Sayfalar

25 Haziran 2017 Pazar

Matterhorn Yürüyüşü..

Baktık planlayarak olmuyor, birden bire karar verdik bizde. Perşembeydi. Arkadaşıma, "Cumartesi Zermatt'a gidelim mi?" diye öylesine sormuştum. "Gideliiiiim!" dedi. Hemen hava durumuna baktık, güneşli, parçalı bulutlu. Cumartesi sabah erkenden gitmeyi kararlaştırdık. Eve geldim. İçim kıpır kıpır. Yıllardır hep gidip görmek istediğim, İsviçre'nin en önmeli sembolünden biri olan, dünyanın en çok fotoğrafının çekildiği şu ünlü  Matterhorn, dağına hep "du bakalım" dediğim o zaman nihayet gelip çatmıştı.

Çocuklar gibi önüme gelene, ağzım kulaklarımda "biliyor musun, biz Cumartesi Matterhorn'a" gidiyoooz" diye anlatıyordum. Gerçekten mi, İsviçreliyim ama bende hala görmedim diyen çoktu. Şeye benziyordu bu, üç tarafı denizle çevrili Türkiyede yaşayıpta hiç deniz görmeyenler gibi mesela:) 

Cuma gecesi heyecandan uyuyamadım. Fotoğraf makinemin hiç bir şeyini unutmamalıyım, yoksa o Matterhorn dağından atarım kendimi aşağıya, diyorum.. Fotoğraf makinemi ve ekipmanı hazırladım. Atıştırmalıkları sırt çantama koydum, su şişelerini, sabah çıkmadan önce sırt çantama eklemek üzere buzdolabına koydum. Birde olmazsa olmaz bir şişe beyaz şarabı tabi. Giyeceklerimi ve yürüyüş için ayakkabılarımıda hazır ettim. Çünkü akşamdan biraz araştırdım, en iyi fotoğraf nerden çekilir falan diye. Oralarda uzak yerler. Neyse, belki gideriz diye hazırlıklı olmak istiyorum. 

Cumartesi sabah 7.15 te Bern garında buluşuyoruz. Yürümek için doğru ayakkabı seçimi diyor. Belki yürürüz diye şeyettim diyorum. Kafamda planladığım şeyleri arkadaşımla paylaşmayınca, o normal düz bir ayakkabı ile geliyor. Onlarlada yürünür diyorum. 

7.34 trenimiz hareket ediyor. Bir saat sonra aktarma yapacağımız Visp istasyonunda inip, Zermatt'a giden "Matterhorn Gotthard Bahn" trenine biniyoruz. Diğer trenlerden farklı. Kocaman camları var ve pencere açık. Tren giderken dışarı sarkabiliyorsun.  Glacier express trenine benziyor biraz. Zaten aynı güzergah. Glacierexpress de yanımızdan geçerken görüyorum. Turistik bir tren. 

Dağlara tırmanıyor, viyadüklerden ve köprülerden geçerek güzel bir güzergahı bir saatte tamamlıyor. 2-2.5 saatte gidiliyormuş meğer Bern'den. Yani burnumuzun dibiymiş neredeyse😀 Ben hep çok daha fazla sanıyordum. Fakat trenle gidersen kısalıyor yol. Araba yolu çok daha uzun. Zaten Zermatt'a araba ile ulaşam yok. En yakın bir yerleşim biriminde arabayı bırakıp trenle gitmek zorundasın. O yüzden araba ile gitmek mantıksız. En iyisi ve en güzeli trenle gitmek. 

