Sayfalar

Bayan Susi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bayan Susi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2021 Pazartesi

Kapuska...

Farklı bi şey yaptığım yok. Bloğumun başlığında , “gözümün gördüğü, kulağımın duyduğu ve yüreğimden geçenler” yazısı var. Gezdiğim yer yok. Epeydir yok. Bir buçuk seneyi aştı ülke sınırlarına çıkmayışım, dolayısı ile gördüğüm değişik bir şey de yok. Kulağımın duyduğu veya hissettiğim şeyler çok aslında ama hisler dile getirilemiyor, getirilsede yazılamıyor, daha doğrusu yazılmak istenmiyor.


Bugün pazar. Sabah sekiz buçukta uyandım. Eski ben yok çoktandır. Eskiden böyle miydim? Gece olsa yatmasam, sabah olsa kalkmasam gillerdendim. O zamanlar savunurdum gece geç yatmanın güzelliklerini. Şimdi tam tersini savunur oldum. Erken yatıp, erken kalkmanın yararlarını gördüm, yaşadım ve hissettim. Şimdi bunları sigara içen birinin sigarayı bıraktıktan sonraki yararlarını sayar gibi saymayacağım. O zamanlar öyle iyi hissediyordum kendimi, şimdi böyle.

Uyandığımda hava durumuna baktım, öğleye kadar güneşli ama soğuk, öğleden sonra karlı ve fırtınalı. O zaman önce yürüyüş, sonra yemek ve ütü. İki saat yürüdüm ormanda. Artık yeni bir alışkanlığım var yürürken, storytel de sesli kitap dinlemek. Eskiden radyo dinlerdim. Hele kitap güzelse sürekli yolumu uzatıyorum. Eskiden 10 bin adımdı yürüyüşlerim artık 15 bin üzeri. Nermin Yıldırım kitaplarına dadandım bu ara. Peş peşe birini bitirip ötekine başlıyorum. Yazar da öyle akıllıca davranmış ki, bi kitapta olan bazı karakterler diğer kitapta karşına çıkıyor. O nedenle peş peşe aynı yazarın daha doğrusu N. Y. nin kitaplarını okumak gayet mantıklı geldi. Yoksa insan unutur o yan karakterleri. Yazarın 5. Kitabi Dokunmadan’ı yarıladım bugün.

Unutmak deyince aklıma hep şu gelir. Bir gün İsviçreli bir arkadaşımla kitaplar üzerine konuşuyoruz, işte bazen ortak okuduğumuz kitaplar çıkıyor, sonra kitaptan bi şey hatırlamaya çalışıyoruz, hatırlamakta zorluk çekiyoruz, veya hatırlamıyoruz. Sonra ben şöyle bi şey demiştim. Madem unutuyoruz, niye okuyoruz ki?
Öyle güzel bir cevap vermişti ki; o gün bu gündür kulağımda küpe gibi taşırım.
Demişti ki; sen bir hafta önce bugün ne yediğini hatırlıyor musun? Ne bir haftası daha dün ne yediğimi hatırlamıyorum, diye cevap vermiştim. İşte, dedi, gördün mü? Kitap okumakta aynen böyle, biri karnını doyurmak için beslenme, diğeri beyni doyurmak için. Unutabilirsin ama beslendiğini unutma. Ne güzel cevaptı.

Neyse, eve geldim yürüyüş sonrası, doyurucu bir kahvaltı yaptık saat 11 e doğru. Kahvaltı sonrası herkes dağıldı bir yerlere. Kitaptaki olayları merak ediyordum. Taktım kulaklığı, açtım kitabı. Bir taraftan yulaflı kek yaptım, sonra karnı yarık ve pilav. Ütü bile bitti. Baktım saat daha çok erken. Bir sürü iş bitirmişim. Bayan Susi’ye her pazar gelirim diye söz vermiştim. Bazen yapamayacağım şeylerin sözünü vermesem çok iyi olacak. Geçen hafta gidememiştim. Bugün vaktim bol olunca, biraz kek, bir porsiyon karnıyarık ve pilav koydum sepetime, gittim Bayan Susi’ye. Öncesinde telefon açtım, ve her zamanki gibi kapısı açık beni bekliyordu. Bugün şampanyam yok, dedi girer girmez. Sipariş verdim ama cuma gelecek, dedi. Bu kırmızı şaraplar var, içer misin? Dedi. İçerim, dedim. Bak, ben de sana bunları getirdim, diyerek tabakların üzerini açtım. Beni şımartıyorsun her pazar, dedi. Olur mu? Asıl sen beni şımartıyorsun şampanyalarınla, peynirlerinle, misafirperverliğinle diyerek birbirimize iltifat ettik. Geçen hafta gelemedim kusura bakma demeye kalmadan, her pazar gelmek zorunda değilsin, senin bir ailen var ve sorumlulukların olduğunu biliyorum, dedi. Konuşmadan anlaşıyoruz bayan Susi ile, bu hoşuma gidiyor. Gözleri çok iyi seçemediği için, ve hayatında hiç karnıyarık görmediğinden, yüzünü iyce yaklaştırdığı tabağa elinin ucuyla dokunarak ne bu, balık mı? Dedi. Gülümsedim, hayır, balık değil, bu patlıcan, ortası yarık, kıymalı iç doldurdum, umarım damak tadına uyar dedim. Enteresan, şimdi seninle şarap içeceğim, akşam yemeğimde o patlıcanı yiyeceğim dedi. İki saat sohbet ettik yine.

