Sayfalar

5 Haziran 2016 Pazar

Karan Bebek, Martin Amca, Kır Çiçekleri


Haziran apar topar geldi.. Haziranla birlikte kardeşimin bebeğide.. Karan adını verdiler. 
Adı gibi karayağız bir küçük adam..
O sabah saat 6.30 da  whatsapp kuzenler grubuna kocaman karnı, zafer işareti ile selam çakarak girdi ameliyathaneye.. Isparta, Çanakkale, İstanbul ve  Bern'de olan yürekler o sabah Leverkusen'de atıyordu. Sonra bir sessizlik oldu.. Sesizliği bebeğin ilk ağlama sesi bozdu whatsapp ta.. Bilmiyorum kaç kez dinledim o sesi 1 haziran günü.

Aynı gün biraz geç gittim işe.. Geç gittiğim zamanlarda posta kutlusuna bakar öyle inerim garaja. Deniz'e ve Taylan'a konsolosluktan mektup gelmiş. Askerlik zamanları gelmişde. İki gün önce uzatmaya gitmişlerdi, cevabı gelmiş. Asker anneleri geldi aklıma. Üzüldüm. Bu kirli savaşta yer almadıkları için sevindim. 

Posta kutlusuna bakıpta, yeniden kapıya yöneldiğimde arkamda tekerlekli sandalyede bir amca gördüm. Tekerlekli sandalyeyi arkasından tutan, bizim Deniz. "Anne hiç dikkat etmiyorsun, arkanda duruyordu bu amca ve sen kapıyı bile tutmadın" dedi. Ama ben o amcayı görmemiştim bile. Görsem yapar mıydım hiç? Bunu bilir aslında Deniz, sadece dikkatsizliğime kızdığını anladım. Bende kızdım kendime. Arkamı döndüğümde gördüğüm amca, benim her zaman uzaktanda sevdiğim bir insandı. İki yıl önce, bir cenaze aracına bir tabutun konduğuna  tanık olmuştum balkondan, ardında bu amca vardı. Çok dramatik bir görüntüydü. Çiçeksiz siyah tabut, sedye üzerinde götürülürken, tesadüfen balkonda olduğum için, sedye tekerleklerinin çıkardığı sese bakmıştım. İki görevli tabutu alıp götürürken, bu amca ardından sadece el sallamıştı. Çok acı bir görüntüydü, çok etkilenmiştim. Kimdi, el salladığı o tabuttaki insan? Hayat arkadaşı mıydı? Annesi miydi? Aynı binada oturuyoruz. Ama bilmiyorum. Bir ara şu cümleyi okumuş muydum, duymuş muydum, bilemiyorum? "Yapılar yatay değilde, dikey yükseliyorsa, insan ilişkileri yok olur" gibi bir şeydi. Çok doğru, oturduğumuz bina 5 katlıda olsa, bina işte. Kimse kimseyi tanımıyor. Benim yıllardır bu binada oturup kapıda, garajda, posta kutlusunda karşılaştığımızda selamlaştığımız sevdiğim üç, dört kişiden biriydi. Cüsseli bir beyefendi idi. Ağzında piposu, askılı pantolonu, başında kasketi ile yürüyüşe çıktığında selamlaşırdık yürekten. Garajda turuncu antika Vespa'sı yıllardır duran. Son iki aydır Vespa'nın yerinde olmayışı dikkatimi çekiyordu. Ve o amcayıda görmüyordum. Bugün arkamda tekerlekli sandalyede oturan  o amca bu amcaydı. Zayıflamıştı.. Güçsüzdü. Şapkasıda yoktu. Çelimsiz beyaz saçları omzlarına değiyordu. Sol ayağında terlik vardı, sağ ayağını göremedim.. Ona sezdirmeden biraz daha yukarı gitti gözlerim.. Giydiği pantolonun sağ paçacı dizine kadar boştu. Selamlaşmadan öteye gitmeyen diyoluğumuz bu sefer sanki yıllardır konuşuyormuşuz gibiydi. Eğildim, sol omzuna elimi bıraktım, yine sevgi ile bakan gözlerine bakarak, "ne oldu size? dedim.  Yine güler yüzü ile anlattı, başına gelenleri. İki ayak parmağı kapkara olmuş. Ve aniden bacağını dizinden kesmek zorunda kalmışlar. Bir ay hastanede kalmış. "Birden bambaşka bir yaşam biçimine girdim, alışmaya çalışıyorum, eskiden basamakları çıkmak beni mutlu ederken, şu an her basamak hayatımı dahada zorlaştırıyor" dedi. Bir şey diyemedim.  Kaçıncı katta oturuyorsunuz, dedim. 3. dedi. Adınız nedir? dedim. Martin dedi. Posta kutusundaki adına ve soyadına baktım. Kazıdım aklıma. Sonra işe gittim. Sık sık onu düşündüm o gün. 