Saat 9.45 gibi son durağa yani Zermatta  geldiğimizde, "tren istasyonuda çok çirkinmiş" diyor arkadaşım. Katılıyorum onun düşüncesine. Soğuk bir görüntüsü var. Dışarı atıyoruz hemen kendimizi. Gözlerim o meşhur dağı arıyor sağda solda. Yok, göremiyorum. Bir tatil yeri olduğundan her yer otel ve pansiyon. Ama göze çirkin görünmeyen ahşap ve sevimli bol sardunyalı oteller. Birde Uzak doğulu turistler. Artık Japon mu, Çinli mi, ayırt edemiyorum ben onları😀 

Önce bir kahve içmek istiyoruz. Sokaklarda ilerlerken kafam hep gökyüzünde ben hala Matterhorn dağını arıyorum. Yok, yok, yok.. Sonra arkadaşım işaret parmağıyla bir otelin çatısını göstererek "bak orda kim" var diyor. Gördüğüm şey işte o dağ. "Ayyy sen burdamıydın" diyerek selamlıyorum. Ama o fotoğraflarda gördüğüm gibi janjanlı değil. Hafif bir hayal kırıklığı oluyor tabi. Karlar bazı yerlerinde var. Bi çoğu erimiş. Ama yinede seviyorum onu. 
Kahvemizi içiyoruz, sonra bilgi alıyoruz, dağın en güzel panoramasını nereden görebiliriz, nasıl gidebiliriz falan diye. Benim internetten araştırıp gitmek istediğim yeri tarif ediyor kafeterya işletmecisi yaşlı amca. Bir fünikülere binip dik bi şekilde bir dağın içinden yukarı doğru gidiyoruz 10 dakika kadar. Arkadaşımın kulaklarında basınç oluşuyor. Ben bir şey hissetmiyorum. Fünikülerden inip, teleferiğe binip daha tepeye, Blauherd'e çıkıyoruz. Amacımız Stellisee gölüne gidip oradan Matterhorn dağını izlemek. Sarı levhalar Stellisee 15 dakika olduğunu gösteriyor. İnsanların yürüdüğü yoldan bizde ilerliyoruz. 15 dakika, 30 dakika, 60 dakika yürüyoruz görünürde göl möl yok. Habire tırmanıyoruz. E birde bunun dönüşü var diye endişeleniyorum. Hava 24 derece, parçalı bulutlu, püfür püfür esiyor. Güneş kremi aldım yanıma ama gerek görüp sürmüyorum. Saat 12 ye gelmiş, biz neredeyse iki saattir yürüyoruz. Sonunda bir sarı levha daha, Stellisee 50 dakika yazıyor. E artık bu kadar yürüdük, oraya yürüyelim diyoruz. Dere tepe düz gidiyoruz. Patikalardan geçiyoruz. Sadece İsviçreye özgü o alp çiçeklerini görüyoruz. Mesela Edelweiss. Etrafına taşlar koymuşlar kimse basmasın üzerine diye. Mesela Blau Enzian. Nasıl güzel bir mavidir o. 
Uzakdoğulu bir turist önüne bakmadan fotoğraf çekmek için pat pat yürürken, bir İsviçreli "heeey, o üzerine bastığın mavi enzian çiçeği farkındamısın?" Diye azarlıyor. Doğalarına, dağlarına sahip çıkmaları hoşuma gidiyor. 

Ve nihayet ulaşıyoruz Stellisee'ye. Fotoğraflarda kocaman görünen bu göl, küçücük. Matterhorn dağı tam karşısında duruyor. İki saate yakın oturuyoruz göl kenarında. Diğer kenarında duran koyun sürüsünün çan sesleri var. Dağın başındaki bulutlar kalkarsa daha güzel görüntü alabileceğim. Bulutlar her tarafta dağılıyor ama o dağın başından dağılmıyor. Yapacak bir şey yok. Doğa bu. Oradaki molamızda çantamızdakileri çıkarıyoruz. Şişenin dışına geçirdiğim buzlu koruma, beyaz şarabı soğuk tutmuş. Sakinliğin ve huzurun tam ortasındayız. Adalet yürüyüşçülerinin Bolu'da olduğu gün. Bolu'da olsaydım mutlaka katılırdım diyorum, arkadaşıma. Bizde yürüdük ama bugün, diyor. Doğru diyorum, ha Bolu dağlarında, ha Alplerde yürümüşüz😀 bir kayanın üzerine yeşil otlardan "Adalet" yazıyoruz. 