“Laf lafı açtı, laf götü açtı” derdi ninem, bizde de öyle oldu.
Dedim ki; neden çocuğum veya çocuklarım yok diye hiç pişmanlık duydun mu? Yada neden hiç evlenmedim diye? Cevabı çok keskin ve kararlı çıktı ağzından. Hayır, dedi kafasını sağa sola sallayarak. Çocukları olan arkadaşlarım var, yönetim çocuklarında, artık onlar için çocukları karar veriyor, ben buna hep karşıydım, hiç kimsenin beni yönetmesine izin veremem, dedi. Bu herkeste böyle olacağı anlamına gelmese de, yaşamadığı bi şey için kimse ahkam kesemez tabi, kendisi de aslında. Ama verdiği kararda pişmanlık duymaması güzel. Ne istediğini bilmek güzel şey. Magazinsel sorularıma devam ettim. Peki dedim, Bay Anliker hayatındaki tek kişi miydi? Hayır, dedi. Onunla arkadaşlığımız 60 yıldan uzun. Ben onu tanıdıktan sonra 25 yaşımda, sene 1956, gemiye atladım 5 gün süren yolculukla Amerika’ya gittim. Muhteşem bir yolculuktu. 3 yıl kaldım orada. Orada arkadaşlarım oldu. Sonra döndüm. Döndüğümde evlenmişti. Biz görüşmeye devam ettik. Sonra İngiltere’ye gittim. 5 yıl orada kaldım. Tekrar döndüm. Biz mesafe olarak ayrıldık, benim farkı sevgililerim oldu, ama bay Anlikerle hiç kopmadık, dedi. O muhteşem bir insandı, şimdi hayatta değil, ama artık bayan Anlikerle görüşüyoruz, her hafta gelir, gelmediği her günün akşamında beni telefonla arar, dedi.
Peki, nerede ve nasıl tanıştınız bay Anliker ile diye meraklı bi şekilde sordum. Tebessüm etti, uzaklara bakarak, bir “Kursaal’de dedi. Yani bir gazinoda. Hala var o Kursaal Bern’de ve lüks bir yer. Siyah bir bisikletle gelmişti, birlikte dans etmiştik, dedi. O gün başladı arkadaşlığımız deyip şarabından bir yudum aldı.

Çok enterasan bir hayat hikayesi var bayan Susinin. Hani dizisi veya filmi çekilse reytingleri baya yüksek olur. Neredeyse bir asırlık yaşamı var. İkinci dünya savaşını ülke olarak yaşamasalarda o dönemi yaşamış bir kadın, ucundan köşesinden bi şekilde anlatımlarında savaş dönemine giriyor. İyi dönemleri olmuş, çok kötü dönemleri olmuş. Ama genel olarak hayatını istediği gibi yaşamış. Çok iyi bir eğitim almış, Almancanın yanı sıra çok iyi İngilizce, Fransızca ve İspanyolca biliyormuş. Genel kültürünü ve terimleri seçişini ve telafuzunu zaten konuşurken anlıyorsun. Bazen onun yanında kendimi salak gibi hissediyorum.

Kadın 1950 lerde neler neler yaşamış, yıl olmuş 2021 ben hala kapuskaya talim aq:)

Neydi bi şarkısı vardı Sezen’in,

Bu kızı yeniden büyütmeliyim
Kor ateşlerde yürütmeliyim
Değirmenlerde öğütmeliyim
Farkındayım
Farkındayım...

31 Aralık 2020 Perşembe

Bayan Susi'yi Ziyaret Ettim

Uzun zamandır düşünüyordum Bayan Susi’yi ziyaret etmeyi. Covid nedeniyle gidemiyordum. Üç ay önce evde düşmüş ve acil hastaneye kaldırılmıştı. Orada da ziyaret edememiştim. Noelde ev telefonundan aradım. Ya telefona çıkmazsa diye ürkerek ararım hep. Zor duyduğu için adımı bir kaç kez söyledikten sonra tanır beni. Sonra da sevinç nidaları atar. Geliyor musun diye sormuştu o gün, ben virüsten falan korkmuyorum, gelebilirsin diye de eklemişti. Bugün gelemem ama bi kaç gün sonra gelirim demiştim. Şampanyayı buzdolabında bekleticem sen gelene kadar demişti telefonu kapatırken.

Bugün oraya gitmeden önce tekrar telefon açtım,
bir kaç kez adımı söyledikten sonra, bugün geliyorsun ama dimi, dedi hemen. Evet, dedim geliyorum. Kapıyı açık bırakırım, zili duymayabilirim, zile basmadan girersin içeri, dedi.
Gittiğimde her zamanki gibi kapıyı aralık bırakmıştı. Ben yinede zile basarak girdim içeriye. Bayan Susi diye ünledim. Ses gelmedi. İlk girişte sağ tarafta yuvarlak masanın üzerinde kırmızı laleler çok güzel görünüyordu. Bi süre onlara baktım, hatta fotoğrafını çektim. Sonra mutfağa yöneldim. Genelde orada otururuz hep. Orada da yoktu. Oturma odasına yöneldim bu sefer. Yatağında upuzun yatıyordu, üstünde örtü yoktu, gözleri açık tavana doğru boş bakışı vardı. Hemen yanında kedisi, koltukta da diğer kedisi uyuyordu. Beni karaltımdan fark eder diye düşündüm ama hiç kımıldamadı bile. Bayan Susi, dedim, duymadı. Ürkütmek de istemiyordum. Koltuğa oturup bekleyim o zaman dedim. Gözleri açık ama hiç kırpmıyordu. Karnına baktığımda nefes alıp verdiğini gördüm. Ben oturunca kedi birden kalktı, sonra da yanında yatan kedisi. Ardından bayan Susi zıplayarak kalktı. Geldin mi, duymadım kusura bakma dedi. Çok erken kalkıyorum, öğleden sonra yarım saat uzanıyorum böyle dedi. Sonra birlikte mutfağa geçtik. Her zamanki minik yuvarlak masaya oturduk. Bardakları hazır etmişti. Buzdolabından şampanyayı aldı, açmam için bana verdi. Çerez ve Noelde yaptığı kurabiyelerden koydu masaya.
Bende ince uzun kadehlere döke saça şampanyayı doldurdum, o görmeden silmeye çalıştım, olsun dedi şampanya bardaktan taşmalı:) göreceğini de görüyor dedim içimden:)
Yeni güzel bir yıla, dedi ve tokuşturduk kadehleri başladık sohbete. O anlattı ben dinledim, o anlattı ben dinledim. Hep o anlattı ben dinledim. Ben zaten bir şey sorduğumda o bambaşka bi şey söylüyor:) bağırarak konuşmam gerekiyor beni duyması için. O nedenle bende dinlemeyi yeğliyorum. Zaten onun konuşmaya ihtiyacı var, dinlemeye değil. Seviyorum onu dinlemeyi, bazen aynı konuyu bi kaç kez anlatsada, seviyorum.

