Sayfalar

Meydan okuyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Meydan okuyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2017 Cumartesi

Apartman Sohbetleri #14 #15 Fiziksel acılar, saçma teklifler..

14)En sevdiğin fiziksel acı? 

Challenge sorusu bu! Soruya bak hizaya gel diyesim geliyor. Ben mi farklı düşünüyorum? Fiziksel bir acı sevilir mi? Sevilir tabi yaaa. Bak şimdi geldi aklıma. Mesela acı biber 🌶.. Tarhana çorabısının yanında, kütür kütür bir aci biber turşusu. Dilin yanar alev alev 🔥 ama çok zevk alırsın. Ama bu tat olarak alınan acı. 

Aslında ilk aklıma gelen başkaydı. O'da şu, sevgi ile yapılan fiziksel aktiviteler.. Spor gibi diyelim.. spor güzeldir😀 konuyu fazla dağlatmadan keseyim en iyisi.  

15) Almış olduğun en saçma teklif? 

Çok ayıppp!!
Indecent Proposal filmi geldi aklıma😀 hayır, böyle bir teklif almadım. Almamda zaten. Öyle bir potansiyel yok. İyiki..

Ama söyle saçma bir teklif aldım, daha yenice hemde.

Bizim evdeki modem yada wi-fi, mi her ne zıkkımsa bozuldu. Bu bozulma evdeki bütün iletişim araçlarını engelledi. Tv, radyo, internet gibi. Sap gibi kalıyorsunuz bunlar yok olduğunda. Acı ama gerçek. Alışmışız bi kere. Hemde iliklerimize kadar. Neyse işte, bunlar bozulunca ertesi gün hemen yetkili servisi aradım. Eve geldi bir tekniker, baktı etti, bana dediki, modem bozulmuş. Yapılamaz. Size şöyle bir teklif sunuyorum, ben buraya geldim, ve bunun bozuk olduğunu tespit ettim. Benim ücretim 200 fr. Ya bu ücretimi ödersiniz, yada ben şimdi yeni bir modem bağlarım, burnunda ücreti 200 fr. Karar sizin demez mi?
Yani hiç getirisi olmayan hizmet için 200, ve hemen getirisi olan hizmet artı yeni bir ürün için yine 200 ödeyeceğim. Bu ne saçma bir teklif? İlk seçeneği kim seçer? Bunu kendisinede söyledim zaten alaycı bir mimikle. Bunu size söylemem gerek dedi. İyi ettiniz dedim.  Hala unutamıyorum. Yeri geldi anlattım. Apartman Sohbetleri işte.

O değilde fotoğraf arşivime baktım bu akşam. Baharı bekliyorum deli gibi. Şu altta görünen fotoğrafa takıldı gözüm. İnstaramdada paylaştım zaten. Sanki baharla birlikte gelen bir #hayır var. Çiçekler bile hayır yazmış sanki? Ne dersiniz? 


ilk sari ciceklerin H Harfi oldugunu düsünün.. gerisi gelir.

23 Şubat 2017 Perşembe

Apartman sohbetleri #6 Tipitip, Ve Günahlarım..




6. Hastası olduğun bakkal ürünü hangisi? 
Meydan okuma (challenge) sorusu bu bugün. 

Ha, işte bak yine çocukluğuma götüren bir şey bu.  Utandığım itiraflarımda olacak. 

İlkokula başladığım yıllardı. Yeni bir sakız çıkmıştı. Minik paketleri renkliydi. Sarı, yeşil, kırmızı, ve maviydi. Paketinin üzerinde zaten ürünün adını taşıdığı sivri uzuuun burunlu, kocaman yuvarlak gözlüklü, yeşil papyonlu, sarı ceketli, kırmızı pantalonlu, fötr şapkasında mavi olan çizgi kahraman'ı Tipitip vardı. İçinden eğlenceli karikatürler çıkardı. Bak dün yazmayı unuttum, 7 yaşımda ceplerimden o karikatürler çıkardı benim. İşte bu sakız'ı çook severdim. O bir efsaneydi. Kokusu ve ön tadı çok güzeldi. Annemler Almanya'dan alaman sakızı Wrigley's getirirdi, onlarıda severdimde ama içinden karikatür çıkmıyordu.. Halbuki sakız çiğnemeyi pekte sevmem. O ilk tadı vardı ya, o gidince sakızıda atardı zaten. 

Birde leblebi tozunu çok severdim. Küçük şeffaf poşetler içinde çok ucuza 10 kuruş mu 25 kuruş mu neydi. Ananem her gün işten gelirken cebinde iki poşet leblebi tozu ile gelirdi. Ağzımıza boca yapardık onu, sonrada biz konuştukça ağzımızdan bir toz bulutu çıkmasına bayılırdık. Boğulma tehlikeside geçirdik, ama oyun değil mi amaç çocuklar için? Oyun herşeyin üstündeydi. Ölümün bile:) düşünsene oynarken gülmekten ölüyorsun? Neyse vaz geçtim çocuk ve ölüm birbirine yakışmıyor. 

Bu iki ürünün hastasıydım. 
Şimdi bir itirafta bulunacağım. Yine Hendek'teyiz. Herkesin veresiye alış veriş yaptığı bakkallar olurdu. Kemal amcanında sevimli bir bakkalı vardı. Gri önlüğünü giyer, kağıt kese kağıtlarında tartardı ürünlerini. Plastik poşet ve şişeler bugünkü gibi çok kullanılan bir şey değildi. 

Bakkal hala aklımda. Koyu renkli uzun tahtalarla döşenmişti yerler. Tezgahında iki kefesi olan  bir tartı aleti, kiloluk, gramlık pion görünümlü birsürü irili ufaklı ağırlık birimleri dururdu. Tezgahın ardında büyük kahverengi çuvallar içinde toz şeker, un, mercimek, fasulye gibi ürünlerde küçük el kürekleri saplanmış şekilde dururdu. Dükkanın camekanından içeri sızan güneş ışını uzun geometrik şekilde yansırdı. İşte bu güneş hüzmesi buğulu olur, içinde küçük tozlar uçuşurdu. Birazda karanlıktı.

