Sayfalar

dogumgünü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dogumgünü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2017 Pazartesi

21 yıl geçmiş aradan..


21 yılı nasıl serpiştirip, sığdıracağımı düşünüyorum bu satırlara. 

Sizden önceki hayatımda fena sayılmazdı hani, ama sizden sonra bi değişik, güzel yönde aktı hayat. Hayatım değişti, Yaşadığım ülke değişti.. bilmiyorum kim kime yön verdi?

Aslına bakarsanız ben anne olmayı istemiyordum o zamanlar. Çocukluğum ve ergenliğim yorgun geçmişti. Annesiz büyümüş çocuk olarak hem annesizliğin ne olduğunu iyi biliyor, hem çocuk yaşımda anne rolü üstlenmenin bıkkınlığı  beni bu düşünceye itiyordu. Kafama koymuştum. Anne olmayacaktım. Ve bu kötü dünyaya çocuk getirmeyecektim. Böyleydi düşüncelerim. Ama bu dünyaya gelmeyi siz kafanıza koymuşsunuz meğer. 

Yorgun geçen çocukluğuma inat geçiyordu zaman. Çalışıyor, yiyor, içiyor, soldan soldan aktivistleri destekliyor, yürüyorduk Alamanya sokaklarında. Bazen meşalelisi oluyordu. Dünyayı değiştireceğimizi sanıyorduk. İşte böyle cafcaflı bi dönemdi. 20li yaşlarımı çoktan aşmışken 30 a yaklaşırken diyelim, düşmüşsünüz karnıma. İki ay sonra doktorumdan öğrendiğimde uçmadım havalara. Aksine gözlerimden süzülen yaşlar dudaklarımda tuzlu bir tat bırakmıştı. Çıktım doktordan, hayat sanki durmuştu, benim dışımda vızır vızır devam eden hayatı izlerken ben neredeyim, hayat nerede diye düşündüm? Bu düşünme süreci bi kaç hafta devam etti. Babanıza bu durumu telefonda söylerken o havalara uçuyordu. Hemde ikiz öylemi, derken sesi daha başkalaşıyordu. Ben ise havalara uçmasına anlam veremiyordum. Ya o beni tanımamış, ya ben onu tanımamıştım. Babanızın benimkinden farklı bir geçmişi olduğundan beni anlayamıyor diye düşündüm. İki gün sonra gittiği yerden dönmüştü. Onun yüzünde güller açıyordu, benim yüzüm sirke satıyordu. Düsseldorf Altstadta bir yerde oturduğumuzda bende onun gibi bira sipariş ediyordum. Çünkü hamileliğimi kabul etmiyordum, nasıl olsa aldıracaktım. İşte o Düsseldorf gecelerinde, Ren nehrinin kıyısında ellerimizde biralarla beni ikna çalışmalarını hiç unutmuyorum.  Kendisinin yetmediği yerde o zamanlar hiç tanımadığım Türkiye'deki anne babasını, ve kardeşlerini telefonla bana yönlendiriyordu. Ve hepsi beni ikna etmek için ellerinden geleni yapıyordu. Ben kararımda zorlanıyordum artık. Oysa hepsi benim düşüncemi destekleseler ne güzel olurdu diye düşünüyordum. Hem eşimin ailesi hem benim ailem sizin dünyaya gelmeniz için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı.  Hemde "ikiz" diyerek.. Bu süreç 1 ay sürdü. Bir ay sonra zaten üç aylık hamile olunca, aldırmak gibi yasal şeyler aradan kalkınca benimsedim sizi. Sigarayı hemen kestim. Artık bilinçli bir anne olmak istiyordum. Değil bira, çay ve kahve bile içmiyordum. Süt, ballı süt, yoğurt, sebze, meyve, demirli yiyecekler, vs. Doktorum ne diyorsa onu yapıyordum. Kabul edince bir şeyi ona göre yaşıyorsun. Sevdim sonra anne olma halimi. Hamileliğim güzel geçmişti. Aşermeyi hiç bilmedim. Mide bulantısı nedir bilmedim. Normal hayatıma hep devam ettim. Başka korkularım başlamıştı, iyi bir anne olabilecek miydim? Becerebilecek miydim? 

