Sayfalar

Resim sergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Resim sergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2020 Cumartesi

Resim Sergimiz

Resim sergimi de yazmayacaksam eğer bu blog hala niye var dimi? Son zamanlarda resime ağırlık verince blogdan uzak kaldım. Fazla uzaklaşmış sayılmam, resim de yazmanın kuzeni sayılır:) Her şey iki yıl önce başladı. Perşembe kadınlarından resim yapan arkadaşım “sende resim yapsana” dedi bi gün. Önce güldüm, ben kim, resim yapmak kim? Ben Cin Ali bile çizemem, dedim. Çizmeyeceksin, resim yapacaksın, dedi. Sen güzel fotoğraflar çekiyorsun, eminim güzel resimler yaparsın, bi dene, dedi. Ee bi deneyeyim o zaman dedim. Kısa dönem onun da gittiği kursa gittim. İlgin doğrultusunda bilgilerde karşına çıkıyor. Belki her zaman çıkıyor da ilgin olmadığı için farketmiyorsun. O dönem hep resim yapan insanlar ile ilgili yazılar, belgeseller, filmler çıktı karşıma. (“Maudi” filmi çok güzeldir bu arada) Sanki bi güç beni sürekli hadi resim yapsana diye itekliyordu:) 

Bazı ressamların hayatlarını araştırdım, nasıl başlamışlar neler yapmışlar. Mektepli olanları da var, benim gibi hobi olarak başlayanlarıda. İşte ben de aldım fırçayı elime başladım bi şeyler yapmaya. Yanlış bişey yapacağım diye çok korkuyordum. Korktukça yapamıyordum. Korkumu atmayı öğrendim önce. Fırçalarla arkadaş oldum, boyaları tanıdım, denemeler yaptım, olmadı bi daha, olmadı bi daha derken bi şeyler oluşmaya başladı. Ortaya bi şeyler çıkınca hevesim arttı, ruhuma da iyi geldiğini hissettim. Sürekli boya al, tuval al, resim yap... İyi de, yaptığım resimler evde birikmeye başladı. Böyle kendin çal kendin oyna gibi. Yine bir Perşembe buluşmalarından birinde sergi açmaya karar verdik. Gününü, yerini belirledik. Meğer biz bu planları yaparken, Vuhan’dan covid-19 kıçıyla kikir kikir gülüyormuş bize. Corona gündemimizi değiştirdi. Ertelemek zorunda kaldık. İkinci defa 15-16 Ağustos tarihine yeniden karar aldık. Hep acaba yine ertelenir mi diye kuşkularımız vardı ama bu sefer ertelenmedi, artık gülme sırası bizdeydi:) Galeride değil de bahçede yapmaya karar verdik. Koronastayl:)) 

Selva / Ursina / Antonella / Tatjana
Dört kadın böyle bi işe giriştik işte, davetiyelerimizi hazırladık, kartvizitlerimizi bastırdık, resimlerimizin kenarına bilgilendirici detayları astık, aparatifler, alkollü alkolsüz içeceklerimizi ayarladık. Ve o gün geldi çattı. Sabahtan gidip bahçeye resimlerimizi konuşlandırdık. Öyle pat pat dizmedik resimlerimizi, önce koyduk, sonra karşısına geçip baktık, yok bu buraya olmadı, şunu koyalım, bu da olmadı ötekini derken epey zamanımızı aldı. Kimi şövale üzerinde, kimi ahşap sandalyeler üzerinde, kimi çimlerin üzerinde irili ufaklı toplam 45 resim vardı. Hava da çok güzeldi. Saat tam 15.00 te tekrar orada açılışı yapmak için evlerimize dağıldık. Almanya’dan kardeşim gelmişti. Giyindik kuşandık, tekrar sergi alanına gittik. Bende hafif bi heyecan vardı. Bu benim için sınav gibi bi şeydi. Yorumlara göre ya resim yapmaya devam edecektim ya da bırakacaktım. 

Davetliler birer birer gelmeye başladı. Bizde onlara eşlik ettik bazen, bazen sadece onları izledik. Artık biz değil resimlerimiz konuşacaktı. Sadece bir sezon gittiğim resim kursu hocamızda gelmişti. Uzun uzun resimlerimizi inceledi, birer birer yanımıza gelip tebrik etti. Lütfen devam et, dedi. Bu benim için çok önemliydi. Teşekkür ettim. 