O kadar çok yürümüşüzki orada öyle otursam ve hiç kalkmasam diyorum. Bu yolun dönüşünü düşünüyorum. Arkadaşım aynı yolu geri gitmeyeceğiz, bu yola devam edeceğiz, diyor. Yani biz yürüyerek bir "O" harfi çizmişiz. Yola devam edersek başladığımız noktaya ulaşacağız. İşte buna seviniyorum. Hakikaten 15 dakika sonra yürüyüşe başladığımız teleferiğin olduğu istasyona geliyoruz. 
Oradaki sarı levhalara tekrar bakıyoruz, evet, stellisee 15 dakika yazıyor. Ama o kadar çok yürüyüş rotası var ki, biz dikkat etmeden, çoğunluğun arkasına takılınca koyunlar gibi saatlerce yürüyüş yapmak zorunda kalıyoruz. Gülüyoruz bu halimize. Salaklığımızada bok kondurmuyoruz ama, olsun diyoruz, yürümeseydik o güzel çiçekleri göremeyecektik, hem bedenimiz içinde bir şeyler yapmış olduk. 

Teleferikle ara durakta durup bir dağ restoranında bir şeyler yiyip içiyoruz. Elimi yüzümü yıkamak için lavaboya gittiğimde aynada duran ıstakoz gibi haşlanmış, kızarmış kollarımı görüyorum. Güya güneş kremi almıştım yanıma. Sürmeyince bir işe yaramıyormuş😀 Daha doğrusu gerek görmemiştim. Öyle sıcak değildi. Püfür püfür esiyordu. Dağlardaki kar'ın yansımasıyla çifte kavrulmuş olduk. 

Yapmayı çok istediğim bir şeyi gerçekleştirmenin mutluluğuyla, akşam 7.00 de yine Bern'de oluyoruz. 12 saat içinde sanki dünyayı dolaşmış gibi hissediyorum kendimi.  

Şimdide fotoğraflarda gezelim, görelim. 

Ortada görünen iki beyaz cicek, Isvicre simgelerinden "Edelweiss"
Blau Enzian, yine Isvicre Alplerinde yetisen bir cicek..
Stellisee Koyunlari
Basi dumanli Matterhorn
Adalet yazdik daglara taslara..

Bildunterschrift hinzufügen


Bildunterschrift hinzufügen
Yanda görülen kirmizi beyaz boyali tas, sari levhalarin olmadigi yerde yol gösterici

16 Haziran 2017 Cuma

Adalet Yürüyüşü..

Daha önce, bu muhalefet ne yapıyor ki? Daha ne olmasını bekliyor ki? Dökülse ya meydanlara, yollara diye eleştirenler, yine aynı kişiler şimdide bu Adalet yürüyüşünü eleştiriyorlar. 

Şimdiye kadar aklı neredeymiş.. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına neden evet oyu vermişler.. Bir çok gazeteci içerdeymiş.. Bir çok milletvekili ve parti başkanları içerdeymiş. Kendilerinden biri hapse atılınca mı aklı başına gelmiş. Haksız referandum sonucu sonrası neden başlatmamış.. gibi gibi., 

Hemde soldan gelen eleştiriler bunlar. Anlamak mümkün değil! Tamam eleştiri olur, ama her şey mi eleştirilir be arkadaş? Önce yapmıyor diye eleştir, sonra yapıyor diye eleştir.. Destek olamıyorsan, köstek olma bari..  

Evet, benimde oldu Kılıçdaroğlu'nu eleştirdiğim yönleri. Ama iyi bir şey yapıncada bunu iyi yaptı diyebiliyorum. 
Evet, referandum sonucunda olsaydı şık olurdu. Ama olmamış işte. Geçmişi hep öne sürersek yol alamayız. Şimdi olmuş. Belki şimdi tam zamanıydı ona göre. Ateş bile birden yanmaz. Bir kıvılcım gerekir. İşte o kıvılcım belki şimdi oluşmuştur. 