Hafta sonu geldi. Dün akşam perşembe kadınlarından Antonella, kızının lise mezuniyeti dolayısı ile, ilk kızı ile birlikte rakı içeceklerini söyledi. Benide davet ettiler. Gittim. Anne, kız başlamışlardı ben gittiğimde. Çok hoşuma gitti. Bardakları görünce bir gülme tuttu beni.. İnce, uzun rakı bardağı değil, kalın, tombul ve uzundu. Oysa oraya giderken bunu düşünmüştüm, 3 rakı bardağı götürmeyi planlıyordum, sonra bu fikrimden vazgeçtim. Taylan bıraktı beni.. Peynir ve yoğun kıvamlı, sarımsaklı cacıkta götürdüm. Onlarda mezeler hazırlamıştı.  Konuştuk daldan, doruktan. Sonra bana origami sanatı ile Turna yapmayı gösterdi. Sadoko efsanesini konuştuk. Ara sıra yağmur yağıyordu. Yağmurun bahçedeki çimlere düşüşü, ve çıkardığı kokuyu deniz kenarındaymışız gibi düşündük. Düşünce ile ile heryere gitmek serbest bende. Kızı, Gina daha sonra kendi arkadaşları ile çıktı. Hem ailesi ile, hem arkadaşları ile güzel zamanlar geçiriyorlar. Taylan aldı beni gece tekrar. 

Bu sabah uyandığımda bu hafta yaşadıklarım geldi aklıma. Karan bile 4 günlük oldu. Bizim oğlanların askerlik çağı gelmiş. Bacağı kesilmiş ama umutlu yalnız bir amca.. 
Hayat devam ediyor. Zeytin yağlı biber dolması yaptım bugün. Piyazda yaptım. Dereotlu yoğurt ezmesi. Sonra yürüyüşe çıktım. Cuma küçük renkli kovalar görmüştüm çarşıda. Sarı mı olsun, yeşil mi derken aklımda kalmasın diye ikisinide aldım. İçinde kır çiçeklerinin çok güzel duracağını hayal ettim. Bir tane yeterdi belki, ikincisini niye aldım? Bilmiyorum. Belki hediye ederim düşüncesi vardı.. 
Yürüyüşe çıkarken aklımda kır çiçeği toplamak vardı. Yanımda makasta götürdüm. Koparmak istemedim.. Kesmek istedim. Belki daha az acı çekerlerdi böylece. Baktım çiçeklerin üzerinde arılar var. Şimdi ben bu çiçekleri kesip eve götüreceğim bencilce. Doğaya müdahale.. İnsanlığıma yenik düştüm. Gözüme kestirdiğim çiçekleri pıt pıt kesiverdim. Ama hemen eve gidip su ile buluşturup can vereceğim düşüncesi sadece vicdan rahatlamasıydı. Renk renk çiçekler topladım. Bir tanede kırmızı gelincik. Evde o küçük kovaya yerleştirdim. Çok güzel göründü gözüme.. O çiçeklerle birlikte küçük böcekler, karıncalarda gelmiş eve. Doğanın intikamı.. Balkona çıkardım bu sefer. 

Yemek yedik akşam. Martin amca geldi aklıma. Acaba ona bir tabak yemek götürsem  nasıl olurdu? Onu rencide etmiş olur muydum? Beni yanlış anlar mıydı? Bunu yaşamadan bilemezdim. Artık kapıdaki adını ve üçüncü katta oturduğunu biliyordum. Bir tabağa iki biber dolması, biraz piyaz ve dereotlu yoğurdu koydum. Bir cesaretle merdivenlerden üçüncü kata çıktım. O kattaki kapı isimlerini aradım.  Martin yazan kapının önünde durdum bi süre. Sonra basıverdim zile. Bu arada lütfen beni yanlış anlamasın diye dua ediyorum. Elimde bir tabak yemek bekliyorum. Hemen açamaz. Tekerlekli sandalye ile gelecek. Sessizlik oldu. Kapıya kulağımı dayadım. Sanki sesler geliyordu. Tekrar tekrar çalmadım zili eğer evdeyse panik olmasın diye. Zilin ilk giriş kapısından geldiğin sanarak diafona "jaa" diye sordu. Cevap alamazdı, çünkü ben yukarıdaki kapıdaydım.. Kapıya ellerimle vurdum bu sefer.. Açtı kapıyı. Sandalyesinde oturarak, gülen gözleri vardı yine, ben elimde tabak. Ondan cesaret alarak dedim ki, "akşam yemeğinizi yediniz mi, yemediniz mi bilmiyorum, neyi sevip neyi sevmediğinizide, yada hangi besini yiyebilirsiniz onu bile bilmiyorum. Kabul ederseniz bu tabağı getirdim. Tabaktaki yemeklerin içindekilerini anlattım. Bana çok güzel tepki verdi. Sevmediğim, yada yemesi yasak olan bir şey yok, üstelik akşam yemeğimi daha yememiştim, dedi. Çok mutlu olduğunu görünce ben daha mutlu oldum. Elimi sıktı, yine gözlerime bakarak. En çokta gözlerindeki teşekkür ezdi beni. Daha önce neden yapmamışım ki, ben bunu. Çok kızdım kendime. İnsanlar iyi anlamda birbirine  dokunmaktan neden bu kadar korkar hale geldi? Ama kötü anlamda herkes herkes dokunmaktan hiç korkmuyor? 