İşte böyle bir dükkanı işleten Kemal amca dükkanı ile bir bütündü. Sanki onun dışında orayı kimse işletemezdi. O manuel tartı aleti ne kadar yakışıyorsa, Kemal amcada o dükkana çok yakışıyordu. Nasıl sevimli bir insandı. Evin küçüğü olarak hep ben yada abim giderdik. Babamı bile o kadar çok görmüyordum o zaman. Gerçi hala görmüyorum ya.. 

İşte biz her gün bu dükkana/bakkala günlük ihtiyaç için gönderilirdik. Bir kilo şekerse mesela alacağımız, Kemal amca gri önlüklü, babacan duruşuyla ve ağarmış pos bıyıklarıyla bize gülümser, eline bir kese kağıdı alır, tezgaha arkasını döner ve o şeker çuvalından kese kağıdına toz şeker doldururken, biz abimle tezgahın hemen önünde tipitip sakız'larının yanıbaşında dururken, şeytana girerdi aklimiza. Evet. Şeytana uyup birer tane Tipitip sakız'larını gizliden gizliye cebimize atardık. Niye yapıyorduk ki biz bunu? Deftere sakız diye yazılmasın mı istiyorduk? Bilmiyorum. Ananem tek çalışandı. Ve ayın sonu, borçlar hemen gelirdi. Şimdi hala konuşuruz abimle. Gülüyoruz halimize ve garip bir suçluluk duygusu duyuyoruz. Ve ikimizde şöyle düşünüyoruz, Kemal amca bunu biliyordu ama ses etmiyordu. Salak olan o değil, bizdik. Onunla helalleşemeyiz artık. Çünkü çoktan göçtü. O çok iyi bir insandı. Güzel bir insandı. Çocukları çok severdi. Işık'larda uyu Kemal amca. Ve lütfen hakkını helal eder misin? Bak senin o zamanki yaşlarına geldim belki, ve içimden atamıyorum bu suçluluk duygusunu. 

Yaa işte böyle, bir tipitip uğruna yaptığımız şeylere bak challeng sahibi, ilham kedisi. Banada bir ilham geldi ve söküldüm.. iyi oldu be rahatladım. Belki Kemal amca bile okumuştur beni🙏 


Söyle bir karikatür buldum..

18 Şubat 2017 Cumartesi

Challenge, Balkon Sohbetleri #1

Balkon sohbetleri adı altında yeni bir challenge başlatmış lham perisi. Ben Fermina'dan ulaştım kendisine. Zaten İlker Gümüşoluk'un "balkon sohbetleri" diye bir YouTube kanalı varmış.. Yeni öğrendim bende. Keyifli bir kanal. İ. Gümüşoluktan izin alarak bu soruları hazırlamış. Sorular hakkaten iç okşayan, gıdıklayan türde. Hem yazmak için bir neden oluyor, hemde ne bilim bir hareketlilik oluyor, hemde blog arkadaşlarını samimi sorularla tanıma fırsatı buluyorsun. İsteyen herkese açık. Hatta isteyen istedigi soruya yazabilir. Blogu olmayanlar bile yorum kısmına kendi hikayesini anlatabilirmis. Ögürlükte sınır tanımayan challenge bu.. 

Gelelim ilk meydan okuma/ challenge sorusuna:


#1 Nasıl bir apartmanda büyüdün? 


Sagdaki ev, bizim ev..
Apartmanda büyümedim ben. Doğduğum bu fotoğraftaki evde geçti çocukluğumun bir bölümü. Apartmanla Almanya'da tanıştım 15 yaşımdan sonra. 16 katlı bir apartmanın 8. Katına taşınmıştık. Heryere tepeden bakmak ferahlatıcıydı. Abimler hala aynı apartmanın 13. katında otururlar. Onları ziyaret ettikçe gençliğimede yolculuk yaparım. Ama madem çocukluğumuzun geçtiği ev veya apartmandan söz edeceğiz, bende bu fotoğraflarda görülen bu evde nasıl yaşadım onları yazacağım.

Burası 10 hanelik bir köy. Hala öyle. Tepeden bakıldığında böyle görünüyor. 



Esenkaya Köyü, Mudurnu..
Üç katlı kocaman ahşap bir ev! Öyle gelirdi bana çocukken. Tam köy meydanında. İki koldan sürekli akan pınarın karşısında. Evin önünde kocaman bir dut ağacı. İlkyaz denilen zamanda, yani Haziran ayında olurdu dutlar. Yapraklarını ipek böcekleri için toplardık. Meyvesini, altına dört bir yanından tutulan çarşafa silkelerdik, patır patır dut yağardı gökten. Sonra çarşafın etrafına toplanır, arılarla birlikte paylaşırdık o dutları. Bazen arı sokardı. Üç beş tane yerdim ben. Pek sevdiğim bir şey değildi. Şimdi özlüyorum ama. Düşünüyorumda, bizim gençler sanırım hiç dut yemedi, ve bilmiyorlar. Almanca adı var ama kendini hiç görmedik buralarda.

Evimizin küçük ön bahçesi tekdüze olmayan uçları sivri daraba ile çevriliydi. Üzüm bağı vardı ama hiç meyve vermeyen bir bağdı bu, maksat yeşillik olsun modunda yaşıyordu. Yani, o bağın üzümünü yediğimi hiç hatırlamam. Birde kiraz ağacı vardı. Fakat öyle yüksekti ki, ağacın kirazına ulaşamadan kuşlar yer bitirirdi. 