Göçmen kadınlar İsviçre grubumuzdan da gelenler oldu. Çok mutlu oldum onların ziyaretine. Hatta Nilüfer fotoğraf makinası ile gelmişti. Kendisi de resim sanatı ile ilgili, çok özel ve profesyonel sergileri olmuş ama fotoğraf çeken olmamış, halinden çok iyi anlarım diyerek fotoğraflarımızı çekti. Fotoğraflarla birlikte çok güzel bir not paylaşmış:
“ Bazen sanatçı da bir sanat eseri olur ya, öyle bir gün yaşadık sevgili Server arkadaşımızın resim sergisinde. Gelemeyenler için güzellikleri paylaşalım dedik. Her bir eserdeayrı bir anlam ve öykü gizli, başlıklar konu hakkında yeterince bilgi veriyor. Tam bir duygu cümbüşü yaşadık. Böylesine güzel bir ortamda bizleri ağırladığı için ayrıca Server'e teşekkür eder başarılarının devamını dileriz.” 

İki günlük sergimiz böylece sona erdi. Pazar akşam 18.00 de biten sergimize biz bize kalınca , artan içeceklerle kutlama yaptık. Çok güzel geçti, içimize sindi ve seneye yine yapamaya karar verdik. 

Toplam 15 resim satıldı. Bunlardan üçü benim. Resimlerimi alan bile oldu 🙈

Şimdi de bu blogda okurlar için sanal sergimi sunuyorum. Var mı en beğendiğiniz veya bu hiç olmamış dediğiniz bir resim? Fiyatta anlaşırız:) Yorumlarınız yolumu aydınlatır. 




Uzanis
Uyanış / avakening
                                                                         

ZentangleArt (satıdılar)
    
                                                                
                                                               
"Istanbul by night"
                                                               
                                                                          
Karmaşık / complex
                                                            

Noname
                                                                       

Kiskançlık / jealousy


Tepeden tırnağa yaralı / injured people
                                                                       


Hayatı kucakla / embrace your life
                                                   (buna hic göz dikmeyin, çünkü bu da satıldı)                                                          
                                                             
                                                  
Kopuş / distance
                                                                   

VulvArt
                                                                         

Yangin yeri / burning world
                              
                                                        

23 Şubat 2019 Cumartesi

İstanbul Gezimle Toz Almaya Geldim.

Blog sayfama giden yoldaki otlar boyumu geçmiş, kapısında örümcek ağları oluşmuş. Otları biçmeye, örümcek ağlarını temizlemeye geldim. Bahar temizliği gibi olmasada şöyle bi tozunu almalı. Yazmayı çok sevsemde, her zaman yazamıyorum ben. Onu mu yazsam? Bunu mu yazsam? Bu düşünce hakim olunca yazamıyorum. Yazmaya başladığımda şelale gibi olmasada nehir gibi akmalı yazdıklarım. Zorla yapılan şeyler değersizdir gözümde. Yoksa şu Şubat chellenci dikkatimi çekmedi mi? Çekti elbet, ama totom yemedi her gün yazmaya. 

Son zamanlarda resime ilgi duymaya başladım. Amatör fotoğrafçılık hep vardı zaten, ama resim?? Hiç düşünmedim. Cin Ali resimlerinden öteye gitmez. Di. Hala gitmiyor gerçi de, neden olmasın noktasına geldim. Denemeden nerden biliyorsun ne yapabileceğini diye sordum kendime? Cevap gelmedi. Tabi bu düşünceler durup dururken gelmiyor. Resim yapan bi arkadaşım var. Sergi bile açmıştı geçen yıl. O bana derdi ki hep, senin fotoğraflarını çok seviyorum, bakış açını seviyorum, eminim sen çok güzel resimlerde yaparsın.. O böyle dedikçe, yüzümü aşağıya eğer, elimlede yüzümü kapatır utanırdım, içimdende bu ne diyor ya, derdim. Bu bir değil, üç değil, beş değil, hep aynı şeyleri duyunca acaba ben kendi yeteneğimin farkında mı değilim falan oldum. Sonra bir Perşembe, onun atölyesinde buluştuk. Aldım elime fırçayı, öyle yaptım olmadı, böyle yaptım olmadı. Korkma dedi, beğenmiyorsan deli deli geç üstünden. Boya, tekrar dene. Fırçayı korkmadan savur dedi. Yanlış bi şey yapamazsın. Bilmiyorum kaç kez bozdum yaptığım resimleri. Sonra bi teknik tutturdum ve oldu sanki. Olmadıysada onlar benim ilk çalışmalarım olduğu için çok değerli olacak benim için. Onlar bunlar:





