Sayfalar

Secimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Secimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2023 Pazartesi

Ilk Oyum

Blog yazmayı unutmuşum... Sanki birine mail yazar "Merhaba" ile başladim.  Sonra sildim. 

Konuya gireyim pat diye gireyim ben en iyisi.

Konu seçimler. Bir hayal kirikliği ile uyanadım 15 Mayıs sabahına. Bu sefer kesin gelecekti o bahar, buna o kadar inanmıştım ki... Olmadı... Ikinci tura artık kimse gitmez dedim. Umutlarım tükenmişti. Ama gün geçtikçe umutlarım yeniden filizendi. Eğer sandığa küsüp gitmemezlik yapılırsa iste o zaman zaten kazanılmaz, inatla tekrar gidilmeli diye çevremi, oy kullanabilen arkadaşlarımı zorladım. Beni arayan, bana yazan yakınlarımın "merhaba nasılsın" sorusuna, iyiyim, "oyunu kullandın mı" diye cevap veriyordum. 

Dün bir arkadaşımla buluşup Züriche tiyatroya gidecektik, olmadı gidemedik. Sonra madem hazırlandık hava da güzel, o zaman Rosengartene gidelim dedik. Arabaya bindi, oyunu kullandın mi dedim:) hayir yarin gidicem dedi. Gel dedim o zaman önce konsolosluğa gidelim, oyunu kullan. Emin olmak istiyordum. Gittik. Sokağa taşan kuyruklar vardi. Beklemeyelim deyip döndük. Nasıl olsa yakında bir yerde, aksama tekrar gideriz dedim, zira gece 22.00 ye açıklar. Uzak şehirlerden gelenlere öncelik tanıdık. 

Ben hayatımda hic oy kullanmadım. Arkadaslarım bana, niye sen anarşist misin. diyorlardı. Hayır anarşist oldugumdan değil, vatandaşlık hakkım olmadığı icindi bu. Türkiyeden 13 yaşımda ayrılmıştım. Çocuktum kullanamıyordum. Almanyada reşit oldum ama eskiden yurt dışındakiler Türkiye icin oy kullanamıyorlardı. Derken Alman vatandaşlığına geçtim, bu sefer de Isviçreye göç ettim. Almanya seçimleri için Almanyada ikamet ediyor veya orada ikinci bir adres göstermem gerekiyordu. Yani ne Almanya için, ne Türkiye için, ne de Isviçre icin oy verme hakkım olmadı. Yok hükmündeydim:) 

Bu son oylamalar icin can atıyordum oy kullanabilmek için, elimde sadece kimlik numaram vardi. O da bi ise yaramıyordu.  Arkadaşım oyunu kullandı, ben de iş olsun diye sandık görevlilerine dedim ki; Benim kimliğim yok ama TC kimlik numaram var, oy kullanabilir miyim? Konsolosluk açık, girin bi sorun dediler. Girdim. Meramımı anlattım. Bu alman kimliğim, bu Isviçre oturum kimliğim, TC kimliğim yok, ama numaram var oy kullanabilir miyim? Numaramı bilgisayara verdiler, incelediler, fotoğrafınız var mı dediler. Hayır dedim, su otomatta vesikalık fotoğrafinızı çektirin, getirin, size gecici kimlik çıkartalım, oyunuzu kullanın dediler. Ne gözlerime ne kulaklarıma inanamadım. Sağolsunlar acayip yardımcı oldular. Başka zaman bi islem icin haftalar öncesi randevu alman gerekirken, bi sürü evrak isterlerken, gecenin bir saatinde islerim hemen halloluverdi. Hemen tekrar oy sandığının başina gittim, kapanışa iki dakika vardi. Elimdeki geçici kimliği gösterdim, elime bir zarf, bir oy pusulası, birde mühür tutuşturdular, telefonunuzu, çantanızı buraya birakin, şu kabinde oyunuzu kullanın dediler. Hayatımda ilk kez yaşıyordum bu anı, aman bir salaklık yapmayım diye aldı mi beni bir telaş. Mühürü önce elime bastım. "Tercih" yazısı çıktı. Sonra pusulanın sağındaki resmin altına bastım tercihimi. Mühür kurusun diye üfledim. Sonara ikiye katladım, aman yok katlamayım şimdi karşi tarafa da geçer mühür izi diye korktum. Pusulayı katlamadan koydum zarfın içine, ağzım kulaklarımda, daha bir dik yürüyerek, kasıla kasıla çıktım geldim sandığa, bu benim ilk oyum biliyor musunuz dedim cocuklar gibi. O zaman bir fotograf çektirin dediler. Ay evet, hep özenirdim, öyle fotoğrafım olsun istemiştim, dedim. Aşırı güzeldi her şey. Işlerim tıkır tıkır oluverdi. Deli gibi yağmur yağıyordu dışarda. Yağmurun altında çocuklar gibi tepindim sevinçten. 