Gulluk..
Evin arka bahçesine gitmek için "gulluk" denen bir yer vardı. Burası üstü kapalı, iki ucu açık koridor gibi bir yerdi. Altında 
odun yığınları ve çam kozalakları vardı. Çıra ve odun kokardı oradan geçerken. Yağmurlu günlerde bizim "gulluk" köyün çocukları için oyun alanı olurdu. Oğlanlı, kızlı milye (misket, bilye) oynardık, saklambaç oynardık.  Gulluğu geçince evin arkasında kocaman bir erik ağacı vardı. Erikleri öyle ekşiydi ki, yüzümüz şekilden şekile girerdi. 

Buyruuuun..
Evin çevresi böyleydi. Şimdi içine girelim. Apartmanlarda olduğu gibi zile basılmaz, ahşap kapının dışına sarkan bir ipi vardı, ipi aşağıya doğru çekince kapı açılır, açıldığında kapının arkasında asılı olan çan'a  çarpar ve çan çalardı. Yani eve girmeden değil girdikten sonra çalardı çan yada zil. Güven duygusu, evlerin tavanı gibi yükselti. Her evin çan sesi farklıydı. Gözüm kapalı köyde herhangi bir eve girsem hem çan'dan hemde evlerin kendine has kokusundan tanırdım. 

Kapıdan girişte "hayat" denilen taşlık bir yer vardı. Yaz, kış serin olan bir yer. Elektrik yoktu o zamanlar, süt, yağ, yoğurt ve et orada korunurdu. Yani bu hayat denilen yer buzdolabı gibiydi. Hemen arkası depo gibi bir yerdi, sonbaharda toplanan elmalar, ayvalar, armutlar oradaki geniş raflarda saklanırdı. Elma kokusu hayata kadar gelirdi kış boyunca. Giriş kapısının hemen sağında fırın evi vardı. Haftada bir koca teknelerledeki yoğrulan hamurla köy ekmeği (somun) yapılırdı. Mis gibi ekmek kokusu yayılırdı etrafa. Bir uğrayan olursa, "kokmuştur" diyerek koltuğunun altına bir somun sıkıştırılırdı. 

Yine ilk giriş kapısının tam karşısında üç basamaklı minik merdivenle oturma odasına çıkılırdı. Küçük şirin bir odaydı burası. Kışın soba kurulunca dahada küçülürdü. İki penceresinden biri köy meydanına bakar, diğeri ise çocukluk arkadaşımın penceresine bakardı. Ninem namaz kılarken biz camdan cama  işaret dili ile konuşurduk. Oturduğumuz sedir o iki pencerenin önündeydi. Minderlerin deseni ile ocakbaşının örtüsünün deseni aynıydı. İçindeki motifleri bir bir şeylere benzetmeye çalışırdım. Hala köye gittiğimde o desenlere gider gözüm, sonrada çocukluğum. 

O iki pencereyi ayıran köşede masa gibi bir şey vardı. Üzerinde gaz lambası, tik tak, tik tak çalışan kurmalı bir saat ve kırmızı, pille çalışan, küçük bir radyo vardı. Duvarda ise asılı saatli maarif takvimi. Her akşam tek tek yapraklarını koparır, okuturdu ninem bana. Cemreler ne zaman düşer, Zemheri ne zaman, kocakarı soğukları ne zaman, namaz saatlerini ve imsağı takvim yapraklarından öğrenirdik. Köyümüz minicik olduğu için cami yoktu o zamanlar. Okulda yoktu. Yukarıköy daha kalabalık olduğu için camide, okulda oradaydı. İhtiyaç halinde oraya gidilirdi. 

Üç katlı evin ikinci katına çıkamadım daha:) Hadi ikinci kata çıkalım. 

İkinci kata işte yine bu "hayat" denilen yerden çok dik basamakları olan merdivenden çıkılırdı. Bu katta misafir odası, yatak odası, kullanılmayan iki karanlık oda, ve abdestlik denilen yer yani tuvalet vardı. Musluğu pencerenin önündeydi. Pencereden erik toplamak mümkündü. Pencerede kırık bir ayna vardı. Yüzümün yarısını göremezdim. İbriklerdeki sular kışın buz gibi olurdu. Elimi, yüzümü yıkarken tir tir titrerdim. Sabunlukta Almanya'dan gelme, yeşil-beyaz FA sabunu olurdu. Bitmesine yakın iyice yamulurdu, ama her sene yenisi gelirdi. Musluğun yanında kapalı alaturka hela vardı. Geceleri ışık içeri girsin diye lambalık yapmışlardı. 
Orjinal foto, lambanin kondugu yer..
Gaz lambasını oraya koyardı ninem ve beni beklerdi. Korkardım yalnız tuvalete gitmeye. Abdestliğin ilk giriş kapısı yaylı idi, iterek girersin ama o kendi kendine kapanırdı. Yayları yağsız mıydı bilmem ama kapı kapanırken bir acayip ses çıkarırdı. Yağlamayı hiç düşünmedik, çünkü böylece bir kere ses çıkınca tuvalette birinin olduğunu, ikinci seste boşaldığını anlardık. Hala aynı ses mevcuttur, köye gittiğimde o sesi duymak için tekrar tekrar açıp kapadığım olmuştur. Hatta sesini telefonuma zil sesi olarak kaydetmeyi düşündüğümde oldu, çok ciddiyim. 