Dizinden ameliyat olmuş. 6 hafta hastanede kalmış. Yemekleri yağlıydı, ama şarapları güzeldi dedi. Nasıl yani, hastanede şarap mı? Dedim. Evet, özel hastalara var dedi. “first class” sadece uçaklarda ve trenlerde yokmuş meğer.
Ameliyatı gayet başarılı geçmiş. Evde kendi başına yürüyebiliyor, merdiven inip çıkabiliyor. Bana merdiven çıkma dediler ama ben çıkıyorum diyor. Üç katlı evde kedileri ile birlikte yaşıyor. Her gün sağlık sigortasının onayladığı bir bakıcı geliyor, alışverişini ve yemeğini yapıp gidiyormuş. Ama temizlik yapmıyor, zaten öyle bir görevi yok diyor. Bir insan hem onu hem onu yapamaz diyor. Temizlik için başka biri geliyor, diyor. Seviyorum bu düşünceyi. Hemen aklıma “göçmen kadınlar” grubunda buna benzer tartışmalar geliyor. Örneğin biri çocuklarına bakıcı arıyor, veya yaşlı annesine yada babasına. Çocuklara derslerde yardım edecek, yemeklerini yapacak, bebekse eğleyecek, uyuduğunda temizlik, ütü yapacak vs.
Birileri karşı çıkar hep, bunlar hepsi ayrı ayrı işler, siz kendinize hizmetçi arıyorsunuz galiba, der biri. Biri çıkar ne var yani çocuklar uyuduğunda boş duracağına yapıversin eline mi yapışır, der. Bu konuda çok tartışmalar olmuştur. Hakkaten biz Türkiyeliler bu konularda sapla samanı karıştırıyoruz. “Eline mi yapışır yapıversin” ne demek?
İşte Bayan Susi bunu çok iyi biliyor. Her işi için başka biri var. Alışveriş ve yemeğini başka biri, temizliğini başka biri, bahçesi için başka biri var.
Ama herkes işini iyi yapmalı diyor.. Haklı...

Bay Anliker’i konuşuyoruz bazen, bazen eşi Lori’yi. Lori her akşam beni telefonla arar, yaşayıp yaşamadığımı kontrol eder, diyor. Müthiş bir dostlukları olduğu kadar enteresan da bi taraftan.

Böylece akşamı ederken bir şişe şampanyayı bitirivermişiz. Masada duran ve hiç yemediğimiz kurabiyeleri eve götürmem için bana veriyor. Kapıya kadar uğurluyor beni. Ne iyi ettin de geldin, yine gel, diyor.

Eve geldiğimde kurabiyelerden yedik. Aman tanrım, o ne güzel bi şeydi. Böyle acı bademli, tarif edemediğim bir tad vardı. Tarifini almalıyım, ve adına “Bayan Suzi kurabiyesi” demeliyim.
Güzel bir yila...





14 Kasım 2018 Çarşamba

Bayan Suzi, Ve O Gül

gül kokulu gül.
Geçen hafta perşembeydi, yine telefonla aramıştı bayan Suzi beni. Sesi iyi gelmiyordu. Döndün mü tatilden, nasıl geçti diye sormuştu. İyi geçti, sen nasılsın diye sorduğumda, hiç iyi değilim demişti. Peki, evde misin, seni ziyarete gelebilir miyim diye sorduğumda, hayır birazdan fizyoterapiye gideceğim, demişti. Peki ya yarın, diye sorduğumda, bilmiyorum kafam çok karışık, yarın günlerden ne diye sormuştu. Cuma dedim. Bilmiyorum, gelmeden önce ararsın demişti. Gitmedim ben o Cuma. Biraz nezle gibiydim, aksırıp tıksırıp duruyordum birde gidip ona bulaştırmayım diye düşündüm. Cumartesi, Pazar hava çok güzeldi sık sık bayan Suziyi düşünüyordum ormanda yürürken. Yine gitmedim. 

Bugün iş çıkışı aradım bayan Suzi’yi. Nasılsın, dedim. Çok kötüyüm dedi. Neyin var diye sormadan, vaktin varsa sana gelmek istiyorum, dedim. Çok sevinirim dedi. Telefonu kapatmadan önce “hele şükür” dediğinide duydum. 

Sisli ve hafif çiseleyen havada neyle karşılaşacağım acaba diye yol alıyordum. Bayan Suzi’nin sokağına girdiğimde, dış kapıda beni beklediğini gördüm. Gözleri çok iyi görmediği için o beni göremedi. Arabayı park edip hızlı bi şekilde evine yöneldim. 
Kapıda karşıladı beni, iyi ki geldin dedi. Kapısının önündeki kasaların içindeki elmalarını gösterdi. Götür bunlardan, bir sürü var, dedi. Bahçesindeki bir tek elma ağacındandı bütün o elmalar. 

Benim merak ettiğim Bayan Suzi, aksine her zamankinden daha iyi görünüyordu. O ittirmeli sandalyesi olmadığı gibi değneklerini bile kullanmıyordu yürürken. Ee hani çok kötüyüm, demişti diyorum içimden. Neyse içeriye girdik. Girişteki bi halının köşesini kaldırmış, “gözlerim çok iyi görmüyor, şurda duran ne? Diye sordu. Kurumuş bir yaprak duruyordu halının altındaki açık köşede. Eğilip aldım, kurumuş bir yaprak 🍂 bu, dedim. Elini yüzüne tutup gülmeye başladı. Ama nasıl gülüyor. Kedim kaldırdı o köşeyi ve ben onu fare sanıyordum, dedi. Ama gözleri iyi seçemeyen bi insan için kurumuş boz bir yaprak üstelik sapı var, fareyi andırabilir. Ben onun güldüğü kadar gülmedim, gerçekten fareye benziyor, bende önce fare sandım, dedim tebessüm ederek. Benziyor dimi, dedi. Evet, dedim. 
Bay Anliker ve oturdugu sandalye.
Sonra mutfağa geçtik. Her zaman oturup sohbet ettiğimiz yere. Küçük yuvarlak masası ve iki sandalyeli mutfak. Birinde Bay Anliker, diğerinde Bayan Susi oturur. Üçüncü kişiye diğer odalardan gelir sandalye. Bay Anlikerin sandalyesine bayan Susi oturdu. Bende bayan Suzi’nin sandalyesine. “Bay Anliker öldü biliyor musun” dedi pat diye. “Neeeeee” dedim bende pat diye. Evet öldü, gitti, terketti bu dünyayı dedi. Ağlamıyordu. Gülmüyorduda. Normal mimikleri ile anlatıyordu. 