İşte böyle bir kış gecesiydi apar topar gittiğimizde hastaneye. Dedim ya, bu dünyaya gelmeyi kafaya koyduğunuz gibi hangi, hangi gün geleceğinizede yine siz karar verdiniz. Şubat sonu beklerken sizi, 15 Ocak'ta doktorları göreve çağırdınız. 

Sonra hazır mıyım, yapabilir miyim, becerebilir miyim diye korkularım kalmadı. Birlikte yaşayarak öğrendik işte. 
Oldu galiba. Mükemmel bir anne olamadım, ama iyi bir anne olmaya hep çalıştım. Evi pasta kokan bir annede olmadım. Daha çok muzur bir anne oldum. İlkokul, ortaokul ve liseye kadar  saat 6.30- 7.00 kahvaltılarımızda her sabah ürettiğim şakalara ben bile şaşıyorum. Artık bunlarda yok. Kendiniz yapıyorsunuz artık herşeyi.  Bir dönem daha bitmiş. 

Bern, 15. Ocak 2015
Bilmiyorum neyi iyi yaptım, neyi kötü. Dün akşam kucaklarken sizi, iyiki bu hayatta bizde varız diyebiliyor musunuz diye sordum ya, evet, seviyorum yaşamayı dediniz. Bu bana yetti. 
O zaman iyiki babanız bu mücadeleyi vermiş. Ve iyiki sizi doğurmuşum, ve iyiki varsınız be. Benimde bu hayattaki görevim buymuş herhalde. 



Bu konu ile ilk yazim
Bu konu ile 2014 yazim

21 Nisan 2016 Perşembe

Yıllandım Ben.. Ve Çelınc (9), Hala Meydan Okuyorum.



Her bir mesaj icin bir papatya. sonuc Sevgi
Sen yaşlanmıyorsun, yıllanıyorsun, dedi dün bir yakınım. Hoş bir söylem.. 
Yıllandım ben bugün. Hem baya bi yıllandım. Perşembe kadınları bana "klübe hoşgeldin" dediler. Yarım asırlık bir kadın oldum ben. Ama genlerim itiraz ediyor. Çeyrek asırlıksın diyor. Ben genlerimi dinliyorum. Onlar hep doğruyu söyler. Yılda ne? Zaman birimi? İnsanlar uydurmuş işte kıçlarından bir zaman kavramı. Tanımıyorum, saygıda duymuyorum:) öyle öğrendim ben büyüklerimden. İstemediğim şeyi ne tanırım ne sayarım.

Güzel bir gündü bugün. Masmaviydi gökyüzü. Sabahın erken saatlerinde güneş yatak odama sızarak kutladı yeni yaşımı. Kurduğum saat çalmadan uyandım bugün. Telefon saati çalmasın diye ayarlamaya çalışırken bir saat öncesinden gelen mesajları gördüm. Gözlerim faltaşı gibi açılsada, gözlüksüz ne mümkün okuyabilmek ve yazabilmek? Gözlüğümü aradım bi süre. Dedim, he ya, genlerin farklı söylüyor? Yıllandın kızım sen, kabul et!! Yıllardır kullanırım gözlük. Yok ya, yaşlılıkla alakalı değil. Saçlarıma düşen karlarda yaşlılıktan değil. Kıştan. 18 yaşımda bile kar vardı saçlarımda. Direniyorum, farkındaysanız😀
Biraz önce şu yazıyı okudum; Gençlik, kiraz mevsimi gibidir. Çarçabuk gelir geçer.  Ne gelirken  haber verir, ne giderken,  ”gidiyorum”   der.
K.E.