Işte eğer bu sefer gerçekten bir değişim olursa, bilin ki o benim 1 oyumdur :))



5 Mayıs 2018 Cumartesi

Blog garip kalmasın diye yazasım geldi..

Bloglarda bir durgunluk olduğunu söyleyenler var. Katılıyorum. İnsanın rutini değişince oluyor böyle şeyler. Bazen insanın ne yazası geliyor, ne okuyası. Kopuyorsun herşeyden. Kişisel bir blog olduğu için istediğim zaman yazma özgürlüğüm beni rahatlatsada uzun zaman yazmayıncada hafif bir eziklik hissediyorum.  Neyse ki; bloğun öyle bir beklentisi yok. Yani hatırı var, satırı yok, bekliyor öyle. 

Bu akşam yazasım var. Bi konuda yok aslında. Öylesine daldan doruktan yazasım var. 

Miri, kapilarda, catilarda, balkonarda..
Miri adında bi kedim var iki aydır. Miri beni sevdi, bende onu. Alıştık birbirimize. Benimle yatıp benimle kalkıyor. İşten geldiğimde anahtar şıkırtısını duyar duyar duymaz miyavlayarak karşılıyor beni. Bacaklarıma sürtünüyor. Kafasını hafifçe vuruyor kafama. Karnımı hamur gibi yoğuruyor. Asla ısırmıyor, tırmalamıyor. Bi uyuyanın yanına çöreklenmeyi çok seviyor. Hep böyle sevgi arsızı bi kedim olsun istedim. Oldu. 
Fakaaaat! Miri 1 yaşında ve önceki sahibi tarafından ne aşısı yaptırılmış, nede kısırlaştırılmış. Eee, mart ayı dert ayı. Başladı mı bu bi iki hafta sonra mıranglamaya? Miyavlamaya demiyorum. Mıranglıyor. Yani bir bebek gibi bağırıyor. Kuyruk yukarda, poposu yerlerde. Gece gündüz bağırıyor. Oğlanların odasında onların eşyalarının üzerine kızdırır gibi çiş yapıp kaçıyor falan. Noluyor yaa? Ben böyle bi kedi istememiştim diyorum içten içe. Sonra internetten araştırdım ki, meğer bu Miri doğal olarak kızgınlık dönemi yaşıyormuş. Ve bu kızgınlık dönemi sadece mart ayında değilmiş. Mart’ta başlayıp sonbahara kadar her 5-6 haftada bir yaşanıyormuş. Ve bu mıranglaması 1 hafta sürüyor. Şimdiye kadar herhangi bir şikayet gelmedi komşulardan. Ama gece balkonda nasıl bağırıyor, çekilir dert değil. Bu böyle olmaz deyip, geçen hafta veterinerden randevu aldım. Gittik Miri ile. Genel bakımı ve aşılanını oldu. Aynı gün hem aşı hem kısırlaştırma olmuyormuş. İki hafta sonraya verdi randevuyu. Haftaya cuma kısırlaştırılacak. Oda kurtulacak, bizde, komşularda:) 
Şunu düşünüyorum! Biz insanlar karar veriyoruz onların yaşamına. Yani doğasında var olan bir şeyi yaşayamadan, git veterinere, şu duygularını yok et, de! Doğru bi yöntem mi, bilemedim? Ama sistem öyle burada. Yok ki sokakta kedi. Hepsi sahipli ve kısırlaştırılmış. Sadece cins kediler para karşılığı çiftleşiyor. Hayvanları bile biz insanlar ırkçılaştırmışız! Miri cins bir kedi değil. Normal tekir, çiftlik kedisi. Yaşam koşulları gereği çiftleşemez:(  Türkiye’deki o sokak kedileri mi daha şanslı, yoksa buradaki gibi sahipli kediler mi daha şanslı bilemedim? 

Haftalik yürüyüs grafigim..
Hangimiz aferim delisi degiliz?
Yürümeyi alışkanlık haline getirebildim nihayet. Sonbahardan beri yapıyorum bunu. Ama o zamanlar ve kış aylarında haftanın 3 bilemedin 4 günü yürüyordum. En az 10 bin adım. Yürüyüş rotamı çok seviyorum çünkü. Nisandan beri perşembe hariç her gün yürüyorum. Perşembe neden yürümüyorum? Çünkü perşembe kadınları rutini. Olmazsa olmaz. Gerçi bu ara herbirimizin derdi öbüründen daha klas. Olsun.. iyi günde, kötü günde dedik bu dostluğa başlarken. 20 seneyi geride bıraktık. Az mı? Bu günlerde aşacağız. 

