Sayfalar

14 Kasım 2015 Cumartesi

Bir Düğün Hikayesi..



Naciye-Hazalin Dügününden Notlar.. 21-22 Agustos 2015
Yakın bir zaman önce yaz tatilinden dönünce hemen iki hafta sonrasında tekrar Türkiye'ye düğüne gitmeyi, gidebilmeyi hiç zannetmiyordum. Ama gelin olacak kızımız ne kadar derinden istediyse bizimde orada olmamızı, herşey denk geldi ve biz ailecek yeniden Uşak/Banaz'da aldık soluğu. Aslında en son Uşak tatilimdede güzel vakitler geçirmiş, güzel bağlar kurduğumuz için bende düğünde olabilmeyi yürekten istiyordum. Biz gidemesekte bizim gençler planlamışlardı bile. Zira ilk kız kuzenleri evleniyordu. Düğünden iki gün önce davetiyede ulaşmıştı. Üzerine güzelde bir not düşmüştü Hazal. 
Kina ve Dügün davetiyesi..
Hemen uçak biletlerine baktım, hiç olmadığı kadar ucuzdu biletler. THY Hazal evleniyor diye özel bir kampanya başlatmış herhalde dedim:) önce iki bilet aldım, sonra üç oldu son olarak dörtledik. Birde baktım hep birlikte uçuyorduk bile İzmir'e doğru. Bu sadece geline değil, banada sürpriz olmuştu. 21 Ağustos, tam kına gecesinin olacağı sabahı saat 03.00 gibi vardık eve. Evin ışıkları sönmüş, yoğun geçecek bir güne hazır olmak için hepsi uyumuşlardı. Kiraladığımız otomobilin farları pencerelerine süzmüş olmalı ki, biz daha  otomobilden inmeden, bir bir yandı evin ışıkları ve gelin olacak kızımız Naciye-Hazal bizi bahçede karşıladı. Ardından Eda geldi koşarak. (Naciye-Hazal, bizim çocukların kuzeni, eşimin abisinin kızı, aynı zamanda benim eltimin, Eda'nın ablası, sanırım anlaşıldı:)) ) Kucaklaştık, mutluyduk hepimiz. Uykumuzda kaçmıştı, ama kuyruğundan yakalayıp uyumaya çalıştık. Malum aynı gün kına var, ardından düğün var. 
21 Ağustos öğlen vakti, kuaföre gittik. Kuşkusuz bu özel günlerin en gereksiz zamanı kuaförde bekleyerek geçirilen zaman. Kına ve düğün töreni kuafördeki merasimden daha kısa sürmesi bana anormal geliyor. Bu duruma bir son verilmeli..
Ama ben o an'ı güzelleştirmek adına buradan götürdüğüm pembe şarabı, sabahtan atmış olduğum buzluktan çıkarıp, çantama koymayı unutmadım. Neon renkli bardaklarıda yerleştirdim. Orada beklerken çıkardım şişeyi. Grubumuzdaki alkole karşı olanlar bile kızılcık şurubu niyetine içtiler, pekte sevdiler. Bir şişeyi 6 kişi paylaşınca üç yudum anca düştü tabi. Bu bile güzeldi. Ben saçlarımı hiç beğenmedim. Hiç yapılmasaydı ondan iyiydi, bu kadar yani. Neyse, gece benim gecem değil, gelin olacak kızımızın kına gecesiydi. Ve o en güzeliydi, gülüyordu, mutluydu. 

Bu kına gecesi ve düğün sıradan olmadı. Özenerek hazırlanmış, planlı programlı, hem geleneklere bağlı, hem modern bir düğünün senteziydi. Zaten bu yüzden yazmak istedim.
Yer Uşak/Banaz. Ankara-İzmir otoyolunun kenarında bir ev. Evin önü alabildiğine geniş, asma ağacının altında yıllardır oturup sohbet ettiğimiz yer bu sefer bir kına gecesine ev sahipliği yapacaktı. Evin üst balkonundan dışarıya doğru bir sırığın ucuna renk renk yazmalar, bez parçaları bağlanmış ve asılmıştı, bu evden gelin çıkacak anlamına geliyormuş. Bahçe süslendi balonlarla, ve kuşe kağıtları ile. Müzik sırasını gelin daha önce hazırlamış ve vermiş müzisyene. Hepimiz giyindik kuşandık, kurulan sandalyelerde yerimizi aldık, müzikle birlikte bir ayaklandık bir daha oturmadık sanki. En azından Hazal hiç oturmadı. Hepimiz çok eğleniyorduk. Gelin hiç  yememiş içmemiş, hangi saatte ne olacak planlamıştı. Kına yakılmadan hemen önce babası ile dans ederken, göz göze geldiklerinde birden sarıldılar. Artık sadece yüreklerindeki müziği dinliyorlardı. Yuvadan uçuşun nağmesiydi,  24 yıllık birlikte geçen yaşamın nağmesiydi, mutluluğun ve aynı zamanda tatlı bir hüznün nağmesiydi. Hepimizde duygusal bir etki bıraktı bu an. Gerçi burada seçilen müziğin sözleri damardan veriyordu o duyguyu. Bu şarkıyı Hazal'ın  seçmediğini öğrendim. Çünkü mutluluktan ağzı kulakları ile kanka olmuştu. Zaten küçüklüğünden beri sürekli gülen bir yüzü vardı. Zaten üzülmek için bir nedende yoktu, sonuçta sevdiği ve istediği kişi ile yola devam edecekti. Hemen müzik değişti, yine herkes coştu. Müziğin böyle bir gücü var işte. 