Ne zaman, neden, nasıl? Diye sordum. 
Şarap içermiyiz bir kadeh dedi. İçeriz, dedim ve hemen bardakların olduğu dolaba yöneldim o zahmet etmesin diye. Hayır, dedi sen otur ben getireceğim o çok özel kadehleri. Biri babamdan kalma tek bir kadeh, diğeri ise bay Anliker’den kalma tek kadeh. Onu ben alacağım, babamdan kalanı ise sana vereceğim dedi. Peki dedim. Oysa dolabın içi çeşit çeşit içki bardakları ile doluydu. Ama bu iki bardak tek. Bu iki tek bardağı özenle alıp mutfağa döndük. Kırmasam bari diye kadehi sıkı sıkı tutuyorum. Neredeyse sıkarak kuracağım.
O sandalyede oturan Bayan Suzi,
ve camin önündeki o gül..

Tekrar oturduk mutfaktaki masaya. Açık şarabı varmış zaten, kadehleri ben doldurdum. Bay Anlikere içelim diye kaldırdık kadehleri. Evet ona içelim, dedi. Ve başladı anlatmaya. 

“Geçen hafta Pazartesi hastaneye kaldırılmış kalp yetmezliğinden, benim haberim yok, beni 60 yıldır her gün arayan insan aramayınca merak ettim günlerce. Cuma akşamı karısı Lory aradı. Hastanede yattığını söyledi. Lory gelip beni aldı ve o gün ben gittim hastaneye. Lory de eve gitti. Bütün gün onunla beraberdim. O masmavi düğme gibi gözlerini açıyordu, ama beni gördüğünü ve algıladığını sanmıyorum. Sonra ben eve geldim, o gece 10 Kasım gecesi o mavi gözlerini kapamış” dedi. Tam bayan Suzi bunu anlatırken bütün mavi gözlüler 10 Kasım’da mı ölüyor acaba diye aklımdan geçirdim. Aklımdan geçen diğer bi konu ise sonbaharın aynı zamanda hüzün mevsimi olduğu idi. Hazan, hüzün, yaprak dökümü, ölümler, hastalıklar hep bu mevsimde baş gösterir. Belki sonbaharın renkleri bu yüzden güzel ve aynı zamanda hüzünlüdür. 

Sonra birden bire başka bi konuya geçip dünya gerçeklerinden konuşmaya başladı bayan Suzi. Şöyle adamakıllı Bay Anliker’in matemini tutamıyorum. Bende onun gibi ağlayamıyorum. Oysa bizde ölümler acıklıdır, ağlamaklıdır, derin acılar içerir. 

Biliyor musun diyor, şu gülü götürmüştüm Bay Anlikere. Kokladı. Ne güzel kokuyor, dedi. Bunu anlatırken kendiside kokladı gözleri kapalı. Bak, sende kokla istersen, dedi. Artık nasıl bi özlem ile kokladım bilmiyorum, gerçek söylüyorum, yok böyle bi koku. Böyle güzel kokan bir gül henüz koklamadım. Mutfağında beyaz bir vazoya koymuş. Bu gül solmuştu, yeniden açtı biliyor musun dedi heyecanla. İnanıyorum ona. Fotoğrafını çektim. Bu gül elbet solar bi gün, seneye ölüm yıldönümünde belki ona kartpostal olarak gönderirim diye düşünerek çektim bu fotoğrafı. 

Eee, dedim şimdi bundan sonra ne olacak, nerede ve ne zaman defnedilecek? Bilmiyorum, dedi. Bundan sonrasının önemi var mı? Beni her gün arayan bi insan yok artık, onun düşünceleri, onun centilmenliği, onun anlayışı, onun aydınlığı yok. Sessiz bi dünyaya gömüldüm. Ama ben yalnız yaşamaya alışığım, daha çok onun karısı Lory’i düşünüyorum. Onun işi daha zor. Bir sürü kararlar vermesi lazım. O çok iyi bir kadın, şimdi sadece onu düşünüyorum, dedi. 
Bunu kimseye anlatmadım, bir tek sana anlatıyorum, elbette karısının iznini alarak, dedi. Eğer karısının yardıma ihtiyacı olursa senin adını verebilir miyim? Diye sordu. Elbette, dedim. 

Ama hala defnedilme konusuna açıklık gelmemişti. Nerde, ne zaman olacak, sen gitmeyecek misin diye yeniden sordum. Bay Anliker’i biliyorsun, öyle şaşaya gerek duymadı hiç, sessizce gitmek hep tercihiydi. Buda öyle olacak. Krematoryum’da yakılarak külleri kalacak geriye, dedi. Onada karısı karar verir nereye savrulacağına. 

Nasıl güzel, nasıl objektif, nasıl anlayışlı, nasıl aydın bi kadın. İdolüm. Biraz sert gibi görünüyor. Ama mükemmel. Keşke bende öyle olsam!! Biz acınasını kadınlara alışığız ya hani. 

Son olarak dedi ki; Viktor Hugo’nun bir mezar şiiri bilir misin? Hayır dedim. Bilmiyorum, söylesene bana. Fransızca ama, aynı sözleri bire bir tercüme edemeyebilirim, dedi. Ve etmedi. 

Vedalaştık. Bir kasa elma verdi bana. Eve geldim. Gelir gelmez o şiire baktım. 
Türkçesi şöyle imiş. 

“Senin gibi bir aşk çiçeği ne yapar
Seher vakti yağdığında yağmurlar? ”
Diye mezar sordu güle.
“Ya senin o kuyu gibi ağzına
Düşen insan ne yapar daha sonra? ”
Diye sordu ona gül de.
“Ey karanlık mezar, amber ve bal
Kokusuna döner o damlacıklar
Anladın mı beni şimdi? ”
Mezar da dedi ki “Ey dertli çiçek,
Melek olup göklerde süzülecek
İçime düşen her kişi.”
(1837)
Victor Hugo
Çeviren: Tozan Alkan
Böyle işte. Bay Anliker gitmiş. Ve ben üzgünüm. Onun gibi bi insan tanıdığım için çok mutluyum. Bizim firmanın kuruluşundan beri vardı. Katkısı çoktur. Firmanın envanteridir neredeyse. En son yine bayan Suzi’de buluşup hayatımda ilk kez geyik eti yemiştim. O ısmarlamıştı. Ve orada birbirimize sen diye hitap etmeye başlamıştık 20 yıl sonra. Taksiye bildirdiğimde, bu geceyi tekrarlayalım demiştim. En kısa zamanda olsun, lütfen demişti, ve yanaklarımdan öpmüştü. Öyle havayı öper gibi değil, dokunarak öpmüştü😪 
Bi daha olamadı😪 hayat işte. Kaşla göz arasında.. Seni çok sevdik Bay Anliker. Küllerinden yeniden doğ emi. 
Bay Anliker ve ben.