Cevap verdim hemen, "bende uzun süredir misafir kendisi, yatıya gelmiş, gitmiyor:) "
Farkında olmak güzel, demiş yazının sahibi.

Farkındayım evet, ve kapatıyorum bu konuyu artık.

Nerde kalmıştım, ha, sabah Güneş'le uyandım. Sonra işe gittim. Ama öğleden sonrası için hazırlıklı gittim. Malum Çarşamba'yı perşembe yapacaktık. Bir şişe şampanya, bir şişe pembe şarap, zeytin, peynir, cips vs. aldım yanıma. İş arkadaşlarım için kuruvasan (Croissant)  çeşitleri aldım. Sabah kahvesi ile. Bana sarı güllerden oluşan, bahar kokan bir buket almışlar. Sevindim. Ofiste yine dolandım öylesine. Hiç bir şey üretmedim. Ufak tefek işler. Saat 15 te bahçedeki yerimizi aldık. Bu sefer masanın üstünde örtü vardı. Biraz daha özel hazırlamış Antonella bugün masayı. Kapıda iyiki doğdun şarkısı ile karşılandım zaten.
Kendimi güzel hissetiğim bir öğleden sonrasını güzel sohbetlerle bitirdik. Acele etmem gerekmiyordu, çünkü evimizin diğer bireylerinin o saatlerde önemli randevuları vardı. Ben bunu fırsata çevirdim. Çünkü bizde akşam yemeği önemlidir.
Bahçeden papatya topladım. Aldığım bütün mesajlar için bir papatya tanesi kondurdum. Bir kalp oluştu. Hiç aklıma gelmeyen eski dostlardan mesajlar almak daha bir güzeldi. Facebook'un  hatırlatmadığı arkadaşlar yani.

Mutluydum bugün ben, kafam Çakır keyif olabilir. Olsun. Bugün olmayacakta ne zaman olacak? Anamın öldüğü yaşı çoktan geçmişim.

Çelınc yapıyorduk biz dimi? Neydi 9. Soru? 

9. Hangi alanda iyi olmak isterdiniz?  miş.. 

bazı alanlarda iyi olduğumu biliyorum;) yetersiz olduğum konular çok var. Örneğin,  gitar çalabilmeyi çok isterdim, resim yapabilmeyi çok isterdim, dans edebilmeyi çok isterdim.. Yazar olabilmeyi çok isterdim. Çok daha bilinçli olmayı isterdim. Gördüğünüz gibi güzel sanatlara yatkınım. Ama hiç birini yapamıyorum. Fotoğraf çekiyorum bende bol bol. Blog yazıyorum. Biraz ucundan kıyısından tutunmaya çalışıyorum yani. Kendimi tatmin etme benimkisi.. 

Böyle işte. Yıllanmış kadının yazılarında buluşmak üzere😀



Instagramdan bir foto.. günün mana ve ehemmiyeti acisindan..

Bugünün cicekleri.. solacaklar nasil olsa.. burda solmazlar.

17 Ocak 2016 Pazar

Bir Ocak ayi Klasigi..

Sabahın erken saati... Hava masmavi. Çatılarlardaki ince kar örtüsünü izleye izleye gidiyorum işe. Fotoğraf makinamda yanımda. Ne olur ne olmaz. Kulağımda radyo enerji tınıları.. Heryer o kadar sessiz ve sakin ki, sanki hep doğa diyordun, al işte doğa dercesine. Yüzümde kışın verdiği bir beyazlık, ve karşımda duran sonsuz bir mavilik... Öyle durgun, öyle dingin ve öyle güzel ki ayna gibi varolan herşeyi bir kez daha sunuyor gibi... Benim aklım ise hayatıma doğan o iki güneşte. Deniz ve Taylan'da. Doğum günleri bugün. Hiç bir zaman şöyle şaşalı bir doğum günü kutlamamız olmadı. Küçükken bile olmadı. Hani şöyle projeli falan kutluyorlar ya. Aslında böyle kutlayanlara heves ettim ama ben hiç beceremedim. Insan öğrenemediği bir şeyi yapamıyor. 18 yaşıma kadar doğum günümü hiç kutladığımı bilmem. Hatta doğum günüm hangi gün onu bile bilmezdim. Avrupa'ya gelince öğrendim. Avrupalılar çok önem veriyor böyle şeylere. Bizde önem verir gibi olduk. Ee sonradan öğrendiğin şey hep eğreti duruyor üstünde. Oysa düşündüğümde önemli bi gün. Kişinin var olduğu gün. Onu önemseme bunu önemseme? Neyi önemseyeceğizki biz.. Neyin anlamı kaldı ki? Bari gerçek olan şeylerin önemi olsun.