Eskiden her mevsimi çok severdim ben. Kışı bile. Kar’ın sessiz yağışını izlemek çok romantik gelirdi. İzledim, kar üstünde yürüdüm, yürüdüm. Eee yeter da. Her şey kararında güzel. Soğuk ve güneşsiz günlerden sıkıldım. Adı üstünde soğuk. İşte böyle soğuk günlerden birinde esti öyle.. İstanbul’a bilet bakıyordum. İstanbulda burası gibi sıcak olmasada en azından hava değişikliği olur, arkadaşlarımla sıcak sohbetlerimiz olur, birbirimize iyi geliriz düşüncesi ile aradığım bileti buldum. Su’dan ucuzdu. Ama alamadım bi türlü teknik sorunlardan dolayı. Aradan bi bi kaç gün geçti, ben yine baktım biletlere. Öylece bakışıyorduk. Üstelik dahada ucuzlamıştı. Evren yine bana çalışıyor “Eee daha ne yapayım” der gibiydi. Anladım ben o mesajı. Alıverdim bileti. Üstelik sorunsuz oldu bu sefer. “Bi şey olmuyorsa daha iyisi olacağı içindir” anlayışım buradada devreye girmişti. 15-18 Şubat tarihleri arasında, evet sadece üç güncük İstanbul’a uçuverdim. 

Kısa tatiller çok daha verimli. Buna kanaat getirdim. Kısa olduğu için dolu dolu geçiyor. Onuda yapmak istiyorsun, bunuda yapmak istiyorsun, yapıyorsunda. Sağolsun arkadaşlarım benim yerime plan yapmışlar. Ne zaman İstanbul’a gitsem ilk plan kuaför olduğu için arkadaşım randevuyu Cumartesi sabahına yapmış bile. Zaten, “neden bu kadar kısa süreliğine geldin” diyene kuaförüm istanbulda diyorum:) Bunun şaka tarafı başka ama gerçeklik payı şöyle var. Avrupa’da kuaförler gerçekten pahalı. Ben kesim ve boya yaptırsam mesela 150-170 Frank. E ben gidiş geliş 180 Franka bilet buluyorum, hem kısa bir tatil, hem kuaför, hem arkadaşlarımla güzel zaman geçirmiş oluyorum. Bu kadar basit yani. 
Üç gün nasıl mı geçti? Harika geçti. 

Hani en son Ankara’ya bi düğüne gitmiştim ya, işte o kardeşlerimiz, bizi Cumartesi kahvaltıya, Pazar öğleden sonra şarap içmeye davet ettiler. Cumartesi kuaförden sonra onlara gittik kahvaltıya. Saatlerce ve konuşa konuşa kahvaltı yapmanın keyfi bambaşka. Oradada ressamlardan söz açıldı. Hatta o gün öğleden sonra Sabancı müzesinde Osman Hamdi beyin sergisine gideceğimizi söylediler. Ben, kim bu Osman Hamdi, yaşıyor mu hala” diye garip bi soru sordum. Gülmediler benim bu soruma, ciddi ciddi cevap verdiler. İlgisi olmayanın bilgiside olmuyor tabi. En son benim resime ilgimin olduğunu duyunca oraya götürmeye karar vermişler:) Ama ben tabi dünyadan bi haber:) 
Neyse kahvaltıdan sonra kalktık Emirgan’daki 
Sabancı müzesine gittik. Sadece ve sadece 6 tane resim sergiye konulmuş. Ve daha çok tekniğini analiz etmişler. Yani bana pek hitap etmedi, ama en azından Türk bir ressam tanımış oldum. Sonra hem kendime hem arkadaşlarıma dedim ki; ben hiç Türk ressam
tanımıyorum. Örneğin hiç ilgisi ve bilgisi olmamasına rağmen, herkes bi Picasso, bi Van Goch, bi Claude Monet, duymuştur. Herkesin tanıdığı bir Türk ressam tanımıyorum dedim. Bu benim ayıbım mı? Evet, belki.
Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya “bana mutluğun resmini yapabilir misin Abidin” sorusunu bildiğim halde, Abidin Dino’nun bir resmini bile tanımamam? Belliki bi ressam işte. Kendimden utandım☺️