Skypyen konuşur gibi dökülün sokağada demedi mesela. Çıktı "Ben yürüyorum" dedi. Adalet için yürüyeceğim, dedi. 15 Haziranda saat 11 de Güvenparkta olacağım, Ankara'dan İstanbul'a yürüyeceğim, dedi. İsteyen katılabilir dedi. Bu tarihi yürüyüşe bende katılmak isterdim gerçekten. Gezi direnişine benzetiyorum biraz. Haklı ve onurlu bir yürüyüş. Umarım zararsız ve verimli bir şekilde sonuçlanır. 

Bugün iş yerinde yine TRT radyo açık. Saat 14 haberleri veriliyor. Bekliyorum bu yürüyüş haberini. İşte dışişleri bakanı Katar'da görüşmeler yapmış, Binali  Yunanistan'da temaslarda bulunmuş, ABD başkanı Trump yolsuzlukla suçlanmış, Putin bilmem ne yapmış, Londra yangını, Endonezya'da bir savaş uçağı radarda kaybolmuş, İsviçreli tenisçi Federer elenmiş, ve haberler bitti.. Kılıçdaroğlu'nun Ankara'dan İstanbul'a başlattığı Adalet yürüyüşünden hiç bahsetmedi. Şaşırdım mı? Evet hala şaşırıyorum ben bazı şeylere.. Bunun haber değeri yok mu gerçekten? Yok sayıyorlar yani.. Devletin yayın organı tabi. Birde Bahçeli dışında bir yorum ve eleştiri yapan olmadı şimdiye kadar hükümet veya Saray tarafından. Şoktalar mı acaba? Ciddiye almıyorlamış gibi yapıyorlar bence. Bahçeli zaten hükümet sözcüsü gibi şey artık. Bir çok şey söylemişte birde şöyle bir atasözü kullanmış bu yürüyüş için "Akılsız başın derdini ayaklar çeker" Twitter'dan. Bahçeli işte.. Naparsın? Sinirlenemiyorum bile. Gülesim geliyor. 

Adalet ve kalkınma partisi koymuşlar adına. Hey yavrum hey!! Ne söyledililerse tersini yaptılar. İsimleride cisimleri gibiymiş. Adalet ve kalkınma partisi hükümetinin uygulamalarına karşı, "Adalet" için yürüyen bir muhalefet parti liderinin Ankara'dan İstanbul'a yürüyüşü! Böyle şeyler artık romanlarda, filmlerde olmuyor, günümüz Türkiye'sinde oluyor. Eğlenceli ülke vesselam!! 

Yani demem o ki? Hem hükümete karşı olup, hemde muhalefeti geç kalınmış bir eylem diye eleştiremezsin. Bi yerden başlamak ve ucundan tutmak lazım. Ben, sen, demeden. Biz diyerek. 

Bak şimdi aklıma geldi, belki bu 28 gün içinde Türkiyede olabilirsem, Bolu'dan katılabilirim bu yürüyüşe. Evet ya.. 

Yolunuz açık olsun Adalet yürüyüşçüleri..


4 Haziran 2017 Pazar

Kolyemin zinciri kopmus..

İçimde havalar gibi sıkkın. Bun bir hava. Sonra şimşekler çakıyor ama gök gürlemiyor, gürleyemiyor.. Aslında çaksa şimşek, gürlese gök, ardından bir yağmur, durulur ortalık. Öyle olmuyor ne gökte, ne içimde. 
Böyle durumlarda bir kolyem vardı benim, elime alır, okurdum üstünde yazılanı, iyi gelirdi. Onu aradım. Zinciri kopmuş. İlk Tr tatilinde onu tamir ettirmeliyim. Sevdiğim ve hikayesi olan bir kolye benim için. Hatta o kolyeme bir post bile yazmıştım çok eskilerde. Sevdiğim yazılarımdan biriydi.. 