İkinci katın odalara ayrılan geniş alana, çardak derdik. Çardağın bi kenarından tavan katına yine merdivenle çıkardık. Orada bir dokuma tezgahı vardı. Ninem (babaannem) orada bez ve kilim dokurdu. Gözümün önüne geldi şimdi, başörtüsünün iki ucunu kafasına atar, güneş görmemiş akçacık döşüne alnının teri damlardı. Ayaklarının altında iki pedal, birini indirir, diğerini kaldırırdı. Bu arada elindeki mekiği bir sağa sallar, tarağı çekerdi, bir sola çeker yine tarağı çekerdi. Hem ayakları, hem elleri, hem beyni çalışırdı. Onu izlemeyi ve tezgahın çıkardığı ritmik sesi çok severdim. Birde fare kapanları ve mavi zehir tozları vardı o katta. Örümcek ağları kocamandı.  Yalnız başıma yine çıkamazdım o kata, korkardım. 
çardaktaki gaz lambasi ve lüküs..Fernüsün üzerindeki
mavi örgü benim emegim:)
Akşam karanlık çöktüğünde aşağıki odanın, çardağın ve tuvaletin gaz lambalarını yakar, fitillerini kısardık. Bulunduğumuz yerdeki lambaların fitilini yükselterek daha bir aydınlık hale getirirdik. Akşamları radyoda arkası yarın, Perşembe günleri radyo tiyatrosu dinlerdik. Evde hiç oyuncağımız yoktu. Hiç kimsenin yoktu. Doğa ile oynuyorduk biz. Kuşlara tuzak kurar evcilleştirmek istedik. Kuşlar özgürlüğünden ödün vermez, ölürlerdi ama yinede evcilleşmezlerdi. Büyük kaplumbağalar olurdu. Üzerine binerdik, önce başını içine çekerdi, sabırla beklerdik, sonra kafasını çıkarırdı ve yavaş yavaş yol alırdı. Taşırdı bizi. Şimdi çok saçma geliyor tabi. Ben bunu bizim oğlanlara anlatsam ne kadar barbarmışsınız derler herhalde. Ama hiç bir hayvana zarar vermezdik. Sadece sineklerin kanatlarını koparır kibrit kutusunun içine koyardık:) evet bunu yapardık. Birde iyi niyetle yaklaştığımız, ama evcilleştiremediğimiz serçeler var:(

Yolculuklarda içtiğim Elvan gazoz şişelerini yanımda köye getirir, içine ayran doldurur gider köyün tepesinden Mudurnu'ya uzanan kıvrım kıvrım yolların kenarında sapsarı buğday tarlalarını izleyerek içerdik arkadaşlarımla. Benim keyifle içmem demekki o zamanlardan geliyor:) ayranda olsa aynı, şarapta olsa aynı😂 
Sonra kızılcık toplar, atletimizin içine atardık. Atletimiz kan kırmızı olurdu. 

Köyde, çayır denen kocaman bir alan vardı. Yazın harman kurulurdu. Harman yığınları arasında saklambaç oynamaya bayılırdık. Harman dışında o çayır sadece çocukların ve hayvanların alanıydı. Orada istop, yakantop, tombik, çelik+çomak oynamak dünyanın en güzel şeyiydi. Keşke akşam olmasa, derdik. Hava kararırdı, bizi toplamaya gelirlerdi evin büyükleri, kızarak. O azarlanmayı göze alırdık, ama yinede her akşam o oyundan vazgeçmezdik. 

Kışın dedemin yaptığı kızakla kayardık. Ayaklarda Ankara lastiği, üstümüzde hırka, altınızda pazen pijama. Öyle zevkliydi ki, üşüdüğümüzü bile hissetmezdik. Eve her yerimiz ıslamış, ellerimiz, ayaklarımız buruşmuş dönerdik. Ninem sıcak suyla değilde kar ile ovuştururdu elimizi ayağımızı, söylene söylene. Sobabın üzerindeki sıcak suyla niye yıkamaz diye çok kızardım, ama bir şey diyemezdim, ninem biraz otoriter bir kadındı. Ama doğrusunu yapıyormuş. Sonradan öğrendim. Zaten ben ninemide sonradan anladım. Harika bir kadındı. Çalışkandı, üretkendi, disiplinliydi, akıllıydı, temizdi. Hiç ona çekmemişim ben! 

Ağaçların adını, yaprakların şeklini, otları, çiçekleri, hayvanları, çam sakızını, çırayı, yoncayı yaşken yiyen hayvanın öleceğini, İpek böceklerinin dut yaprağı ile beslendiğini, çarşaf, yorgan yüzü ve peşkir yapmak için dokunan bezin ilk olarak mayıs ile, yani inek boku ile yıkandığını, maydonozun kokusunu, nanenin kokusunu, Tarhan'ın yapılışını, küplerde turşu kurmayı, yoğurt uyutmayı, kaymaktan tere yağı yapmayı, kışlık hoşaf için meyve kurutmayı, erişte kesmeyi, komşuluğu, anlayışı, hoşgörüyü, sabrı, eğlenceyi, insanlığı, bu köyde bu evde öğrendim. 

Ev hala duruyor. Kışın bacası tütmez, pencereden ışığı dışarıya vurmaz. Karanlıktır. Boştur. Yaz"ları amcam gidiyor ve yapılması gerekeni yapıyor. Amcam hep yaşasa keşke diyorum. Amcamı biliyorsunuz dimi, hani Adapazarı'nda kaybolmuştum, hani beni bulduğuna sevinmemiştim:) işte o amcam. Glu glu amcam. 

Böyle işte. Ne yazasım varmış arkadaş? Buraya kadar okuyan var mı hakkaten? Tebrik ediyorum seni okuyucu👏 En sevdiğim şey geçmişimi yazmak zaten. Bundan sonraki yazılarım kısa olur söz. 

Daha ne detaylar var yazamadım bile. Akşamları bahçedeki ateş böceklerinin uçuşunu, kurulan sofra bezinin üzerindeki sofranın üzerindeki ağaç koğuğunun 
şekli, bakır, kalaylı sahanlar, içinde tarhana çorbası pişen gurşaneler, misafirlere dökülen cam kolonya şişesi, yine misafirlere "buyrun" diyerek tutulan gümüş şekerlik, sedirin altındaki iğne iplik kutusu, içinde tırnak makası, bir rafta saray helvası kutusu içinde Almanya'dan gelen fotoğraflar, bayram kartları, hani şu 3D gibi, Kartı oynatınca başka görüntüsü olan, ve tırnakla üzerinden geçince ses çıkartan, geceleri uyurken odaya sızan ay ışığı ve pınardan akan suyun sesi, ve uzaktan gelen köpek havlamaları. Ah ah. Bu anlattıklarım hala var. Her köye gidişimde  neden mutlu olurum? Anlayabildiniz mi?  Köyde bir başka olurum ben. 