Bayan Suziye ait diger yazılar:

Bayan Suzi Düşmüş
 Bayan Suzi ve Sevgilisi..
Bayan Suzi ve üzümleri



2 Eylül 2018 Pazar

Bayan Suzi Düşmüş

En son Mart ayında ziyaret etmişim bayan Suziyi. Güya sık sık gelirim diyordum. Benim sıklarım beş ayda birse demek?
Geçen pazartesi idi. Postanedeki posta kutusundan her gün saat 11 de firmanın postasını almaya gitmiştim. Döndüğümde kulağındaki telefona “ aaa şimdi geldi”veriyorum derken, sağ eliylede bana gel gel işareti yapıyordu eşim. Kim olduğunu anlayamadan kulağıma götürdüğümde telefonu, karşıdaki ses hala konuşuyordu. Sözünü kesmeden bi süre dinledim, sonra bayan Suzi olduğunu anladım. Merhaba bayan Suzi dedim. Aaaa, merhaba dedi. Başıma gelenleri eşinize anlattım, dedi. Ne oldu ki? dedim. Düştüm, dedi.  Otobüste düşmüş, hemen hastaneye kaldırılmış, kalçasından ameliyat olmuş, bir hafta sonra nekahet dönemi için bakım evine yerleştirilmiş. Peki dedim, bana adresi verin ziyaretinize geleceğim. Çok mutlu olurum, ve sizden bi kaç ricam olacak dedi. Evime çok yakın şu bakımevinde kalıyorum, dedi. Salı sabahtan gittiğimde özel odasında masa başında kağıt kürek işleri ile uğraşıyordu. Girdiğimi duymadı bile. Karartımı gördüğünde sağ eliyle yakın gözlüğünü iyice aşağıya indirdi. Uzaktan seçemedi beni. Yaklaşınca ben, birden gülümsedi merhaba bayan Yalçın dedi. Kusura bakmayın kalkamıyorum, dedi. Lütfen rahatsız olmayın diyerek yanındaki sandalyeye oturdum. Bu kazadan sonra görme ve duyma problemi yaşıyorum, kitap ve gazete okuyamıyorum, ama hergün antrenman yapıyorum sanırım düzelteceğim bu durumu, dedi. Bakın her şeyi organize etmem gerekiyor, herşeyi not alıyorum, dedi. Yapılacaklar listesi yapmış.
Düştüğümde, ve ambulans çağırdıklarında ilk kedilerimi düşündüm ve onlara bakacak birini buldum, dedi. Ben yıllarca onları bırakıp tatile bile gitmedim, dedi. Özellikle onlar için hastalanmamalıyım diye çok dikkat ediyordum, ama otobüs şoförü suçlu bulundu, onlara bunun hesabını soracağım, hakkımı arayacağım, dedi.
O dinamizmine hayran kaldım. Kader, nasip, kısmet, alınyazım böyleymiş, deyip pes etmiyor.
Sizden bi kaç ricam olacak, dedi. Hepsini önceden yazmış.
Biliyorsunuz evim iki katlı. Bu durumda şimdilik merdivenden üst kata çıkamam, alt kattaki beyaz kanepeyi yukarı çıkarmanız, üst kattaki sağ odada bulunan bordo kanepeyi aşağıya indirmeniz. O açılıp yatakta oluyor çünkü dedi. Koridordaki lambanın ampülü patlak, onu onarmanız, çünkü ben çıktıktan sonra eve bi süre bakıcı gelecek, ve lamba yanmadığı için göremez ve düşerse sorumluluğu bana ait, yoksa ben biliyorum orada lamba olmadığını ve 87 yıldır o evde yaşıyorum karanlıkta bile yolumu bulurum, dedi. Bilinçli olmak başka bir tabi. Haklarını savunuyor ama sorumluluklarınında bilincinde. Buna benzer bir kaç yapılması gereken şeyleride söyledi. Ve bunları bana faturalandırın dedi. Bende Türk mantığı ile nolcak canıııım, yarım saatlik iş, insanlık öldümü, hallederiz, hatta size beleşe yaparız demeye getirdim Almanca cümlelerle. Hayııır, asla kabul etmem, dedi. Sizin bir firmanız var, ve fatura yazabilirsiniz dedi. Peki, dedim.

Evinin anahtarını verdi bana. Burada hiç bir şeyim yok, size bir şey ikram edemiyorum üzgünüm, ama evim karşıda, gidin kellerdeki mahzenden bir şişe şarap alın, dedi. Hiç önemli değil deyip, ayrıldım ve işe döndüm.

Aynı gün iş çıkışı bi kaç çeşit meyve, ve çikolata alıp yeniden gittim yanına. Çok mutlu oldu. Oradayken bizim gençlerden birinide çağırdım, o taşıma işleri, ve lamba onarımı için. Geldi ve birlikte bayan Suzinin evine gittik. Lambayı halletti, ama taşıma işi benimle mümkün değildi. Yukarıdaki kanepe leş gibiydi ağırlık olarak. O daracık merdivenden indirmek mümkün olmadı. Diğer işleri halledip çıktık.
Perşembe sabahtan bizim gençlerin ikisi birden geldi. Taşıma işini hallettik. Bize verilen görevler bitmişti. Mutluyduk.
Günlerden perşembeydi. Perşembe kadınları olmazsa olmazdı. Arkadaşıma, bu Perşembe’yi çok farklı bi yerde yapalım mı dedim. Yapalım dedi. Bir şişe şarap, ve atıştırmalıklarla bayan Suzi’yi ziyarete gittik. Bakım evinin kocaman bi terası var. Bizi görünce çok sevindi. Bakın ne getirdik dedim şarabı göstererek. Bardakta getirdiniz mi dedi, gözlerini açarak. Hayır, ama gider kantinden alırız, dedik. Hayır hayır, dedi benim bi fikrim var. İki bardak var zaten bende, birde lavaboda diş fırçalarının girdiği bardak var, onu bi güzel temizleriz ben ondan içerim, dedi heyecanlı heyecanlı. Çıktık terasa. Bizden başka kimse yok. Donattık masayı, açtık soğuk beyaz şarabı..
Anahtarını teslim ettim. Kanepeyi indirdik dedim. Ya lamba? Dedi. Onuda hallettik dedim. Arkadaşıma dönüp, işaret parmağıyla beni gösterip, bayan Yalçın harika bir kadın dedi. Arkadaşım onu onaylarcasına, “evet biliyorum” dedi. Bana sorarsanız ortada bi harikalık yok. Yapılması gereken yapıldı. Severek, isteyerek ve gönülden yaptım. Görev olarak yapmadım. Ama bayan Suzi bunların hepsini fatura yapacaksınız dimi, diyordu. Kültür farkı işte. Fakat iki kültürede yakın olduğum için yadırgamıyorum.