İlerleyen saatlerde artık kına merasimi için kostüm değişimi için biz ileri gelenler:) ve arkadaşları çıktık yukarıya. O tipik Osmanlı kostüm dışında, Balkan folklorüne uygun yöresel bir giysi seçmişti. Izmir'e gitsede o bir Göçmen gelini olacaktı. Beyaz işlemeli göynek, kısa kırmızı işlemeli saten yelek, saten kırmızı şalvar, ve çiçekli bir fes. Kızların başında rengarenk fesli tüller, gökkuşağı gibi, ellerde zilli kasnaklar, şıkır şıkır..
Testiyi kirmadan önce 
Testi kirildi, sekerler ve paralar dagildi










Kına merasimine hazırdık. Damat sandalyeye oturdu, gelinin elinde testi, içinde bonbon ve küçük paralar, yine bir Balkan müziği ile damadın etrafında endamlı bir şekilde dans ederek döndü. Ve sonunda testiyi damadın önüne, yere fırlattı, testi kırıldı, bonbonlar ve bozuk paralar etrafa dağıldı. Eğer testi kırılmazsa evliliğin güzel geçmeyeceğine inanılırmış. Artık gelin nasıl bir kuvvet kullanarak attıysa yere tuz buz oldu o testi:) bozuk para          bereketi, bonbonlar ağız tadını simgeliyormuş. Sonra damadın yanındaki sandalyeye oturdu. Başına allık (kırmızı bir örtü) örtüldü. Ve o klasik türküyü, "yüksek yüksek tepelere kız vermesinler, annesinin bir tanesini hor görmesinler" Candan Erçetin seslendirdi. Gelin dışında herkesin gözünden damlalar inci gibi düştü. Aslında kimse ağlamıyordu, kendiliğinden akan damlalardı bunlar. Ama buda uzun sürmedi, kına yakıldı, küçük altınlar kayınvalide tarafından avucuna kondu, üzerine kırmızı güller konduruldu, ve oynamaya devam edildi. Tamamen bir duygu seli vardı.. Kâh çılgınlar gibi oynuyor, kâh ağlıyor, kâh yeniden onuyorduk.
Kiz kardes aglamakli ve üzgün..

 Gece 12 de müzik yasak olduğu için, Harmandalı ve halayla bitirdik geceyi. 12 yi biraz geçti ama olacaktı o kadar. Pat diye biter mi hiç müzik?  Bitirdik derken müzikli kısmını bitirdik. Davetliler gitti, kaldık biz bize. Bahçeye oturduk hepimiz. Kimi rakı içiyordu, kimi bira. Şarkılar, türküler söylüyorduk. Sabah 3.30 gibiydi hala oturuyorduk. Sanki ertesi gün düğün olmayacak gibi rahattık. Bi ara gelin yok oldu. Sonra kız kardeşi. Bi süre sonra aşağıdan hep birlikte "Ha-zal, bu-ra-ya ge-le-cek" diye slogan atsakta Hazal'ı o gece bi daha göremedik. Meğer biz sloganı atarken o lavaboda kusmakla meşgulmüş, ve sonrada yatmış uyumuş. Biz mi? Biz oturduk. Hatta halamız bize çorba pişirdi. Hep birlikte çorbamızı içip, sabah karşı uykuya daldık. 
Ertesi gün tabi erken uyuyanlar daha erken gittiler yine o kuaför merasimine. Bu sefer herkes başka kuaföre dağıldı ki, bana mantıklı geldi. Ama her ne hikmetse biz 4 kişi olmamıza rağmen, (gelin, annesi, kızkardeşi ve ben) yine uzun saatler bekledik. Racon böyle galiba gelin başı yapılan kuaförlerde. Bu sefer akşamdan kalma olduğumuz için bir önceki gün kadar enerjik değildik hiç birimiz kuaförde. Uyukladığımız zamanlar oldu. Enerji içeceği ile ayılmaya çalışsakta nafileydi. Bizi ayakta tutan sadece heyecandı.
Damat bizi almaya geldi süslü gelin arabası ile. Gelin uzun boylu ve o güzel gelinliği ile yapayalnız otursaymış yeriymiş o arabada. Ama birde biz vardık arkada oturan, bacaklarımız birbirine geçmiş ve milim oynatamadığımız bir şekilde 40 km yol, bize 400 km gibi geldi. Bunu bir Eda bilir birde ben. Hele onun dünden kalma şiş ayakları, ve çıplak ayakla oynadığı için, kırılan o testinin küçük parçalarıda ayağına battığından, o canının acısını ve hiç bir ayakkabıya sığamayışını hiç unutmuyorum. Kuaförden çıkıp ayakkabı almaya gidişimiz var birde hemde iki kere. Durmadan şişen ayaklarına ayakkabı alıyorduk:) Tamam bi kez benim için gitmiştik. Ama benim son dakikada aldıklarım çok güzeldi be! Düğün sonunda topallayarak gelsemde eve, güzeldi ayakkabılarım. Düğün sonunda canıma mal oluyorlardı gerçi, yanıyordum resmen, buna rağmen güzellerdi:)