26 Mayıs 2016 Perşembe

Binnaz Abla..


Insan nasıl olurda hayatında sadece üç, dört gün gördüğü bir insanı bu kadar çok sevebilir? 
Geçen sene yaz tatilinde gittiğimde tanımıştım onu.. Annem'e (kayınvalidem demeyi sevmem) bakıyordu. Annem bakıma muhtaç biri oldu iki yılı aşkın bir süredir. Patates böreğini çok sevdiğimi bilem annem, ben geliyorum diye bir tepsi börek yapmıştı. Yorgun ve tombul bedeninin sol yanı, hamur yoğurmaya, yufkalar açmaya yenik düşüp hastalanmıştı. Ev ve hastane arasında mekik dokumuştum o yıl. Şu an evde çok şükür, ama eski sağlığı yok, ve kendine yetirmiyor. 
Ona yardımcı bir abla gelmişti. Herkes ondan çok iyi bahsediyordu. Annemden bir kaç yaş daha gençti, ama dinçti ve çalışkandı. Sevgi doluydu. Zaten annemde yaşlı değil, bedeni yorgundu.. 

Hazal'ın düğünü vardı geçen yıl ağustosta.. Düğün için 3-4 günlüğüne gitmiştik o kasabaya.. Yine gece 3-4 gibi varmıştık eve. Kiraladığımız arabanın farları pencereye vurunca birer birer yandı odaların ışıkları. Hazal ve Eda koşmuştu ilk önümüze.. Onlar iki katlı evin üst katında oturuyorlardı. Ama sadece üst katta değil, alt kattada odalar bir bir yandı. Biz alt kata annemin yanına girdik. Zaten her gidişimizde oraya gider ve bize ait odamızda kalırız. Severim o odayı. Kuzeyde ve serin olur.. Önce annemle kucaklaştık, sonra hep o bahsi geçen Binnaz abla ile. Sıcak bir kucaklaşmaydı. O'da gıyabımızda bizi tanıyordu. Hepimiz o ilk görüşte sanki biz hep tanışıyormuşuz gibiydik. Sanki Binnaz abla hep o evde yaşamıştı. 

Tıpkı eskiden köye gittiğimde ninemin beni karşıladığı gibiydi. Yada tıpkı daha önce annemin evine gittiğim gibiydi. Gızım, dedi bana.. Eşime, oğlum diyordu.. Bizim çocuklara torunları gibi davranıyordu. O sadece annemin yardımcısı değil, bizim annemiz, çoçukların büyükannesi olmuştu. 

Bir gün oturup hayat hikayesini anlatmıştı bana. Kolay değildi yaşadıkları. Çok genç yaşta eşini kaybetmiş, üç çocukla kalmıştı. Yaşadığı zorlukları anlatmıştı. Örgü ve aşçılık yaparak çocuklarını yetiştirdiğini anlatmıştı. Sevgi dolu çocuklarından bahsetmişti. Aslında onun çalışmaya ihtiyacı yoktu. Bir torununu okutmak için çalıştığını söylüyordu. Çok sevdim Binnaz ablayı. 
Aşçılık deneyimi olduğu için, Hazal'ın düğünündeki bütün yemekler onun elinden çıkmıştı. Elinin dokunduğu yemek lezzetli olan bir kadındı. Biz kınadır, düğündür, kuafördür gezerken, Binnaz abla o düğün evini çekip çevirmişti, hiç kimseyi aç bırakmamıştı.. Hayran kalmıştım Binnaz ablaya. İkide birde kucaklıyordum. Oda sevmişti bizi, yoksa bu yaptıkları zorla yapılır gibi değil, sevgi ile yapılırdı ancak. Bizim çocuklar yaptığı bir çorbayı severek içtiklerinde yetmediği için içine dert etmiş, biz dönmeden aynı çorbayı bolca yapmıştı.. Binnaz abla artık bizim babaannemiz gibi olmuştu. Çok saygılıydık biz ona, çünkü bunu hakediyordu.