Şöyle; Fıkra gibi bir hikaye.. Üstelik yaşanmış.. Annemin kuzeni.. Ayhan abi.. Karikatür gibi adamdır.. Tipik bir karadeniz erkeği.. Kızılımsı kıvırcık saçları vardi benim çocuklugumda... Şimdi tepe açılmış.. Göbekli.. Görkemli bir laz burnu.. Ben buradayim diyo adeta.. Bunsuzmu bunsuz.. Çalışmak mı? O'da ne? Lügatında yok. 

Neyse,  bu Ayhan abi, ailesinin zoru ile bir işe giriyor ama ertesi gün sudan sebeplerle "goyarum a...." deyip bırakıyor işi.. Bir değil, üç değil, beş değil, defalarca oluyor bu. Hiç bir yerde dikiş tutturamıyor.. Fakat bu umrunda bile değil.. Adam bildiğiniz tembellik abidesi Oblomovun çakması..

İşte bu "goyarum a...." sözü, bizim ailede özlü sözler içinde yerini alıyor..  Nietzsche gibi, Freud gibi, Oskar Wilde, vs gibi;)) ne zaman olumsuz bir şey olsa, "amaaaan, goyarum a...." der, olayı basite alır, güler geçeriz.. 

Bir ara yine kızkardeşimle İstanbul'da tatildeyiz.. Kendime bir kolye almak istiyorum.. Ama üzerine yazı yazılabilecek bir kolye olsun istiyorum. O zamanlar birde "in" di bu kolyeler. O ara yine bazı terslikler olmuş. Kolyenin üzerine ne yazdırsak diye hiç düşünmüyoruz.. Aklımıza gelen ilk şey Ayhan abinin o sözü oluyor.. O günün mana ve ehemmiyeti ile bire bir örtüşen o yazıyı yazdırıyoruz kolyeye.. 

Tabi böyle bir kolyeye sahip olmak o kadar kolay değil.. Maddi anlamda söylemiyorum. O yazıyı yazdırmak hiç kolay değil. Kuyumcu nasıl bir anlayışta? Bi kere, tanınmamış bir kuyumcu olacak. Espiriye açık olacak.. Anlayışlı biri olacak. Kafa dengi olan kardeşimin eşini  görevlendiriyoruz bu iş için. Şansımıza kuyumcu ile bizim enişte hemşehirli çıkıyorlar.. Lazlari ve espirilirini anlayan bir Karadenizli yani. Kuyumcunun bile hoşuna gidiyor bu yazı. Belkide o günden sonra bu yazıyla satış patlamasi bile yapmiş olabilir:)) tabi Ayhan abinin bundan haberi bile yoktur..:)) adam telif hakkından belkide zengin olurdu:))Bu Ayhan abi filozof gibi adammış dedik, kardeşimle.. Sözleri kolyelere yazılıyor artık:)) 

Bir kaç yıl önce Mehmet Cengiz diye biri bu "milletin a.... koyacağız" dediysede, benim nazarımda Ayhan abi kadar adam olamadı.  

Ayhan abi mi?? Onu en son 7-8 yıl önce görmüştüm.. Adam emekli olacağı yaşta çalışmaya başlamıştı.. Bulunduğu yere universite açılmış... İşte orada bir işte calışıyormuş.. Görenler anlatmıştı.. O üniversitenin müdürü yada rektörü gibi bir şeymiş:)) yada o kendini öyle sanıyor.. 

Hani bazi anlar olur... Mutsuz olursunuz.. Keyifsiz olursunuz.. Olanca dert sizin üzerinizdeymiş gibi gelir.. Bir çıkış bulamazsınız.. Veya hayatı tiye mi almak istiyorsunuz? İşte öyle anlarda bu kolye birebir. Şöyle baş parmakla, işaret parmağının arasına alıyorsunuz akasını çevirip "amaaaan"diye başlayıp koylenin arkasındaki o iki kelimeyi okuyorsunuz. . Sonrası mı..? İçte bir rahatlık, bir huzur, bir mutluluk, bir banane durumları..