir zaman harcadığını gösteriyor.. Dün bütün gece o düzeltmelerle geçti. Bugün matbaaya gidip 3 adet basılıp ciltlendi. Yani, 12 Eylül, saat 12 ye yetişti.. Ama akla karayi seçtik. Derin bir nefes ohhhh, çok şükür!! 
Bu Matura denilen şey doktora tezinin yavrusu gibi bir şey ve önemli. 

Ama bundan kendime bir ders çıkardım, bir anne olarak çırpınmak bi şeye yaramıyor. O sorumluluğu tamemen ona bırakınca oluyor bu iş. Sadece o birşeyler anlatırsa dinliyordum, ama hiç yorum yapmıyordum. Ve hakikaten yaptı.. Ha nasıl bir not alır bilemiyorum. Ama elinden geleni yaptı.. Bundan sonrasıda var daha. Örneğin haftaya bunun kısa İngilizce bir sunumunu yapacak. Iki ay sonrada Almanca sunumunu yapacak. Ama işin zor kısmını atlattık. 
Tez konusu; eSport, yani elektronik spor. Bilgisayar oyunları. Kimler oynuyor, neden oynuyor, psikolojik boyutu, fizyolojik boyutu, ekonomik boyutu, hangi ülkeler filan uzun bir araştırma sonucu yazdıkları. Ben okudum, hiç bir bok anlamadım.. Belki konuya çok uzak olduğum için. Ama konu aslında dünyayı saran bir şey olduğunu öğrendim. 
Bu süreçte olaydan haberi olan ve benim mızmızlığımı çeken yakınlarıma, ve kısa sürede bu tez'e göz atıp, düzeltmesi gereken yerlerin altını çizen, o Almanya'daki Nurten ablasına çok teşekkür ediyorum.. Ucu ucunada olsa, başardı Taylan.. Kime çekmiş bilmem ki? :)) laf aramızda, herşeyi erteleyip son dakkaya bırakan benim.. Pssst.. Duymasın. 

Bir 12 Eylül daha ömrümüzü yedi...

2 Eylül 2014 Salı

Işin bokunu çıkarmamak lazım..




Adalara Fayton yakisiyor.
Dün haberlerde izlemiştim.. Adalarda Faytonlar kaldırılacakmış. Gerekçe; hayvanlara eziyet ediliyormuş, sözde! Hatta bayılan atların görüntüleride vardı.. Insanları etkilemek çok kolay tabi, bir çoğunun kendi düşüncesi olmadığından birileri hep bir taş atar o kuyuya.. Bunu duyan Hak ve özgürlük savunucuları, hayvan halkları savunucuları, sivil toplum örgütleri  vs. Tamam duyarlı olmak güzel. Yanlış bir şeye karşı duruşta güzel. Ama bilinçli karşı durmak, haklı karşı durmak en güzelidir. En son ve en güzel örneği "gezi parkı" dır.. 

Bilmiyorum, İstanbul büyük şehir belediyesi mi, yoksa adalar Belediyesi mi, nasıl bir rant peşine düşmüşlerse, birden bire Adalardaki faytonlara göz dikip, sanki, hep insan, hayvan, doğa haklarına sahip çıkarmış gibi medyaya, atların çektiği eziyeti göstererek dikkat çekmeye başladı. Bunuda öyle güzel, öyle damardan girerek manipule ettilerki, bu sözünü ettiğim savunucularda halay başı olup şöyle bir zılgıt çektiler;  "Yazın 40 derece sıcağın altında, kocaman arabayı ve arabada oturanları çekmek zorunda olan, aç aç çalıştırılan, susuzluktan yollarda bayılan, kırbaçlanan, tekmelenen, dili kesilen, tüm yaz sömürüldükten sonra kışın soğuğa terk edilen atlara yaşatılan zulüm adaları kirletmektedir" diyerek döküldüler sokaklara. 

Şimdi, bazı şeylerinde ne suyunu nede bokunu çıkarmamak gerek. Yani abartmamak gerek. 

Suyunu deyince, en son önemli bir hastalığa (ALS)  çekmek için yapılan meydan okuma eylemi bir showa dönüştü.. Oysa diğer ülkelerde bilinçli ve farklı yapıldı bu iş. Ülkemin aktivistleride, solcularıda, entelleride bir değişik.. Biri yazmıştı, twitterde. Herkes buzlu suyu kayasından aşağıya dökünce "işin suyunu çıkardılar" diye. Evet, bencede öyle olmuştu.
Şimdide, Adalardaki atlar ve faytonlar için diyorum, Işin bokunu çıkarmayın. Ha birde o var, argümanların içinde. Atlar bokları ile kirletiyormuş Adaları.. Hadi canım? 
Doğru, motorlu taşıt taşıt gelince ortalık at boku kokmayacak? Senin hissetmediğin ama çok daha etkileyici kokular olacak. Evet, sen atlara binmeyerek kurtaracaksın dünyayı, ama sana bindiklerinin farkında bile olmayacaksın. Yiyeyim senin aktivistliğini ve karşı duruşunu. 

Burada, yani Isviçre'de fayton kullanılan yerler var.. Yazın göl kenarında, kışın dağlarda kızaklarla. Ama atların bakımı tam teşekküllü. 

En son bu sene 19 Mayıs ta arkadaşlarımla birlikte gitmiştik Büyükada'ya.. Öyle bir kalabalık görmedim. Bayram dolayısı ile sanıyorum öyle kalabalıktı. Fayton kuyruğu çoktu. Yürüyerek gittik önce.. Ayayorgi kilisesine çıkmak için kilometrelerce yürüyorsun, ve çok uzun o yol. İsviçreli arkadaşlarım bayıldı faytonlara. Bende öyle.  Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Fayton yakışıyor Adalara. Bence bu hayvan koruma dernekleri, o hayvanların daha iyi şartlarda yaşaması ve çalışması için bir şeyler yapmalı. Çünkü atlar, kedi, köpek, hamster gibi evde beslenen süs hayvanları değil. Onlar yararlanılacak hayvanlar.. O hayvanların yaşam koşulları için ayaklanmalı bence. Nal bakımı mesela, öğlen sıcağında çıkarmamak mesela, yemi, suyu, bakımı vs. Evet, hayvana eziyete karşıyım, ama dediğim gibi işin bokunu çıkarmamak lazım.