Ama dedim ya, öğrenmediğin bir şeyi yaşayamıyorsun. Çocuklar küçüktü, o zamanlar biraz daha basitti. 
Bütün arkadaşlarını ya buz patenine götürüyordük, ya bir müzeye, yada dağ başında bir maceraya.. Organizasyon oralara aitti. Kolaydı. Bana sadece çocukları oraya taşımak kalıyordu. Onlar büyüdükçe zorlandım hep. Zorlandım demek ne kadar doğru bilmiyorum, daha doğrusu hiçte üretici değilim diye kendi kendime kızdım çoğu kez. Dedim ya, hiç böyle projeli mrojeli doğum günlerine hazırlanamadım. Pastaları kendim değil, hep satın aldım. Bak şimdi aklıma geldi, dün ben yine pasta almıştım, ne dün nede bugün aklıma gelmedi o pastayı kesmek ve yemek. Allahtan hava buz gibi, ve pasta hala balkonda. Yarın aklıma düşerse keserim.. Zaten pastayı satın alırken bu yenir mi acaba diye düşündüm bir süre. Evde tatlı çok yenmezde. Ama adettendir diye almış bulundum. Özür dilerim. Bi daha almam.. Yok bu işi beceremeyeceğim ben.. 

Akşam olmak üzereydi, belki yemeğe gideriz diye umud ettim. Ama olmadı. Babamızın işi uzadı. Olsun, dedik artık. Gelirken bir büyük rakı almış. Oğullarım 20 yaşına girmiş, onlarla içelim diye. Ama oğullardan biri dışarda. Kızarkadaşı ile yemekte. Diğeri haftaya sınavları olacağı için kendini eve kapatmış. Doğum günü umrunda bile değil. Yani hepimiz ayrı telden çalıyoruz. Oysa ben gayet masalsı başlamıştım güne, karlı Bern görüntüsü ile. Şiirsel biteceğinin garantisini kim verebilirdi? 

Manevi hediyeleri sunduk hep. Belki erken başladık buna. Ilk dönemler anlamakta zorluk çekmiş olabilirler. Şimdi anlıyorlar. Eminim. 
Sadece onlara sarılmak, sizi ben mi doğurdum, bu bi mucize olmalı, gibi sözlerle yetindik hep. Birlikte 20. Yılı geçiriyorsak mutlu olmaya yetmez mi? Hele birde sağlıklı bi şekilde gelmişsek.. Manevi duyguları işlemeye önem verdim. Sanırım tutmuş.
Saatlerce baba-oğul konuştular. Konuşurken, yani sevginin "seni seviyorum" un ötesinde hayatın gerçek yönleri , katı kurallarına rağmen sevebilmeyi, başarmayı, umutsuz olmamayı, dik durmayı, karalı olmayı anlattı. Onları izledim hayran hayran. 

Sonra diğeri dahil oldu. Birazda öyle devam ettik. Sonra pırr diye uçup gittiler evden. Arkadaşları ile birlikte olmak için. Sanki bi kaç yıl sonra uçmanın fragmanı gibi oldu bu.. 

Böyle böyle alışıyor insan herhalde. Evet artık onlar sadece bizim çocuğumuz değil, evreninde..  