Sonra aynı müzede Rus Avangardı sergisi vardı. Biz daha çok Osman Hamdi ye odaklı gittiğimiz için Rus avangardını görerek değil bakarak geçtik. Rus avangardında daha çok yazılar, küçük resimler vardı. Ekim devrimiyle başlanmış Stalin dönemine giden bir sergiydi resimlerden anlayabildiğim kadarı ile. 

Aynı gün Emirgan’dan Beşiktaş’a kadar bi bölümü otobüsle bi bölümü yürüyerek geldik. Beşiktaş Ahmet kokoreçte bi İzmir usulü kokereç yedik. Sıra sokaklara taşmıştı. Ne kadar ünlüymüş meğer. Ressam Osman Hamdi bey ile kokoreççi Ahmet beyi aynı gün tanımam biraz ironik oldu. Ama oldu işte. O kalabalık sırada biz bi şekilde yer bulduk. Şansımız yaver gitti. Bi şey söyleyim mi? Hakkaten güzeldi hem midyeler, hem kokoreçler. Tadı damağımda kaldı. Beşiktaştan Bomontiye yürüdük. O gün neredeyse 19 bin adım atmışız. Bomonti adada bütün kafebarlar ful dolu. Oradada şans bizden yanaydı, boş bir masaya aldılar bizi. Ne gariptir ki; bomontide bomonti bira yok. Alman biraları ve başka ülke biraları var. Bizde Alman birası pilsener aldık artık. İstanbulda Alman birası içmekte keyifliydi biz eski alamancılar olarak. 
Sonra 500 yüz metredeki eve yürüdük yine. 
Evdede devam ettik sohbete. Hiç bitmiyordu konuşacaklarımız. Zorla uyuduk. 
Pazar, öğlen kahvaltı, öğleden sonra İsviçre peynirleri eşliğinde şarap seansı. Ve sohbetler. Fıkra gibi yaşanmışlıkları anlatıp gülmeler. Çok keyifliydi çok. Bunlardan birini anlatayımda neye ne kadar güldüğümüzün farkına varsın okur. 

Geçmişimizin değil ama, yaşamımızın büyük bi bölümü Almanya’da geçtiği için, ve orada doğup yetişen kardeşlerimiz bazı deyim ve ata/ana sözlerini anlamadığından şöyle bi anımı anlattım. 

Almanya’da doğup ve orada büyüyen kardeşim Serdar’ı bilenleriniz bilir. İşte bu Serdar o zamanlar 16-17 yaşında. Yani 20 yıl önce. İzmirde görümcem gildeyiz:) elektrikler kesildi bi akşam üzeri tam yemek yiyecekken. Üst katta oturan kayınvalidesine Serdar’ı gönderdik mum alması için. Neyse gitti Serdar yukarı, biz sofrada bekliyoruz, elinde iki mumla geldi. Sofraya oturmadan ben yine yukarı gidiyorum dedi. Neden diye sorduk? Çünkü kayınvalidesini tanımaz etmez. İlk kez görmüş. 16 yaşındaki bi ergen ile 70 yaşındaki bir teyzenin ne gibi bi diyaloğu olabilir?  Bize şunu dedi; yukardaki teyze bana gene gel, gene buyur dedi, oraya gidiyorum. 😂
Bunu yazarak ne kadar komik oldu bilmiyorum ama, anlatması çok daha komik oluyor. Bu bi efsane bizde yıllardır. Ve buna benzer daha nice efsaneler var. Mesela bi reçel dökülmesi var kahvaltı masasında tam göğsüne yada göbeğine pıt diye düşen. Ve bunu çok daha sonra farkedip annaneden gelen lazca ayıp bi değimle tamamlayıp kahkahalara boğulmak. Gibi gibi. Dolu dolu bir Pazar sonrası, Pazartesi yine İsviçre’ye dönüş. Sanki hiç gitmemişim gibi, ama enerji depolanmış gibide. Her buluşmamızda bir sonraki buluşmanın tohumlarını ekiyoruz. Besleyebilirsek oluyor genelde. Bi sonraki buluşmamız iki ay sonra Likya yürüyüşü güya. Du bakalım 🤔 belki olur. 