Mila'nin Isvicre ve Teyze sentezi.
"Teyzersberg"
Bu hafta beni beni sevindiren başka bi şey daha oldu. Paskalya tatilinde kız kardeşim, eşi ve çocukları gelmişti bizi ziyarete. Bi gelen olduğunda seviyorum bulunduğum ülkenin, dağlarını, göllerini gezdirmeyi. Havaların müsade ettiği kadarı ile gezmiştik. Bu bile ne kadar yer etmişse 4 yaşındaki Mila’ya, dün kızkardeşim şu fotoyu gönderdi. 
Kreşte yapmış bunu. Adınada “teyzesberg” (teyze dağları) koymuş. Teyze türkçe, dağ almanca. Çocukların fantezileri çok doğal ve çok güzel. 
İsviçre’de teyzem var, teyzemin dağları var, gibi fikri olmuş. Ben buna çok mutlu oldum. Serpil bu yazıyı okuyorsan, o gönderdiğin Mila’nın bu muhteşem eserini sakla, veya bana ver. Yada çerçeveletip bana hediye et. Acayip  mutlu olurum. Çünkü çok sevdim ben bunu. Ne kadar güzel yapmış. İsviçrenin simge dağı olan Matterhorn’a çok benziyor. 

Başka ne anlatayım? Yeniden sürpriz bi şekilde seçim dönemine girdik. En son referandumdan sonra, seçim heyecanımı tamamen yitirmiştim ben. Bu uzunla girilen bütün seçimler kaybedilir fikrindeyim. Allem ederler gullem ederler yine kazanırlar diye bakıyorum. Ammaa, bazende diyorum ki, madem her şey iyiydi, neden erken seçim? Ve neden alel acele? Bi panik var. Bu erken seçimi maşasına söyletti, o da hemen kabul etti? Bu kesinlikle danışıklı döğüş. Buna inanıyorum. 15 yıldır her seçim öncesi o çılgın proje ile çıktılar meydanlara. Bunu yine kullanacaklar! Ya aklı başında olan bir insan,nooldu o çılgın proje diye sormaz mı? Temcit pilavı gibi her seçimde önümüze sürülüyor diye? 
Sonra rüşvet verir gibi emeklilere bayramlarda verilecek olan 1000 tl. Vergi affı, Zart affı, zurt affı! Sebep? Madem böyle bi şey mümkündü neden daha önceleri yapmadınız? Vergilerle acı acı çıkartacağınızı biliyor o milletin çoğu. Ama kendi seçmeninizi bilemem. Beyinleri uyuşuk olduğu için kavrayamıyor olabilirler. 
Aslında dediğim gibi, referandumdan sonra umudumu yitirmiştim. Hani diyorduk ya, otobandan önce son çıkış gibi diye. Nedense bu seçimlerde heyecanlandırıyor beni. Sadece düşüncem şu. Madem Cumhur ittifakına karşı milli ittifak, HDP de olaydı içinde. Ama nasıl olacak değil mi? MHP den ayrılan ama MHP kökenli bir İyi parti, Saadet partisinin kökeni keza aynı. Her ne kadar şu anda akp ye karşı sözünü esirgemeyen ve doğru kelimeleri kullansada Karamollaoğlu, Sivas katliamını unutmuyoruz. Tarih o kadar kirli ki; şu anda çıkar için birlikte olan yarın birbirinin ağzına sıçar. Şu anda sadece gümümüz yönetiminden kurtulmak amaç. Ya sonrası.. Bu yönetimden sonra başka biri gelirse işi hiçte kolay olmayacak. Biz ise sadece yönetilen olacağız yine. Bugün ve önceki gün Mine Söğüt’ün yazılarını okudum. 
İnternetten bütününe ulaşabilirsiniz. 
Ama şu kısmını kopyaladım, benimsediğim için. 

“Her türlü önyargıyı ve ideolojik tabuyu bir kenara bırakıp bir araya gelmiş Türk, Kürt, sosyalist, kapitalist, sağcı, solcu, milliyetçi, ulusalcı tüm politik partiler ortak bir aday konusunda tartışmasız uzlaşmalıydı.
Üstelik istesek bunu bugün gerçekleştirebilirdik. 
Ama yapamadık. 
Neticede... 
Ölümle korkutulduk; sıtmaya razı ediliyoruz. 
Korkularımız var. Kaybetmek istemediğimiz şeyler ve kazanmak konusunda ısrar ettiğimiz şeyler elimizi kolumuzu bağlıyor. 
Seçmen olarak da hem kifayetsiz hem de muhterisiz. 
Sahip olduklarımızdan vazgeçemediğimiz için elde etmek istediklerimize hiç ulaşamayacağımızdan habersiziz. 
Sıradan siyasi liderler de halklara benzerler. 
Kalabalıkların korkularından şekillenirler. 
Kitlelerin yılgınlıklarından biçimlenirler. 
İsteksizlikten müteşekkildirler. 
Ve şuursuzca muhteristirler. 
O yüzden birbirimize benziyoruz. 
Bu işi hep birlikte beceremiyoruz.