Çocukluğumun geçtiği bu köyü bu evi çok seviyorum, çok özlüyorum. 

Peki sizi, bu yazılarımla gezdirebildim mi bu evde? 


Dokuma tezgahinin bulunugu en üst kat, iki pencereli olan..
Gullugun altindan bakis acisi..

Cardaktan tavankata cikan merdivende,
bunlarin keyfine varan ben..

17 Ocak 2017 Salı

Ben buyum, Cellinc 1

17 günlük bir meydan okuma başlamış. Elebaşı Sonik Hanim. Bende sazan gibi atladım. Sorular yanda. 

İlk soru kolay gibi ama zor. Zordur insanın kendini anlatması.  Bırakta seni başkaları anlatsın denir ya, öyle yaptım. Whatsapptan sordum bir kaç kişiye, dedim 5 sözcük ile beni bi anlatın hele!

Şöyle anlattılar;

Mine:
"Ama sen bi hayatsin 5 kelimeye siğmazsinki, 
sempatik,hoşgörülü,heyecanlı,eskiye değer veren,cana yakin" demiş. 

İnci:
"Sevecen,eğlenceli,enerjik,objektif,kalemi iyi😉" demiş.

Merve:
ablacım sen cansın minnoşun dediği gibi 5 kelime yetmez. Ama cevaplayayım: mesafeli, detaycı, hassas, sıcakkanlı, hırslı" demiş. 

Murat:
"Beş bardak şarap bir şişeye denk geliyor:)" demiş önce. Ardından "Sarap,kahve,sigara,telaş,neşe" diye eklemiş. 

Serpil:
"Duygusal, kaotik, empati kurabilen, keyfine düskün, kalendermeşrep" demiş.

Şima:
"Humorvoll, chaotisch, fürsorglich, offen und noch mal humorvoll" demiş. 

Serdar:
1.Duygusal
2.merhametli (hemde çok)
3.Sıcakkanlı
4.yardımsever
5.önyargısız
Daha çok var ama aslında seni hiç bir kelime 100% anlatamaz..sen bitanesin ve kelimeler çoook 😘, demiş. 

Cansu:
"Hassas, komik, duygusal, keyifli, anlayisli" demiş. 

Eda:
"Dobra, eğlenceli, komik, sırdaş, beşinciye kötü bir özellik bulmaya çalışıyorum. Dur biraz düşüneyim" demiş. Hala düşünüyor😀

Böyle işte.. bu istatiklere göre duygusal, eğlenceli, keyfine düşkün, anlayışlı sıfatlar başı çekiyor. 


Herkes böyle anlatsada bazen uyuzlugum tutar.

Bir çok kişi kaotik demiş, evet doğru dağınığım., ertelerim herşeyi, sorunlarıda. 

Bazı şeylere hemen sinirlenip kan beynime fırlarlarken, bazı şeylere çok soğuk kanlı yaklaşabiliyorum. 

Ama kafa dengiyim. Keyfime düşkünüm. 
Yani idare ederim işte.😀

"Bazı Kelimeler Çok Güzel" kitabından beni anlatan kelimeler ise şöyle,

Kadirşinas
Deryâdil
Kalendermeşrep
Bolâhenk
Hemdem 

Vaybeeee😀

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Challenge 26,27,28,29 ve 30..


26. Ziyaret etmek istediğiniz 10 yeri sıralayabilir misiniz?


    1- Cuba 
    2- Venedig 
    3- Mardin, Urfa, Hatay
    4- Bosna-Hersek 
    5- Cezayir, Fas 
    6- Güney Afrika ülkeleri 
    7- Güney Amerika ülkeleri
    8- Matterhorn, Zermat

    Ay yeter, şiştim. Zaten bunların bir çoğu gitmek istediğim yer olarak kalacak, onuda biliyorum.  Bu yazdıklarımdan en uzak olan Cuba belki gerçekleşir. Diğer yakın yerler daha mümkün gibi görünüyor. 2 ve 8 en yakın plan olabilir. Ben gezerken keyif almalıyım. Yalnız gitmek istemem bu saydığım yerlere. "Aslında kafa nereye biz oraya" modunda arkadaşlarla olursa cehennemin dibi bile olur.. 

    27. Dağınık mısınızdır yoksa düzenli mi?

    Çok derli topluyum, "yerlere bal dök yala" derler ya, işte ben o türdenim demeyi isterdim. Yok o ben değilim! O benim kardeşim. Ben bildiğin dağınığım, sadece o geleceği zaman ve misafir gelecekse derler toplarım biraz. Ben sadece  mutfağı, wc ve banyoyu temiz tutarım. Birde çamaşırlar temiz ve ütülü olmalı. Havlularla yüzümü silerken güzel kokmalı. Nevresimler temiz kokmalı. Ama yatak odasında üç gün önce çıkardığım etek, pantolon, bluz, sağda solda durabilir, bundan rahatsız olmam. Çamaşır ve çorapları hemen kaldırır çamaşır sepetine atarım. Ama çocukların odası dağınıksa kükrerim. Ben kükrerim, onlar yine yapmaz. Bu Çelınc ne var ne yok döktü ortaya:)  

    28. En sevdiğiniz 3 müzik grubu hangisi?

    Öyle ahım şahım sevdiğim bir müzik grubu yok. Grup sevmiyorum ben.. (Pisliğin alemi yok, ne düşündüğünü biliyorum:) ) ben solo müzik seviyorum. Kardeş Türküler konserine gitmiştim. Onlara hayran kalmıştım. Hakkaten isimlerinin hakkının vermişler. Bütün grubun güçlü sesi var, ve her dilden türküler.. Sezen'den bile iyiydiler.. Bu arada Sezen sendromu çoktan geçti. Hala soranlar var, onlara cevaben. Sezen de kim? :)) 


    29. Korkularınızdan bahseder misiniz?

    Korkular.. Gökgürültüsü ve şimşek çakmasından çok korkarım. Balkonda oturamam. Güçlü bir şimşek çıktığında bedenim ani bir refleksle kendini tırsarak ve pusarsak geri çeker. 

