Sayfalar

ömür dedigin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ömür dedigin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2018 Pazar

Sevmek, Sevişmek Güzel şeyler...

Yavaş yavaş bahar fotoğrafları düşmeye başladı instagrama. Buralarda henüz baharı anımsatan bir şeye rastlamadım. Masmavi gökyüzü, sarı, turuncu, kızıl harika bir sonbahar yaşamıştık. Kış genelde gri, soğuk ve çok uzun geldi bana bu yıl. Oysa mevsimlerle hiç didişmem. Olduğu gibi kabul ederim. Başka şansımda yok zaten. Doğa bu.. Sürekli kendini yineleyen ve yenileyen büyük bir güç. Doğa ne yapıyorsa doğru yapıyordur. Fakat ilk kez güneşi çok özlediğimi hissediyorum. Bazen göründüğünde sevdiğim biriyle yıllar sonra karşılaşmış gibi mutlu oluyorum. “Nede olsa kışın sonu bahardır” diye türküler yakıldığına göre, er yada geç nasıl olsa gelecek o bahar burayada. 

Giorgio & Heidi
Hafta içi 85 yaşını kutlayan bir ihtiyar delikanlının Doğum gününe gittim. Perşembe kadınlarından arkadaşım Antonellanın babası. Bi kaç kez Perşembe’den veya bazı aktivelerden tanışmışlığımız var. Yıllardır beni hep davet ederlerdi. Sen bizim üçüncü kızımızsın derlerdi. Bern’e araba veya tren ile bir saatlik mesafede oturuyorlar. Ha bugün ha yarın derken gidemedim. İşte bazen olmayınca olmuyor. Oysa iki yıl önce 350 km uzaklıkta olan Tessin’deki yazlıklarına gitmiştim. Her gördüklerinde “wann kommst du nach Riniken?” (Ne zaman Riniken’e geleceksin?) diye soruyorlardı. Bi ara gelirim söz, diyordum. O bi ara bu araymış meğer. Onlar davet etmedi beni. Geçen perşembe Antonella bahsetmişti, pazartesi babamın Doğum günü, gelmek istersen ben orada olacağım, seni istasyondanda alabilirim, demişti. Dedim, hep sorardı Rinikine ne zaman geleceksin diye, bundan daha güzel bir tarih olamaz, geliyorum dedim. 

O gün geldi çattı. İş çıkışı biri beyaz, biri kırmızı iki şişe şarap aldım. 85 yaşında bir beyefendiye ne alınır ki başka? Atladım trene, gittim Riniken’e. Antonellaya saat 17 de istasyonda olacağımı söyledim. Harika, alırım seni dedi. Küçük bir köy. Tarihi küçük bir istasyon. Antonella çocukluğunda gittiği okulu, oynadığı yerleri göstererek ilerliyoruz. Bu arada babam senin geleceğini bilmiyor, ben sigara almaya çıktığımı söyledim, diyor. 

Varıyoruz eve. İki katlı şirin bir ev. Bahçeye sonradan yapılmış kış bahçesinde oturuyorlar. Hırsız gibi Antonellanın arkasından parmak uçlarımda yürüyorum yolda. Görmüyorlar. Giriyoruz eve. Giorgio (Antonellanın babası) beni görünce gözleri fal taşı gibi açılıyor. Karısı Heidi “inanmıyorum” diyerek elini alnına vuruyor. İşte benim üçüncü kızımda geldi derken diğer davetlilere, Giorgio “size yeni kız arkadaşımı tanıştırayım” diyor.. Gülüşüyoruz hepimiz. Masa gitgide büyüyor, genişliyor. 

İki kızları var Giorgio ve Heidi’nin. 
Mutlu yaşadın mı? Hayatından memnun musun diye soruyorum ilerleyen saatlerde yan yana geldiğimizde. 

Anne baba ve kizlari
Neden mutlu olmayayım? İkinci dünya savaşından çocukluğunda doğu Almanya’dan göç ederek tanıştığım çok güzel bir karım var, İki güzel kızım var, mükemmel damatlarım var, harika torunlarım var, hala sağlıklıyım, güvende hissettiğim bir ülkem var. Mutlu olmamam için hiç bir nedenim yok, dedi.  
Evet, düşündüm 85 yaşındaki bir insan hayattan başka ne bekler? Doğru, 
Büyükanne ve torunu
öyle sevgi dolular. O torunlar hepsi gelmiş ve hepsinin severek ve isteyerek geldikleri o kadar belliki. Akıllı telefonlarla başa çıkamayan büyükanneye, çok büyük bir anlayış ve sevgi ile anlatan torunları gördüm. 