Sadece devrimciler... 
Ne diğer siyasilere ne de kalabalıklara benzerler. 
Sistemin beklentilerine yüz vermeyenler...
Kendi bildiği yoldan ilerleyenler... 
Onlar, siyaseti de halkı da nihayetinde kendilerine benzetirler. 
Bu ülkede bir şeylerin değişmesini, ama gerçekten değişmesini istiyorsanız, şu bahar günlerinde gelmiş geçmiş devrimlere ve devrimcilere dair romanlar okuyun, filmler seyredin ve hayaller kurun. 
Bu ülke başına gelen şahane bir devrimi nasıl hiç etti ve hangi akılla yeni aydınlık devrimlere sırtını döndü, bu soruya cevap arayın. 
Bu ülkenin kurtuluşu... Eğer işler yolunda gider de iktidar değişirse; Başa geçecek olandan sadece parlamenter döneme dönülmesini isteyerek gerçekleşmez. Ondan, yetkiler elindeyken acilen eğitim sistemini de 1920’lere döndürmeyi vaat etmesini beklemek gerekir. 
Yoksa bu ülke şu kısa sürede hızla kaybettiği şeyleri kolay kolay geri kazanamaz. 
Bu sistemde yetişen bir nesille, kaçırdığı uygarlığı kuyruğundan bile yakalayamaz” 
Böyle işte. Kediden girdim, siyasetten çıktım. Kedi gerçek, siyaset yalan. 

12 Mart 2017 Pazar

Yeter Artık Bölmeyin. Birazda Toplayın.

Kısaca içimi döküp gidicem. Bugün olanlarla ilgili. Hani şu ikide birde Avrupa kapılarına dayanan politikacilarla ilgili. Adamlar gelmeyin, ülkemizde referandum propagandası yapamazsın diyor, bunlar biz geliriz, hadi sokmayın bizi içeri dünyayı başınıza kaldırırız diyorlar. Yani sırf inatlaşma, bir güç gösterisi, bir sidik yarışı. Sonrada mağduriyeti oynama. Kimileri bunun danışıklı dövüş olduğunu söylüyor. Valla Çavuşoğlunun açıklamalarını dinleyince hak verdim, danışıklı dövüş olmasa bile bir mağduriyetten oy kazanma çabalarına. Milli duygular üzerinden.

Bundan önceki seçimlerde evet geldiler, konuştular. Ben o zamanda yadırgamıştım. Avrupa'da sadece Türkiyeliler yaşamıyor. İtalyanlar var, İspanyollar var, eski Yugoslavya ülkelerinden olanlar var. Hiç bir ülke liderleri, bakanları seçim propangandası için başka ülkeye gittiğini hiç görmediğim gibi, zaten Avrupa ülkelerindede kendi seçimleri için meydanlarda konuştuklarınıda hiç görmedim. Ne seçim otobüsleri, ne ses, ne göz kalabalığı. Tv lerde karşılıklı tartışılır sisayet programlarında, birde her parti kendi seçim bildirgesini da
ğıtır, insanlar okur, gider seçimimi yapar. Birde oy'unun peşinde olmaz kimse durmaz Ne trafolara kedi girer, nede oylar çalınır. Güvenir insanlar, siyasetciler birbirine.

Siz niye geliyorsunuz? Gelmeyin. İletişim çağındayız, ve her gün görüyoruz zaten sizi heryerde. Tv ler sizden geçilmiyor. Buna rağmen biliyoruz #hayır diyeceğimizi. Evet diyenlerde biliyor, hayır diyenlerde. Gelmeyin buralara. Germeyin bizide germeyin. Sizin bu EGO'larınız, o ülkelerde yaşayan bizleri , bölmekten başka bir işe yaramıyor. Ha belki sizin ma
ğdur politikaniza yariyor. Fakat zarari daha büyük. Evetçiler, hayırcılara düşman ediliyor, ve yetmezmiş gibi ve aşırı sağcı nazileri üzerimize salıyorsunuz. Türkiyede bölecek bir şey kalmadı, şimdi Avrupa'ya mı geldi sıra? Böyle bir krizde bir ölen olsa sorumlusu kim olacak? Nisanda bitecek bu seçim, fakat biz burada yaşamaya devam edeceğiz, Türkiyeli olarak ve o döküp kırdıklarınızla. Ya sonra? 
Foto alinti.
Şu ara kendimi anası babası sürekli kavga eden, korkudan bi kenara pısmış bir çocuk gibi hissediyorum.