Çok güzel sohbet ettik. Çoğunlukla bayan Suzi konuştu. Biz dinledik. Konuşmaya susamıştı sanki. Çok güzel cümleler kuruyordu. Yaşlılık hiç güzel bir şey değil. Yıldızıma olan güvenimi kaybettim. Kaderime olan güvenimi kaybettim. Bazen diyorum ki, bir motorsiklet kazasında ölüp gitmek, yaşlanmaktan çok daha iyi olduğunu düşünüyorum, dedi. Ve “es ist sehr wichtig „einfach“ zu leben“ dedi. Sade bir yaşamı yeğlerdim, demeye getirdi. Bu ne demek, dedim. Evde bir sürü Hermes çantam var. Şu marka eldivenim, şapkam, bankada mücevherim var. Şu an hiç birinin önemi yok, dedi. Hermes markasını bilmiyordum bile. Arkadaşım biliyormuş ama. O zaman ben gayet basit ve sade yaşıyorum dedim, ve gülüştük. “Peki, iyi yaşadım, güzel yaşadım” diyebiliyor musun” dedim. (Artık dünden beri birbirimize sen diye hitap edebiliyoruz. Yoksa yıllardır hep siz dedik birbirimize.)
Evet, dedi iyi yaşadım. O zaman sorun yok, önemli olan bu değil mi, dedim. Evet öyle ama yinede daha sade yaşamak isterdim, dedi. Konu konuyu açtı. Arkadaşım Antonella bi ara kayboldu. Yakın bir marketten bi şarap daha alıp gelmişti. Saat akşam 18 olmuştu. Bayan Suzi bakım evinin akşam yemeğine gitti. Biz arkadaşımla terasta oturup sohbete devam ettik. Hatta dedik ki, düşünsene bir bakım evinde, bakıma muhtaç olmadan, ve yemek saatine uymadan oturtabiliyoruz, işte buna içilir diyerek baya oturduk orada. Yemek sonrası bayan Suzi yine geldi. Bardakları almam lazım dedi:) zaten bırakacaktık dedik. Ama buraya giriş çıkışlar akşam 18 den sonra sorun olabilir, dedi. Herşeyi düşünüyor, herşey planlı programlı hayatında. Biz ise gayet rahat. Çıkarız çıkarız dedik. Apar topar topladık herşeyi. İndik odasına. Bardakları yıkadık, boş şişeleri çantamıza aldık, bayan Suzi bize çıkış 
kapısına kadar eşlik etti. Son zamanlardaki  en güzel momentleri yaşadım sizinle, teşekkür ederim dedi. Yarın çıkıyorum, akşama bay Anliker yemek siparişi verdi eve, sende gelirmisin dedi bana. Tabiki gelirim dedim. Ve kucaklaşarak ayrıldık. Fakat oda ne? Kapılar açılmıyor hakkaten. Çıkamıyoruz. Mantığımız almıyor. Dışardan giriş olmaz ama dışarı çıkmak mümkün olmalı. Hiç bir çalışanda yok artık giriş ve danışmada. Ama telefon var acil durumlar için. Arkadaşım telefon açtı. Telefondan, tamam biz açıyoruz kapıyı denmiş, ve açıldı kapı. Bizden çok bayan Suzi endişendi. Vedalaştık. 

Ve geldi çattı cuma. Nihayet evine gidebilecekti, ve onu 65 yıllık arkadaşı, dostu ve sevgilisi bay Anliker karşılayacaktı. Bay Anliker ile yıllarca birlikte çalışmıştık. Zaten bayan Suzi’yi onun sayesinde tanımıştık. Cuma orada olmaktan mutluluk duyacaktım.
Cuma akşamıydı. Gittim. Kapı zilini duymuyorum, kapyı açık bırakırım, girersin demişti bayan Suzi. Evet, gittiğimde kapı açıktı, ben yinede zile basmıştım. Duymadılar. Girdim içeri. Ama gördüler. Kucakladım ikisinide. Gelmeyeceksin sandık, dediler. Gelmez miyim, dedim. Gittiğimde şarap içiyorlardı zaten. Bay Anliker ayağa kalktı beni görünce her zamanki centilmenliği ile. Geyik eti siparişi vermişti tanıdıkları bir restorana. Ben daha önce hiç geyik eti yememiştim. Ama o gecenin hatrına çiğ tavuk eti bile yiyebilirdim. Bay Anliker ve bayan Suzi hazırladı herşeyi, bana hiç bir şey bırakmadan. Nasıl utandım bilemezsiniz. Bayan Suzi tekerlekli sandalye değilde, „rolator“ denen tekerlekli bi aletle yürüyor.   Yani oturmadan, elleri ile sürüyerek. Türkçesini bilemedim şimdi. Yemekler ısıtıldı, bay Anliker çantasından bir Portekiz şarabı çıkardı. Bayan Suzi en sevdiğim şarap diye mutlu oldu. Ben sadece onların bu ağır çekim mutluluklarını izliyordum. Ve sanki 60’lı yıllarda çekilen siyah beyaz bir İngiliz yapımı film setindeydim. Yemeğimizi yedik. Tatlı olarak karake sipariş etmiş bayan Suzi. Karake ne demek bilmiyordum bile. Harika bi şeymiş meğer. İçi yumuşacık taze çikolata, dışı yeşil bişey. Ama bi tane yetiyor insana. Yani bizim bi keski baklava gibi.