O akşam, o masada gözlemlerim oldu. Masadakiler, kızları, damatları, torunları, komşuları, belediye başkanı ve karısı, doktoru vs gibi insanlardan oluşuyordu. Torunların en küçüğü 20 li yaşların üzerinde. Herbirinin kız arkadaşı ve erkek arkadaşı yanında. Bazen el ele, bazen göz göze, bazen kucak kucağa ve bazen dudak dudağa öpüşüyorlar. Anne babalar yanlarında, dede ve nine yanlarında. Her şey o kadar normal ki? Belediye başkanı burda, yada şu dedikoducu komşu burda, şunu yapmayalım, bunu yapmayalım diye yapmacık hiç bir şey yapmıyorlar. Doğal davranıyorlar.  O el ele, göz göze, dudak dudağa öpüşmelerde yapmacık gelmiyor bu yüzden. İşte bunlar hep kültür meselesi. Ben bile kendime şunu sordum o akşam? Yıllarca Avrupa’da yaşamış biri olarak ve her şeye anlayışı olan ben, o akşam bu benim dikkatimi neden çekti? Bilmiyorum. Belkide bilmek istemiyorum. Belki bilinç altı ülkemle kıyaslıyorum. 

Kadehleri hiç boş bırakmıyorlardı. Acayip misafirperverlerdi. Şunu yedin mi, bunu içtin mi diye sürekli soruyorlar, herkesi mutlu etmeye çalışıyorlardı. 

Giorgo gecenin sonuna oturduğu yerden kalktı, çatalını kadehine bi kaç kez vurdu. Birbiriyle konuşan herkes dikkat kesildi. Kim, geçen yıl haziranda kendi yaptığım ceviz kabuğundan şnaps içmek ister, parmak kaldırsın dedi. Herkesin işaret parmağı👆 yukarıdaydı. Ama görülmeye değer bi hareketti. Herkes tanıyor besbelli. Ben kaldırmadım. Bana geldi Giorgio, dedi ki, hakkaten istemiyor musun? Hayır, dedim, Tessinde içtiğim o Grappalarladan sonra hiç şnaps içmek istemiyorum. İşaret parmağı ile baş parmağı arasındaki o küçük farkı göstererek, şu kadarcık ama bunu denemelisin, dedi. Seni mi kıracağım, getir içeyim, dedim. 
Nasıl güzel bi şeydi öyle. Ceviz gibi kokulu, pekmez gibi görüntülü. 

Yedik, içtik, güldük, konuştuk. Saat 23 e doğru yola çıktık Antonella ile. O arabası ile gitmişti ve alkol almadı. Bu konudada disiplinliler Avrupalılar. Bizim gibi, “nolcak yaaa, goyarim amina” demiyorlar. Bir saatlik yolumuzda konuşa konuşa geldik. Dedim ki, Antonella ne güzel sevgi dolu bir ailen var. Gençler anneleri-babaları yanında ve hatta dedeleri-nineleri yanında çok rahatlar, el ele, dudak dudak dudağa. 
Bu bizde çok normal, diyor. Benim gençliğimdede bu böyleydi. 
Biraz şaşırıyorum. Yani kırk yıl öncede bu böyleydi. Hep anlayışlıydılar erkek arkadaşlarımız için, diyor, ama her hafta başka biri ile gelemezdik. Ciddi ilişkilerimizi hep anlayışla karşıladılar. Zaten onlarlada evlendik. Sevginin ayıbı olmaz diyor. Doğru ya. Sevginin ayıbı olur mu hiç? 

Ama bu bizde ayıp haline gelmiş. Sevmek ayıp, sevişmek ayıp, savaşmak güzel, şehit olmak hatta 5-6 yaşındaki çocuğa şehitliği öğretmek çok daha güzel. Metroda iki sevgili öpüşürken gören diğer ahlak bekçisinin yumruk atması bile mübah artık. 

Son zamanlarda sıkça duyduğum şu “biz hangi ara bu hale geldik” cümlesinede fena gıcığım. Hangi ara geldiğimiz apaçık ortada değil mi? Sevgiden, saygıdan, anlayıştan, hoşgörüden uzaklaştık, uzaklaştırıldık. Birde teknolojinin sanal yakınlığı, gerçek yakınlarımızdan uzaklaştırdı. 

O akşam şunu gördüm ben; 
Sevgiden, sevişmekten zarar gelmez. Sevgide, sevişmekte güzeldir ve üretkendir. Çok sevgiden doğar mesela bir insan çocuğu. 
Oysa savaş öyle mi? Savaş öldürür. Yok eder. 
Sevginin olduğu yerde barınmaz hiç bir kötülük. Bütün organların kanser tehlikesi varmış mesela. Bir tek kalp kanseri yokmuş. Ne kadar anlamlı değil mi? Sevginin olduğu yere hastalık bile giremiyor.  

Söyleyeceklerim bu kadar. 

Ps. Oysa ben Giorgio ile Heidi’yi anlatacaktım, onlarında bayan Susi ve bay Anliker kadar enteresan bir yaşam öyküleri var. Başka bi zamana o zaman. 
Seksenlik sevgililer..