    Hayvanlardan korkmam, sadece bazılarından tiksinirim. 

    Doğayı çok severim, ama gücünden korkarım. Doğal afetlerden korkarım. Hani deniz ve orman çok güzel görünür ya gündüz, gece karanlığında bi kadar ürkütücü gelir. 

    Silahtan korkarım. Elimde bile tutamam. Çok soğuk gelir. 


    30. Neden blog yazmaya başladınız? Blog isminiz bir hikayesi var mi?

    Yazmayı çok seviyorum. Günlüklerim var benim 1988 lerden 1998 lere kadar. Sonra Facebook ta, notlarım diye bir şey vardı. Oralara yazardım. Yakın çevrem bana yazmam konusunda ısrar etti. Yazılarımın ruhu olduğunu söylediler. Kimi dedi, kısa hikayeler yazmalısın, kimi dedi blog açmalısın. Blog ne olaki dedim. Anooo, bir bakarım ki, blog yazarları zaten almış başını gitmiş. Ben 2012 yılında başladım yazmaya. Kendi kendime yazıyorum işte bir şeyler. Orada kalıcı olması belki torunlarımın torunlarıda okur diye. Örneğin ben, ninemin günlüğü'nü çok okumak isterdim. Tamamen kişisel bir blog. Ha o bana yazmalısın diyenler var ya, hiiiiç yorum bile yazmazlar yazılarıma. Yorumlar aslında motive ediyor, yalan yok. O bir ölçek gibi. Çünkü,ben artık çekmeceme koyduğum deftere yazmıyorum. Açıktan yazıyorum. Sonra dedim ki kendi kendime, sen bunları kendin için yazmıyor musun? Evet! Ee o zaman?  O yüzden rahatım. 

    Blog ismimin hikayesi yok,ama beni yansıtan bir şey olsun istedim. Ben gece aktifim. Bütün güzel fikirlerim gece çıkar meydana. Yazılarımı gece yazarım.. Daha üretkenimdir. Gece çok daha özgür hissederim kendimi. Önce "gece kuşu" olsun istedim blog adımın. Sonra bana "akşam sefası" da derlerdi. Akşam sefası çiçeğinide çok severim. Ben gibi akşam açarlar.. Sanki cuk oturdu bu blog adı bana. Seviyorum. 

    Böylece, ilk kez bir challenge yaptım. Bazen günlük, çoğu zaman topluca. Güzeldi. Bir hareket geldi blog alemine. Bazı yakın hissettiğim bloggerleri tanıdım ve takibe aldım. Teşekkür ediyorum Saçakli'ya 


    Teşekkürler Blog arkadaşlarima,
    ve bu challenge ba
    şlatan Saçakliya..

    7 Mayıs 2016 Cumartesi

    Kör Topal, Challenge devam.. 21, 22, 23, 24, 25.


    Challenge herkes kör topal devam ediyor bir şekilde. Top yekün birden bitiren iki kişi gördüm. Onun dışında günlük devam edenler bile fire verdi. Ama bitirmeye gayret edenlerdenim. Aslında güzel.. Herkes istediği zaman ve istediği gibi yazabiliyor.. 21. Güne gelmişiz ve geçmişiz bile. 5 soruya cevaplarım.. 

    21. Sizi güldüren 5 kelime ya da söz öbeğini listeler misiniz? 
    Tabi ki; 😀
    1)
    Yıllar önce teyzemle bir diyaloğumuz:
    Bir gün teyzemdeyim. Balkonda oturuyoruz. Eniştem falanda var. İşte sohbet ediyoruz.  
    Teyzem: Bakele, hani bir E. Vardı, o napıyo? ben çok sevdiydim o kadını. 

    Ben: şu aralar pek iyi değil.. 

    Teyzem: niye gızz?

    Ben: eşinin romantik olmayışı, elele yürümemesi gibi şeyler üzüyor onu.. 

    Teyzem, löyle bir burun kıvırdı, göz bebeklerini yukarı çevirdi, yanında oturan kocasına dönerek dedi ki; Y. Versene elini!.. Verdi eniştem elini.. " aha tuttum elini, ne var elinde, sıçtum eline" dedi.. 
    Bu olay belki 20 yılı aştı, ama çok hala güleriz. Bunu Laz şivesi ve mimiklerle anlatınca elbette çok daha komik oluyor. 

    2) önemli bir şey anlatırsın, anlatırsın, karşındaki durur durur der ki; "ne deyysıın?" Çok gülerim.. 

    3) " bok üzerinden sineği kaldıramaz" deyimine gülerim. Bizim oralarda beceriksiz insanlar için söylenir.. 

    4) 
    Biri diğerine telefon açar, yanlış olmuştur. Açan kişi "gapat gapat" der ya, buna çok gülerim. Sanki kendi kapatamıyor:))

    5) yıllar önce bir karikatür görmüştüm, hiç unutamam. Ve hep gülerim. Şu; iki kara çarşaflı kadın karşılaşır, birinin sadece gözleri açık, diğerinin gözleri ve burnu. Sadece gözleri açık olan, diğerine der ki; Ooo, Fatma! Bakıyorum yazı getirmişsin!😂
    Daha bir sürü varda, 5 le sınırlandırmak gerek. En çok kızkardeşim Serpil'le gülerim. O bizim guldürük makinamız:) ne zaman buraya gelse karın kaslarım gelişirdi gülmekten, yemin ederim.. Onun beni güldürdüğü bir gece erken doğuma gitmişim ben gülmekten!  Sen ne diyon?  Öyle böyle değil. Gülmek bizim işimiz, ağlamayıda iyi biliriz gerçi. O bir damla hep akmak üzere hazırdır zaten.  Belkide soytarılığımız oradan geliyor, o yaş akmasın diye!! Ama ne yaparsan yap, akacağı zaman akıyor. Hani bir deyim var, ilk soruya dahil olabilir, " ne kadar sallarsan salla, dona düşer son damla" ne kadar komik görünsede aslında acıklıdır.:) evet ben bir sidik damlasına bile acıyan biriyim😀 