Oturduk o gece. Yedik içtik. Sohbet ettik. Herşey çok güzeldi. Birden bire Bayan Suzi’nin yüzü değişti, kendimi iyi hissetmiyorum dedi inleyerek. Çok korktum. Hemen koluna girdim, yukardan indirdiğimiz o kanepeye yatırdım. Pencereyi açtım. İyiyim şimdi dedi. Biraz dinlen, dedim. Bay Anlikerin yanına gittim. Masadaki şarap bitmişti. Lütfen aşağıdan bir şarap getirir misin, dedi. Tabiki dedim, ama hangi şarabı dedim? İlk gördüğünü, dedi. Peki, dedim. Açtık bi şarap daha. Bay Anliker ile ilk kez baş başa ve çok özel konuştuk. Yıllarca birlikte çalışmış bu kadar yakın olmamıştık. Dedim ki, bayan Suzi daha önce anlatmıştı, 50 yılın üzerinde bir dostluğunuz varmış, ve gençliğinizde sevgiliymişsiniz. Dostluğumuz ve sevgili oluşumuz doğru, ama bu 50 yıllık değil, 65 yıllık, dedi.
Harika dedim. Ama şunu çok merak ediyorum, sen evlisin, ve şu an buradasın. Eşin bunu biliyor mu? Evet, biliyor o getirdi beni buraya, dedi. Nasıl oluyor bu, merak ediyorum dedim. İlgi alanlarımız farklı ve saygılıyız birbirimize, dedi. Anlamış gibi yaptım, ahaaaaa diyerek.

Peki hiç burada kaldın mı dedim. Evet, kaldım dedi. Peki bu akşamda kalabilir misin, bayan Suzi’yi yalnız kalmamalı dedim. Kalırım kalmasına, ama bayan Suzi bana kal demedi, kalamam dedi.
Zaman sonra bayan Suzi’nin yanına gittim. Şimdi çok iyiyiyim, geliyorum yanınıza dedi. Biraz daha dinlen, dediysemde kalktı geldi.
Bay Anliker burada kalmak istiyor, iznin olursa dedim. Hayır, hayır dedi. Hep alıştığı yatakta yatsın. Onunda tansiyon problemi var, burada kalırsa hem onun için, hem kendim için düşünüceğim diye argumanlar sundu. Ve ben onuda düşünecek kadar sağlıklı değilim, dedi. Bay Anliker’in orada kalma isteğini görüyordum, ama evine gitmelisin demişti sevgilisi. Peki, sen nasıl istersen dedi bay Anliker. Ve taksiyi aradı hemen bayan Suzi. 22.30 da kapısına bir taksi siparişi yaptı. Bense onların bu saygılı diyaloglarını izlemekle yetindim. 

Taksi geldi 22.30 da. Yağmuluğunu giymesine yardım ettim, fermuarını kapattım. Bastonunu getirmeye gittiğimde, birbirleri ile vedalaşırken dudaklarına bir öpücük kondurduklarını gördüm. Yürümekte zorluk çeken bay Anliker’e taksiye kadar eşlik ettim. Emniyet kemerini bağladım, yanağından öptüm, çok güzel bi akşamdı, teşekkür ederim, tekrarlayalım bunu dedim. Ama zaman geçmeden tekrarlayalım, dedi. Taksi şöförüne gideceği evdeki merdivenlerin olduğunu ve lütfen eşlik etmesini rica ettim. Merak etmeyin, dedi genç taksici. 

Bayan Suzi ile kaldık başbaşa. Masayı topladım, bulaşıkları yıkadım. Yanında kalmamı ister misin dedim? Hayır, dedi. Ama bana üst kattan pijama ve iç çamaşırı, birde yatağımın yanında duran abajurumu getirirsen sevinirim, dedi. İki kat çamaşır getirdim. Birde abajur ile birlikte yarım kalmış kitabını şimdiki yatağının kenarına yerleştirdim, Sevindi. Çok teşekkür ederim, bana çok yardımcı oldun, hadi sende git evde bekleyenlerin var, dedi. Kucaklaştık. Kapıyı kilitlemeyi unutma, dedim. Çıktım. Bi on dakika kadar bekledim dışarda. Sonra tekrar gittim. Kapı açıktı. Unutmuştu kilidi. Beni görünce tekrar bir şey mi unuttun, dedi. Evet dedim arabanın anahtarını bulamıyorum. Sonra bi yerde bulmuş gibi yaptım artık. Dedim şu kapıyı kilitle arkadan artık. Kilitledi. Eve dönerken bütün bu haftayı, ve bu geceyi düşündüm gülümseyerek... 

Bize nasil gulmüstü, icerde kaldigimizda:)
Arkadasim telefonla görevli ararken.




5 Kasım 2017 Pazar

Bayan Susi Ve Üzümleri..

Masamın üzerinde bir not. Bayan Susi aradı, geri aramanızı istedi. Tel no bu. Aradım. Çıkmadı. Bir zaman sonra yine aradım, yine çıkmadı. Ertesi gün unuttum. Yine beni aramış. Yine ben yoktum. Sonra ben onu aradım. Bu böyle günlerce sürdü. Ulaşamadık birbirimize. Sonra her saat başı aradım. Telefon açıldı. Nihayet aradınız, dedi. Hep aradım ama bi türlü yakalayamadık birbirimizi, nasılsınız dedim. Üzümler, dedi. Zamanı geçmek üzere. Siz çok seviyorsunuz, gelin ve toplayın dedi. Ben evde olmasamda, bahçedeki masanın üzerine hem sepet, hem makas bırakırım, dedi. Her yıl bu zamanlarda olur çocukluğumda yediğim o morumsu kokulu üzümler. Ve her yıl bu zamanlar arar beni Bayan Susi. Şimdi gelebilir miyim, evde olacak mısınız, diye sordum. Evet, bugün evdeyim, dedi. Geçen yıldan kalma bir iki sepeti aldım, atladım arabaya ona gittim. Ve her zamanki gibi onun sokağına girişi kaçırdım. Sanki her şey, her yıl bu zamanlarda aynı oluyordu. Çok güzel nezih bir semtte, bahçeli bir evde oturuyor. Sonbaharın oradada çok güzel göründüğünü hatırlıyorum, o sokağa girdiğimde. Güneş sızıyor renkli ağaç dalları arasından. Zile basmak için kapıya yöneldiğimde kapının aralık olduğunu görüyorum. Ben yinede zile basıp, yüksek sesle bayan Susi, bayan Susi diye seslenerek içeri giriyorum. Nerdesiniz siz,üzümler çürümek üzere? Diyerek karşılıyor beni. İşte burdayım, diyorum. Şarap içermişsiniz diye soruyor. Alırım bir kadeh diyorum. Balkonda mı oturalım, diyor. Evet güzel olur diyorum. İlk kez balkonda oturacağını söylüyor. Ona yardım ediyorum, masa ve sandalyeleri düzeltirken. Sonra antika bir dolaptan eski şarap kadehi çıkarıyor, bu kadehler artık yok, benim çocukluğumdan bunlar, o yüzden değerli diyor. Dikkatle iki kadeh alıp, mutfaktan şarabı alıp balkona oturuyoruz. Güneş yazdan kalma gibi, üzerimizdeki ceketleri çıkarıyoruz. Kurabiye yapmıştım onlardanda getireyim diyor. İlk kez kurabiye ile şarap içiyorum. İki kedisi ile birlikte yaşıyor. Bir kedisi geliyor yanımıza. Bu gelir diyor, öbürü gelmez. Öbürü başına buyruk biraz diye gururla anlatıyor. Sokakta buldum onu diyor. Hasta olmamam lazım, onlara bakacak kimsem yok diyor. Onlar için yıllarca tatil yapmadım diyor. Belkide bu anlayış onu hayatta tutuyor diye, ben bakarım diyemiyorum. Dinliyorum sadece onu. Konuşmayı özlemiş. Sadece o konuşuyor. Ben dinliyorum. Anlattıklarından sonra bir şey sormaya yelteniyorum, yine anlatıyor iştahlı iştahlı, susup dinliyorum yine. Ama güzel konuşuyor. Birikimi çok. 87 yaşında. Hep yalnız yaşamış. Hiç evlenmemiş. Parlementoda yazı işlerinde çalışmış. Dünya politikası ile hala ilgili. Bir ara Erdoğan'ı sordu, onu geçelim dedim. Dünyanın liderlik anlayışı değişti, diyor. Bir delide Amerika'da var diyor. Merkelin politikalarınıda sevmediğini söylüyor. 

