Sayfalar

1Ekim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1Ekim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2016 Pazar

1 Ekim'e Bu Kadar Şey Sığar mı?


Bugünlerde bir gariplik bir tuhaflık var. Bendedir herhalde bu tuhaflık diye geçiştiriyorum. Her zaman yaptığımız konuşmalar, espiriler gün geliyor fazla gelebiliyor insana. Böyle zamanlarda uzak durmayı, kalkan ediniyorum. Olabilir, diyorum. Insan denilen şey çok kompleks bi olgu. Bizi yöneten kendimiz olamıyoruz ki çoğu zaman.  Zihnimiz şöyle yap diyor, yüreğimiz böyle yap diyor, hormonlarımız yok o öyle değil diyor, zikrimiz bok yeme otur, diyor. Karşımızdaki insanda aynı duygular içinde ise al sana bir anlaşmazlık. O der, sen başlattın, bu der, sen başlattın. İki "sen" olmaz. İki veya daha çok kişi olunca "biz" olur. Bunu anlamayınca hala ben, sen dersek olmuyor. İşte böyle durumlarda susar ve uzaklaşırım. Belki sorun bendedir. Belki ben yanlış anlıyorum. Olamaz mı? Olur tabiki. Herkes böyle düşünse keşke, derim hep. Bi yandanda herkes böyle düşünse, ortalık güllük gülistanlık olur, ortada sorun kalmaz ve çok sıkıcı olurdu diye düşünürüm. Dedim ya karışığız. Kendimizi bile anlamıyoruz, kaldı diğeri? 

Hep bir güç gösterisi.. Ben senden daha güçlüyüm. Fizik olarak güçlüyüm, beyin olarak güçlüyüm, maddi olarak güçlüyüm, erkek olarak güçlüyüm, başkan olarak güçlüyüm, CB olarak güçlüyüm, ülke olarak güçlüyüm, devlet olarak güçlüyüm, hepimizde bir güç gösterisi. Sanırım bu normal bir şey. Çünkü taaaaaaa ana rahmine ulaşmaya çalışırken bile bir rekabet halinde değil miyiz? Güçlü ve hızlı olan kazanır!  Konu kapanmıştır!:)

Bambaşka bir konuya geçeceğim. Güzel bir konuya. Yani hem güzel, hem buruk. Japonlar'ın hem acı hem tatlı sosu gibi bir şey. 

Eskilerden kalma bi alışkanlığım var. Bu Avrupa'ya geldikten sonra her yıl olamadı. Bazen oldu. Hatta çok seyrek oldu. Oda şu. Takvim. Saatli Maarif takvimi. Bi keresinde kız kardeşim getirmişti ülkeden. Bir kezde ben almıştım. Artık çok teknolojik olduk ya, onunda aplikasyonu var. Sanal işte. Gerçeğini tutar mı? Takvim yapraklarının kokusu yok bi kere, yaprakları koparırken cırt sesi yok. Elinde tutamıyorsun o yaprağı.

Eskiden, akşam saatlerinde, gaz lambasını yaktıktan sonra, yine aynı duvarda asılan takvimden bir yaprak koparırdım ve nineme okurdum, ilkokuldayım, heceleyerek okuyorum, ilk heceyi okumaya çalışırken ninem diğer heceyi tamamlardı. Günün yemeği, tarihte olanlar, o gün doğanlar için bir erkek bir kız ismi önerisi, ertesi günü beklemek, ve yine koparmak. Sabrı öğrendik belki. Ertesi günü bekleyerek. Yeni bir şey öğreneceğim diye sevinmeyi. Basit şeylerden mutlu olmayı. Temmuz ayını beklemeyi mesela. Temmuz ayında gelirlerdi çünkü eski Almanya'ya giden misafir işçiler. Yani annem, babam ve hiç görmediğim kardeşim. 

Hakkaten eskiden Türkiyeli göçmenlere  "Gastarbeiter" misafir işçi denirdi. Şimdilerde kalktı bu kelime. Sanırım sosyal demokrat partili biri, "misafir gelir ve gider, artık 40 yılı aştı ve artık onlarda bizden oldu, burada hayatları geçti, çocukları buralı oldu, Göçmen demeliyiz" gibi bir şeyler söylemişti diye hatırlıyorum. Sözleri bire bir doğru olmayabilir, işte buna yakın bir şeydi. Elçiye zeval olmaz. Hakkaten yıllardır duymuyorum artık bu "Gastarbeiter" kelimesini. Bak işte yine lafın birini koyup öbürüne gittim. Ben başka bir şey anlatacaktım. 

İşte bugün 1 Ekim olduğunu gördüm. Annemin doğum günü. Onu düşündüm bugün sık sık. Annem yaşarken doğum gününü kutladım mı hiç, diye düşündüm. Hayır hatırlamıyorum. Değil ben, acaba herhangi biri doğum gününü kutlamış mıydı? Onuda sanmıyorum. Günümüzde bunu düşününce çok garip geliyor. Ama 36 yıl önce, 36 yaşında bu Dünya'dan göç eden bir Kadından bahsediyorum. Hiç yaşanmamış bir olayıda hatırlamak zor oluyor. 

Fakat öyle bir gün yada gece göç etti ki, unut unutabilirsen. Yılbaşı gecesi. O nedenle Doğum gününü hatırlamadığım zamanlar olurda, ölüm gününü hiç unutmam. Ki, unutmak istemiyorum. Ha, o akşam karaları bağlayıp oturmuyorumda. Hayatın devam ettiğinin bilincindeyim. Doğum gibi ölümde çok doğal bir şey. Biri tatlı biri acı. Alışıyorsun. Herkes için eşit. Eşitliği seviyorsan, ölümüde anlıyorsun. 

İşte benim annem artık toprak oldu. Toprakana oldu. Sanki yeryüzündeki beni/bizi elleri üstünde tutan gibi. Benim garip hallerimden biride, bir şeyleri bir şeylere benzetirim. Gökyüzünde bir bulut görürüm mesela, bir şekile sokarım. Ay'a bakarım hakkaten bir dedeye benzetirim. Belkide bu beynime böyle işlendiği için olabilir. Bu herkeste olabilir. Ama dolunayda görüyorum ben o gülen dedeyi hala kardeşim!  Yukarıdaki fotoğrafı çekerken tamda buydu. Aslında bu fotoğrafı bugün çekmedim, oluyor bir kaç ay. Ama çekerken düşündüğüm şey şuydu. Bir kızıl yaprak, toprak üstünde. Kadın dudağı gibi. Gülüyor gibi sanki. Üzerine iki papatya koydum. Annem oldu. 

Yaşarken kutlayamadım ama, şimdi şöyle doya doya "iyiki doğdun, iyiki bizi doğurdun, sağlıklı nice nice yıllara hep birlikte" demek isterdim. Cümle oturmuyor.  O zaman sadece, "iyiki doğdun, iyiki bizi doğurdun" diyorum. Ah benim güzel annem. Anneler güzeldir. Hemde çok güzeldir. 

Birde aklıma ne geldi bak!  Annem ölünce babam bi kaç yıl sonra evlenmişti. Gariptir onunda doğum günü 1 Ekim di. Oda göç etti. Öz anne gibi olmasada emeği vardır üzerimizde. Onunda doğum günü kutlu olsun. 

Her ikisinede varsa öte dünya diye bir şey rahat etsinler. Işıklarda uyusunlar.