Sonra rahatsızlandığı için ayrıldı bizden. Onun için üzülüyordum. Çünkü, çok sevmiştim. Çünkü, çok güzel bir kadındı.. Çünkü, çok güzel bir insandı.. Çünkü, çok güzel abla, teyze, anne, babanne, ananne idi. 

Bugün ölüm haberini aldım. Yıllardır tanıdığım bir yakınımı kaybetmiş gibi üzgünüm. Üç günde tanıdığım Binnaz abla hayatımda büyük izler bıraktı. Ben onun, kadın olarak verdiği mücadeleyi sevdim. İnsanlığını sevdim. Sevecenliğini sevdim. Torunu için çalışmasını ve azmini sevdim.. Anlayışını sevdim.. Yeniden görmeyi çok isterdim.. Olmadı. Şimdi Binnaz abla için sadece güzel dileklerim ve dualarım var.. Huzurla uyumasını, ve varsa eğer cennete gitmesini istiyorum. 
Farkliydi Binnaz abla.. 

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Zehraabanın, Fatma Nineyle Buluşması..

Mudurnulu Fatma nineyi biliyor munuz? Bilmiyorsanız gugıla sorun, o size annadivesin. Bıldır (geçen sene) bi cümeertesi günü bazara varınca, gapısını çaldım.. Gapı duvar. Ne kendi va, ne Memed efendi.. Garı-goca nereye gittile bilmen ben. Evinin çiçekli merdivenneni çıkana gada duravadım. Baktım evde yok, gapının önüne masa sandalye atmış, gölgelik yer, orda otdum birez.. İkindi ezanı okunabatı.. Ebdesim va, namazımı gılacan emme, gıble nerde bilemedim ki. Güneş'e baktım evinin ardından batıbatı. Onun tam karşısı olan yerin sağına doğru bir yer buldum 8 rekatlık namazımı gıldım, allah gabul ederse. Tam mamazi bitirdim selamımı verdim, tespih çekeken çıktı gedi Fatmaanım.. Yanında gocası Memet efendi. Son günnede yerdeki garıncadan gıskandığı gocası va ye, pek gorktum benide o Aşa'anımn gibi gıskanır deye. Öne allı güllü de geymedim. Zatı gülmeyi hiç beceremem. Sırat köprüsünü gördünüzde mi gülüyorsunuz derdi anam ırahmetli. Gülecesem bile ağzımı açmadan eliminen ağzımı örte örte gülerin. 

Beni görünce evinin çiçekleri gibi güler yüzünnen garşıladı beni, hinci yokarda allah va.. Memed efendinin yüzüne bile bakmadım utancımdan, gorkumdan. Benide Aşaanım gibi yannış anla deye. 

Hemen bir gayfe yaptı Fatmaanım. Yanınada lokum gondurmuş. Bu Seleddin oğlanı anlattı. Meğer düğünü varımış yakında, hemde Aşaanımla.. Bunları anlatan Fatmaanım, nası mutlu nası hop otuyor hop gakıyo aklım sırrım ermedi. Zatı ben urdayken, unnada terziden gelibatlarımış. Seleddin oğlanınan, Aşaanımın düğününde geyeceği urba'nın provası varımış. İnadına allı yeşilli giyecen deyo. Gıı, helebak, nispet ede gibi, noluyon sen, dedim. Ağır daşı kimse yerinden galdıramaz, hafif daşı insan gıçını silede atıveri, dedim. Emme baktım ben hevaya gonuşuyon. Fatmaanım pek bi mutlu bu düğünden. Bana soransanız, ben acıyon bu Aşaanıma. Neden deseniz? Bu fırıldak Seleddine hiç güvenmeyon, can çıkmadan huy çıkamı hiç? Hep dört ayak üstüne düşüyor bu Seleddin, emme çekirge üç atla beş atla, hadi günümüzde belki yüzelli defa atla. Adam o'maz bu Seleddin. Aşanımın hem gücünü hem ocağını gurudur. Bi umudum va yalınız, "gadının fendi erkeği yendi" derle. Bakam, belkide dize getirir, adam eder Aşaanım bu Seleddini.  Düğüne devet edelerise dürü'mü (hediyemi) giderin bende,  Bi kenerden izlerim olup biteni sizede annadıverim.. Hadi galın sağlıcağınan..

Mudurnu Sivesi ile Yazilmistir

Iste Fatma Ninenin Evi.. Benim Torun gitmis bıldır (geçensene)