Üzülmeri toplayalım mı? Diyor birden bire. Toplarız daha diyorum, ikinci kadehi dolduruyorum. Sigara yakıyorum. İyiki sigara içiyorsunuz, ben hiç içmedim, ama sigara içenlerede hiç hor gözle bakmadım, ve yanımda içilmesinden hiç rahatsız olmadım,  herkesin kendi bileceği bir şey diyor. Rahatlıyorum öyle deyince. Gerçi balkonda açık havadayız. Ama hep içmeyene gider ya o duman, ondan rahatsız oluyorum. Elimle dumanın gidiş yönünü bozuyorum. Rahatsız olmuyorum, diyor, ve konuşmasına devam ediyor. Geçen hafta bir dağ restoranında mezun olduğu dönem arkadaşları ile buluşma gerçekleşmiş. Okulun 100. Yılıymış üstelik. Hiç kimseyi tanımadım diyor, zaten bir çoğu göçüp gitmiş. O zamanlarda bana aşık biri varmış, şimdi anlatıyor diyor gülerek ve sağ eli ile saçlarını düzelterek. Can kulağı ile dinliyorum. Ve hareketlerini gözlemliyorum. 87 yaşında hayata sıkı sıkı bağlı. 

Bi ara, araya girmeyi başarıyor ve soru soruyorum. (Bizim ortak noktamız bay Anliker. Bizde çalışan emekli bir amcamızdı. Her gün öğle yemeği zamanı onu ziyaret ederdi bayan Susi) Bay Anliker nasıl diyorum. Hasta diyor. Artık kendi başına buraya gelemiyor. Gidip almam gerekiyor. O iyileşirse, ve buraya gelirse sizde gelin, diyor. Seve seve gelirim diyorum. Kaç yıllık arkadaşsınız diye soruyorum. 60 yıllık diyor. Peki sadece arkadaş mısınız, sevgilide oldunuz mu diyorum. Sevgilide olduk diyor. Bay Anliker evlenmeden önce tanışıyorduk, ama arkadaştık. Sonra ben İngiltere'ye gittim, o evlendi. Hala evli. Ben döndükten sonra görüştük, kırk yıldır hala görüşüyoruz, diyor. Benden beş yaş küçük o biliyor musunuz? Diyor yine elleriyle saçlarını okşayıp, uzaklara bakarak. Ama sanırım artık gelemeyecek diyor. Çok dürüst, çok anlayışlı, çok centilmen bir adamdır diyor. Evet, tanıdım, birlikte çalıştık, aynı sizin gibi düşünüyorum, diyorum üçüncü kadehi doldururken. Ne güzel bir gün değil mi diyor. Harika bir gün diyorum. Daha sık görüşelim diyor. Aynı fikirde olduğumu söylüyorum. Söz veriyorum, yine geleceğim, diyorum. Masaya tekrar dönmek üzere, bahçeye iniyoruz. O güzel mis kokulu üzüm salkımlarının kesiyorum tek tek. Bunlar bize doğanın bir hediyesi diyor. Kuşlar hepsini bitiremiyor, Bunlar arta kalanlar. Ziyan olmasın. Topluyorum bir sepet. Bunlar yeter, yine geleceğim diyorum. Lütfen, diyor, hatta seneye farklı yapalım, ben aramayım sizi, gelin ve alın diyor. Seneye  yaşarsam tabi diye ekliyor yine gülerek. Tekrar yukarı çıkıyoruz. Balkonda yarım kalan kadehlerimizi içiyoruz. Fotoğraf çekilelim mi diyorum. Tabiki diyor. Yayınlayabilir miyim diyorum. Bunada evet diyor. Ninem aklıma geliyor böyle zamanlarda, yada köydeki diğer kadınlar. "Aman böyle çekme, pek çikinim bugün, üstüm başım iyi değil, benim gibi gocagarıyı kim neylesin" diye karşı çıkışları. Bayan Susi'de hiç öyle bir tavır yok. Kendinden gayet emin.

Kalkarken masadaki bardakları ve diğer eşyaları mutfağa götürüyorum. Bardakları yıkayıp dolaba yerleştirirken Bay Anliker'in içtiği kahverengi puro şeklindeki sigara paketlerini görüyorum. Onun için almış belli. Acaba tekrar buraya gelip, bunları içebilecek mi diye düşünürken içimi bir burukluk kaplıyor. Bardakları yerleştirip hemen kapatıyorum dolabın kapağınıı. 

Ayrılırken, eğer bir kaç gün bir yere gitmek isterseniz kedilere ben seve seve bakarım, diyebildim sadece. Kucaklaştık..