Bugün yine bir resim sergisi vardı. Vernizaj daha doğrusu. Seviyorum vernizajları. Yani ilk gösterim, prömiyer gibi. Ressamlarında bulunduğu, aparatifler, şaraplar, şampanyalar ellerde resimleri incelemek, ellerde listeler, resim kenarındaki numaralara bakıp eldeki listeden resim isimleri falan. Bu üçüncü resim sergisine gidişim. Şunu farkettim. O kadar mütevaziler ki, arkadaşım beni hep tanıştırıyor onlarla, çok güzel fotoğraf çeker diyor, (tabiki abartıyor bence) resimede ilgili diyor. Onlarda ne güzel, gelsene bizim kursa diyorlar. Yine aynı pozisyonu alıyorum, elimi yüzüme götürüp yapamam diyorum. O zaman en doğru kişisin diyorlar. Bende senin gibiydim, utanıyordum, bak şimdi bu galeride sergi açtım, 70 yaşındayım, keşke daha önce yapsaydım diyerek beni iyice motive ediyorlar. 

Son zamanlarda sürekli bu resim olayı üzerime üzerime gelmesi hayra alamet mi bilemedim. Onada du bakalım 🤔 diyorum. 




15 Nisan 2018 Pazar

Dolmalarımla Gezdiğim Resim Sergisi..

Bahar birden geldi buralara. Birden tomurcuklandı dallar, ve birden çiçeklendi Japon kiraz ağaçları. Yürüdüğüm ormanda yerler hep çan çiçekleri ile dokunmuş bir halı gibi. Kuşlar orkestra grubu gibi ahenkli. En güzel mevsim ilkbahar mı ne?

Dün, yani cumartesi dördüncü ayın ondördünde saat 14.14 ten 18.18 e kadar perşembe kadınlarından arkadaşım A. nın ilk resim sergisi vardı. Neden saat 14.14 diye sormayın. Öylesine. Kreataif, ilginç olsun diye herhal. Yada unutulmayan bir tarih 14.4.18 diyede olabilir. Bu sanat işlerini fazla sorgulamamak lazım.

Oraya gideceğim için cuma akşamından biber dolması ve kuru patlıcan dolması yaptım, ev ahalisi açlıktan ölmesin diye.
Cumartesi sabah saat 10 da aldı beni ressam arkadaşım evden. Gideceğimiz yer Zürich yakınlarında Brugg. Yani ilk sanat eserlerini doğup büyüdüğü topraklarda sergileyecek. Yolculukta yeriz diye biraz biber, biraz patlıcan dolması aldım yanıma. Sanki 5-6 saat yolculuk yapacakmışız gibi hangi akla hizmet ettim bilmem. Aslında şöyle düşünmüştüm. Hani ekenden gidiyoruz ya, millet toplana kadar acıkırsak yeriz, ve hiç biber, patlıcan yememiş ressam arkadaşıma ikram etmiş olurum dediydim😊

Ama öyle olmadı. Son bir haftadır kendisini üzen hatta canını yakan bir olay gelişti. Bunu bana perşembe buluşmamızda anlatmıştı. Hatta bir tek bana anlatabildiğini, ve sergi günü yanında olmam ona büyük destek olacağını söylüyordu. İşte arabada giderken hala bunları konuşuyorduk derin derin. Öfkesi geçmemişti. Onu bu ruh halinden çıkarmak istiyordum, bi ara çantamda dolma var, yemek istersen diye mırıldandım, bir şey yiyecek halim yok dedi. Peki, deyip pencereden etrafı izlerken “sanki Frida Kahlo’nun sergisine gidiyorum” dedim içimden. Belkide sanatın olduğu yere biraz acı, biraz hüzün yakışıyordu.

Galeriye vardığımızda arabadan inerken saklama kabındaki dolmalarıda sessizce koydum çantama.. Zira hava sıcak ve arabanın içinde kalmasın istedim. Onlarda benim sanat eserim sonuçta🙈.