    22. Sahip olduğunuz en kıymetli şey nedir? Neden kıymetli?

    Şöyle bir düşünüyorsun bu soru karşısında. Farklı yaş gruplarının farklı cevapları olabilir bu soruya. Ergen olaydım cevabım farklı olurdu. Ee şimdi olgun bir yaş için en önemli şey tabiki sağlığım. Evet, klişe.. Ama geniş düşündüğünde o kadar önemli ki.. Sağlık olmadan ne kadar kaliteli yaşayabilirsin ki? Çok paran olsa bile! 
    Sahip olduğum en değerli şey, çocuklarım diyeceğim ama onlarda artık benim değil, evrenin. Kocam mı? Saçma. Nasıl bu benim diyebilirim ki? Herkes kendinin. Bu yüzden bana ait ne var, düşünüyorum? Hiç bir şey gelmiyor aklıma kendimden başka. Ve ben kendimin sahibiyim.. O yüzdem kıymetliyim.. Kendimi severim, bazen itin götünede sokarım, o başka. 

    23. Yaparken heyecan duyduğunuz bir şeyden bahseder misiniz?

    Yaparken heyacan duyduğum şey?? Hmm en son Sezen konserinde heyecanlanmıştım, biliyorsunuz:) bayada abartmıştım!! 
    Ama bugün aklıma şu geldi, biz bir ara ruh çağırmaya başlamıştık. O dönem neredeyse her akşam yapıyorduk bunu. Hiç inanmadığımız bir şeyi yapıp, ve o fincanın harflere gidişini gözlemlemek beni çok heyecanlandırırdı. En çokta kimin ruhunu çağırırdık biliyor musunuz? Deniz Gezmiş'i. Hemen gelirdi. Nerden anlardık? Yakınlarımızı çağırdığımızda fincan çok ağır hareket ederdi, ne zaman Deniz Gezmiş'i çağırsak, sanki bizi bekliyor gibi hızlı hızlı giderdi harflere. Bazen okumakta zorlandık. Çok heyecanlıydı o günler. Her gece sabahlara kadar yapardık bunu. Bir bardak çay isterdi bizden. Ama içemezsin ki, derdik.. Olsun, sembolik olarak dursun derdi. O masada bir bardak çay hep onun için dururdu. Ne günlerdi be?  Yıllar oldu böyle bir şey yapmayalı.. Hakkaten çok heyecanlı oluyordu, o ruhu çağırma hali.. Birazda komik. Sanki hastanede bir doktoru çağırır gibi, " sayın Dr. Bilmemne, lütfen dahiliye, sayın Dr. Bilmemne!!  gibi,"ruhlar aleminden Deniz Gezmiş, ruhlar aleminden Deniz Gezmiş, lütfen gelir misin, geldiysen, evet'e gidermisin?  Diye tekrarlıyorduk ya, o anda bir gülme krizi.. Ve bir anda fincan hareket ediyor ya, nasıl bir ciddiyet, nasıl bir korku çöküyor omuzlara, sonra sohbetle rahatlıyorsun biraz. Çok heyecanlıydı.. Ama bu ruhlar alemini hala çözebilmiş değilim!! O bir enerji ama, hangi enerji? Dinle alakası yok. Beyin gücü ile alakalı. Biz bu beyin gücümüzünden pek yararlanamadık ruh çağırmaktan başka.. 


      24. Şuan okumakta olduğunuz ya da son okuduğunuz kitap nedir?

      İtiraf edeyim, ben bir kitap kurdu değilim. Ama sürekli bir şeyler okurum, ama dile getirecek kadar okumam, maalesef!! Ben daha çok film izlerim. 
      En son okuduğum kitap, arkadaşımın Türkiye'den gelirken getirdiği kitap, "Kırmızı Saçlı Kadın". Şimdilerde ise, yeniden "Mudurnulu Fatma Ninen'nin Günlüğü'nü  okuyorum. Mudurnu şivesini çok seviyorum, zaten Mudurnu'luyum, o şiveye uzak kalmamak adına yeniden okuyorum. 
      Yanibasimim fotografi.. radyo caliyor bi taraftan..
      dinliyorum diger taraftan..
      yaziyorum bu taraftan, okuyorum su taraftan.. 

      25. Favori Disney karakteriniz hangisi? Neden? 

      Benim böyle bir karakterim hiç olmadı. Benim çocukluğumda yoktuki evde tv. Radyo vardı sadece. Orada müzik dışında arkası yarınları veya radyo tiyatrolarını dinlerdim.Sonradan gördüm bu Disney karakterlerini.  Severek izlediğim Tom ve Jerry vardı. Bilmiyorum bunlar Disney karakteri mi?  
      Heidi, Arı Maja, Wicki' idi severek izlediklerim. Çocuklarımın çocukluğunda tekrar onlarla izlemek beni çok mutlu ederdi. Ay bunları yazarken, sanırsın 109 yaşında bir nine gibi hissettim kendimi.. Bu ne ayol? Ben hala Simpson'ları büyük keyifle izleyen biriyim. Diğer soru neydi? Hızımı alamayacağım, geriden geldiğim çelıncı bile bitirebilirim şu an!! 

      Hmmm, diğer sorulara baktım.. Güzel şeyler var. Belki onlarıda bir beş soru halinde çıkarırım. Yada günlük yazarım, bilemiyorum. Ama madem başladım, bitirmem gerek. 