Doğdukları gün hakkaten daha dün gibi değilse bile önceki gün gibi.. . Avucumun içine sığdıkları, o prematüre halleri. O bi şeye benzetemediğim çirkin ördek yavruları.. söyle yazmisim. 
Bugün böyleler. Şükürler olsun.. 


Baba-Ogul.

Burada kim Deniz kim Taylan sölemeyecegim artik..
hala ayirdedemeyenlere gelsin..

tipik Deniz ve Taylan:))

25 Ekim 2014 Cumartesi

Şima Balerinama..

güzel balerinim benim..

18 yıl önce dün doğmuştun.. Seni ziyarete geldiğim ilk gün hayran olmustum sana.. Nasıl güzel bir bebektin. Seni kucağıma aldığımda ilk cümlem şu olmuştu; "bu güzel yüze büyüdüğünde ne güzel makyaj yapılır". Ilk kez teyze olmuştum ben seninle. Bu çok özel. Bir kaç güne kadar ikinci kez teyze olacağım. Bir kardeşin olacak. Senin yerinde, gelecek olan kardeşininde yeriniz ayrı ama aynı sevgide olacak. 

Bugün ben yer yarılaydıda içine gireydim, dediğim bir an oldu.. Ne zaman mı? Anlatayım. 

Günlerdir bize gelen kedi var ya. Bütün herşeyin suçlusu o. Çevremi unutturmuş bana. Onun yüzünden işe geç kalıyorum. Onun yüzünden bir çok şeyi kaçırıyorum. Ama onu görsen sende bayılırsın o ayrı. Neyse. İşte bu kedi baktım çok kaşınıyor, ve o kaşıntıyı giderecek bir boyun bandı yok. Sahibi ne düşünür diye düşünmeden, gidip ona bir boyun bandı alayım dedim. Oda heryerde yok. Bir yerde olduğunu öğrendiğim yere koştura koştura giderken, senden bir mesaj geldi. "Teyze was ist gestern für ein Tag gewesen?" İşte o an var ya, yer yarılaydıda içine gireydim, dedlm. Eşek kafalı teyzen, diyebildim, sadece. Sonra yine gittim, o bandı aldım, eve geldim. Zaten sürekli bizde olan "Boncuk" yine bizdeydi. Boncuğa hemen o bandı taktım boynuna. Boynunu fazla sıkmayayım diye biraz gevşek birakmışım. Buna alışık olmayan Boncuk, sürekli onu çıkartmaya çalıştı. Sonra ne olduysa bir ara o band ağzında takılı kaldı. Ne ağzını kapatabiliyor, ne çıkarabiliyor, nede geri geliyor o band. Boğulmak üzere sanki. Delirdi. Yardım etmeye çalışıyorum, panikten dalıyor, ve ısırıyor.. Ne yapacağımı şaştım, bir taraftan seni unuttum, bir taraftan kedi boğulmak üzere.. Son zamanlarda yaşadığım ömrümün en zor anlarından biriydi. Ne kediye yardım edebiliyorum, nede sana birşeyler yazabiliyorum. Sonra aklımı başıma topladım, aldım makası elime, o bandı orta yerinden kestim. Kedi kurtuldu en azından. Sanki ona kötülük yapmışım gibi anladı. Bende onu balkona bıraktım ve kapıyı kapattım. Bir süre görüşmeyelim dedim. Kaş yapayım derken göz çıkardım bugün:( 
Sonra sadece sana konsantre oldum. Evet, dün 18 yaşına girdin. Bu önemli bir yaş. Ve ben bunu ilk kez unuttum. Dün birde Perşembe kadınları vardı. O vardı, bu vardı, bahane mi? Değil elbet.. Ama unuttum işte. Beni bağışla.. Bütün gece bunu düşündüm. Ne yapabilirim bilemiyorum. En azından yazarak içimi dökmek istedim. 

Şima, doğum günün kutlu olsun. Yeni yaşın mutlu olsun. Seni seviyorum. Seni Seviyoruzzzz..