Salaş bi yerde küçük bir galeri. Terasıda var. Resimleri iki gün öncesinden asmışlar. Masalara küçük şişeler içinde tek bir çiçek koymuşlar. Kızkardeşi bu sergiyi ona Doğum günü hediyesi yaptığı için tüm organizasyon onun elinde. Hem göze hem damağa hitap eden bir sürü aperitif yiyecek içecekler, kulağa hoş gelen müzikler, tuvalette bile ışık yerine kocaman kocaman yanan mumlar. Çantamdaki dolmalarım ve yüzümdeki o içten gelen gülümsemeyle selamlıyorum ortamı.  Ressamın çok yakın arkadaşı olduğumu biliyor herkes. Yabancılık çekmiyorum. Karışıyoruz ortama. Bazen uzaktan arkadaşım A. İle göz göze geliyoruz. Anlıyoruz birbirimizi. Zaten onu gözlemliyorum çoğu zaman. Duygularını gizleyebilmeliyi çok büyük ustalıkla beceriyor. O iç sıkıntısını, can yangınlığını bilmeme rağmen hiç açık vermiyor, ki başkalarının anlaması zaten mümkün değil o ortamda.

Hem ilk sergisi, hemde vernisaj olduğu için çok güzeldi. Ailesi, akrabaları, yakın dostları, resim kursundan arkadaşları ve gelen giden diğer davetlileri vardı. Ve her gelen ya bir buket çiçek, yada bir tüp boya ile geliyorlardı. Bense dolmalarımla gelmiştim arkadaşımın vernisajına🙈. İşte bunları hep öğreneceğim.

Bi ara sigara içmek için terasa çıktığımda yanıma geldi arkadaşım A. “Kusura bakma seninle çok ilgilenemedim, ama senin burada oluşun, bazen göz göze geliyoruz ya, beni tek anlayanın sen olduğunu hissetmek bana nasıl güç veriyor bilemezsin” dedi.
Saçmalamaz mısın lütfen, bugün senin günün ve bütün davetliler seninle görüşmek istiyor, rahat ol, ben gayet mutluyum ortamdan, dedim. Zaten bi çoğunu tanıyorum. Ve herkes en son yine Eylül ayında toplandığımız bir eğlencede İstanbul’dan gelen ardaşlarımı soruyor. Yani konuşacak çok şey vardı. Zaten öğlen başlamışız beyaz şaraba. Hiç kimse, işte bir sanat galerisindeyiz, entel dantel şeyler konuşalım diye kasmıyordu kendini. Herkes içinden geldiği gibi davranıyordu. Hatta biraz fazla özel. Örneğin, ince yapılı, uzun boylu, bronzlaşmış hafif buruşuk ama yaşına yakışan bir kadın geldi yanıma. Onu daha önce görmüş dibiydim. Beni tanımış. Kendini tanıtınca bende anımsadım. Daha önce bir resim sergisinde tanışmıştık. Çok güzel resimleri vardı.
Neyse işte ben onu tanır gibi oldum ama o beni tanımış.. demek istediğim böylede egosuzlar. Biz olsak tanısak bile, “ne gidcem onun yanına, o bana gelsin” tribine gireriz. EGO’su tavanlarda bi milletiz vesselam. Ve bu son onbeş yıldır iyice göğe erişmiş durumda. Herkeste bi benmerkezcilik. Ben kimiiim? Sen kimsincilik.
Neyse konuyu saptırmayım, işte o ressam kadında geldi içini döktü bana. Uzaktan “bi güzin abla” gibi mi duruyorum acaba? Hakkaten enteresan hayatlar var. İşte bunlar hep bende saklı kalacak.

Sergide bi tablo gözüme çarptı. İşte bu benim dedim. Resmin adı “Wunder” yani “mucize” idi. Zaten daha önce atölyesinde görüp çok sevmiştim. Eğer satılmazsa ben alacaktım. Öylede oldu. Henüz ünlü olmayan ressam arkadaşımın “Wunder” isimli orijinal tablosu bende. Kaydet blog. Ne olur ne olmaz?🤔
Gecenin sonuna doğru tablom elimde ayrılırken ben, çantamdaki dolmaları eline sıkıştırdım ressam arkadaşımın. Gülerek aldı ve çantasına yerleştirdi.

"Wunder" Mucize isimli bu taboyu cok sevdim ve aldim.