      Radyoda hangi türkü çalıyor şu an? "
      Yüce dağ başında yanar bir ışık, düşmüşem derdine olmuşum aşık. Ağ buğday benizli Zülfü dolaşık, 
      Dividim, kalemim, yazarım...
      ...  
      Aha ben gidiyom, sen hemen ağla, dön ağla, yan ağla... Diyor.. Ve ben hayallere dalıyorum. 

      Diğer sorularda görüşmek üzere.. 

      5 Mayıs 2016 Perşembe

      Challenge 19-20, Gezmek, görmek istedigim yerler..


          Sezen konserinden sonra toparlanmam bir gün sürdü. Bu bile çok uzun.. Neyse kendime geldim. Bundan sonra bir ünlüye değil elimi, kılımı bile kıpırdatmam. Zaten yapmadığım bir şeydide, bakma oyuna geldim😀  Hepsi uzaktan güzel.. Sanatçı zaten uzakta olmalı. O akşam dile getirdi zaten bunu, dedi ki; "sanatçı yerini bilmeli, ne dediğine dikkat etmeli,  ama bu benim hiç umrumda olmadı. Benim elimi hep sırtınızda hissedin istiyorum, sizde beni hep bağrınıza basın, kucaklayın istiyorum" hep yalan😀 o akşam bende bunu isterken kalkıp gittin.. Meğer ben bunu çok ciddiye almışım. O mecazi anlamda söylemiş.. Neyse geçti artık.. Nerde bir adı geçse veya bir şarkısını duysam o son konseri ve elindeki o bir parça ekmeği gelecek artık aklıma.. Gelelim meydan okuma sorularına.. Madem başladım, getirecez artık sonunu. 19. soru:

      19. Satın aldığınız son giyisilerle birlikte bir fotoğrafınızı paylaşır mısınız?

      En son ne zaman bir şey satın aldım, hatırlamıyorum. En son şunu almıştım diye bir fotoğrafda ejlemek istemiyorum.  Değil çılgınlar gibi alış veriş tutkunu, normal alış veriş yapan biri bile değilim ben. Bir AVM düşmanıyım.. Oralarda boğuluyor hissine kapılıyorum.. Ben sokaklarda dolaşmayı seven, çarşıda pazarda tesadüfen gördüğüm bir şeyi beğenirsem girer alır çıkarım.

      20. Günün birinde nereyi ziyaret etmek ya da nerede yaşamak isterdiniz?

      Yaşadığım şehri çok seviyorum. İsviçre hep gezmek için gitmek istediğim bir yerdi, ama yaşadığım yer oldu.. Önce çok sakin geldi. Sonra alıştım bu sakinliğe. Yani yaşamak istediğim yerdeyim. Nereyi görmek istediğime gelince, hep bir Cuba özlemi var bende. Hatta perşembe kadınlari her hafta tatil kasası için biriktirdiğimiz parayla Cuba tatili düşünüyoruz bakalım.. Yakın yer olarak Venedig var planda görmek istediğim.. İsviçre'deki Matterhorn dağını yakından görüp fotoğraflamayı çok istiyorum. Oraya giden Glacierexpress treni var. Üstü camla kaplı, kar yağışını hem pencereden, hem trenin tavanından izleyerek, Alp dağlarının arasında, viyadüklerden, köprülerden kıvrılarak giden bir kırmızı masal treni. İşte o trende sevdiğim insanlarla şarap içerek, etrafı izleyerek, fotoğraflayarak yol almayı çok isterim mesela.. Bana keyif veren herşey güzeldir. Keyifli olmak için illa dünyanın bi diğer ucuna gitmem gerekmiyor. Keyifli ise yanıbaşımda bir yerde olur, cehennemin dibide olur.. Mardin'e gitmek isterim. Urfa'ya gitmek isterim. Birde Doğu Ekspresi ile Kars'a kadar gitmek isterim. Ha birde Trans-Sibirya var. Rusya'dan Çin'e sonra Japonya Deniz'ine uzanan. Bunuda yapmak isterim. Ama sevdiğim insanlarla olmalı bunlar. Olursa bunlar süper olur. Olmazsa Türkiye her zaman opsiyon zaten. Köyümde yada herhangi bir yerde bir bahçe sularken, salatalık koparıp, akan suda yıkayıp, başparmağımla temizleyip, dişlerimle çatırt diye kafasını koparmak gibisi var mı? Damakta bir burukluk oluşur hani. İşte bu buradaki Migroslardan aldığımız hıyarlarda yok. Özlediğim yerleri ve şeyleri seviyorum. Yani bu burnumun dibindeki yerler ve şeylerde olabilir görmek ve yaşamak istediğim. 
      Glacierexpress.. Foto alinti.. ama ben cekmek istiyorum..
      Glacierexpress foto alinti. iste bütün bunlari ben cekmek istiyorum..

      Baharda Glacierexpress.. foto alinti..

      Iste Isvicrenin simge dagi, Matterhorn..
       Hedefim bu dagi kadrajima sokmak. Foto alinti.

      Bir sonraki soru beni güldüren şeyler miş. Ooo gülmek!!! En güzel şey.! Aslında o soruyada cevablarım var. Ama uzun olacak. O zaman tadında bırakayım.
      Yarın buralar dini bayram, dolayısı ile tatiliz. Mayıs ayında her hafta bir tatil günü var neredeyse Avrupa'da. En sevilen ay. Akşam "Er ist wieder da" filmini izledim. Konu Hitler. Hitler ve gülmek, hiç yakışıyor mu birbirine?. Ama yaşanan yüzyıla uyanan bir Hitler olunca gülebiliyorsun. Detayları iyi işlemişler. Düşündürüyorda bir taraftan. Film içinde film gibi bir şey. Biraz belgesel gibi, ama değil. Ben sevdim. Güzel bir filmdi. Arkadaşım Antonella kitabını okumuş, okurken sesli güldüğünü söyledi. Ben okumadım, ama filmi de güzeldi. Bir sonraki meydan okuma sorusunda görüşmek üzere..