Damadin cicegine müdahale:)
Neyse eve geldik, davetliler düğün salonundaydı. Gelin alma seromonisi yapılacaktı. Bunu görmek ve fotoğraflamak istiyordum. Dediğim gibi herşey usulüne göre olmasını istiyordu gelin. Bu yandaki foto küçük bir örneği, damadın yaka çiçeği belliki Hazal'ın istediği gibi 360 derece dik durmuyordu, her şey pörfekt olmalıydı:)
Baba geldi, kırmızı kuşağını bağlarken elleri titriyordu. Kucaklaştılar. Baba, gözlerinden akanları siliyordu parmakları ile, diğer elindeki mendiliylede terini. Boncuk boncuk yaşların hem teninden hem gözünden fışkırdığını gizlesede apaçık görünüyordu işte. Artık o evden tamamen gidiyordu o güzel kızı. Çok duygusal anlardı. Hele kızkardeşi Eda, o normalde sürekli birbirlerini yiyen kardeşler, (her kız kardeş gibi) nasıl üzgün, nasıl bitkin, nasıl ağlıyordu? Ben göz yaşlarımı fotoğraf makinamla kapatıyordum. Sürekli fotoğraf çekiyordum güya. Büyük bir seremoni ile merdivenlerden aşağıya indi, babaannesinin elini öptü, ve dış kapıda gelini almaya gelen damat ve ailesi güzel bir konuşma yapıp gelini aldılar. Dışarda davul ve zurna çalıyordu. Davul farklı bi enstrümandır. Uzaktan hoş gelir, yakındanda hoş gelir. Ama o vuruşlar duyguyla farklıdır. Bazen oynatır, bazen yüreklere vurur. Işte o an yüreklere vuruyordu o tokmağın sesi. 
dünyanin etrafinizda döndügü an..
Konvoy eşliğinde düğün salonuna vardık. Oradaki programıda yine gelin önceden planlamıştı. Yine müzik listesini, hangi saatte ne olacak, çiçeğini arkadaşlarına atarken hangi müzik çalacak,hepsini planlamıştı. Dangıl dungul bir düğün değil, planlı programlı, ve çok eğlenceli oldu, hem kına gecesi, hem düğünü. Hani derler ya, kına gelinindir, düğün damadın.. Biz kına gecesinde çok daha fazla eğlendik. Kına gecesinden şişen bazı ayaklar düğünde iyice iflas etmişti. Dikkatimi çeken ise gelini hiç otururken görmediğimdi. Öyle mutluyduki, sadece ağzı ile değil gözleri ilede hep gülüyor ve sürekli oynuyordu, üstelik çokta güzel oynuyordu.

Düğün sona geldiğinde bir hüzün kapladı yine ortalığı. Veda vakti geldi çattı. Gelin yakınlık derecesine göre bir bir başladı sarılarak vedalaşmaya. Arkadaşlarıyla vedalaşması bir ayrı hüzünlü, akrabaları ile bambaşkaydı, amaa en hüzünlüsü annesi, babası ve kızkardeşini kucaklarken oldu. Dakikalarca ayrılamadılar birbirlerinden. Sonra annesinin arkadaşları müdahale ettiler sert bi şekilde, biri dedi ki; "şimdi suratına vuru vuruverecem, kendine gel, kız birazdan yola çıkacak, ve bir sürü yol gidecek, sen böyle yaparsan, aklı sende kalacak, delimisin nesin?, mutlu ol. Ne güzel allı duvaklı gelin ettin, herşey çok güzel oldu, daha ne istiyorsun?" Dinledi bu sözü annesi. Elbette mutluydu kızı mutlu olduğu için, her şey güzel geçtiği için, ama ana yüreği o an başka çırpıyordu işte. Yaşanması gereken ne kadar duygu varsa yaşıyordu. Bunu çok iyi anlıyordum. 

Sonra dışarıya çıktık, planlarından sonuncusu olanı uygulamaya gelmişti sıra. Dilek fenerleri almışlar. Damat nasıl yapılacağını anlattıktan sonra 20 kadar feneri dağıttı. Bende aldım bir tane. Ama bi çoğumuz beceremedik. Bizim yanan fenerler uçmak yerine, yere çakılıyorlardı. Düşünce fenerin dışı yanmaya başlıyordu. Benimki öyle oldu, yanmaya başlayınca ayaklarımla çiğneyerek söndürmeye çalıştım hangi akla hizmetse? Tam bu sırada o çok sevdiğim ayakkabımın uzun topuğu takıldı mı fenerin teline. Bas bas bağırmaya başladı herkes. Yandım yanacağım. O çırpınışla mı çıktı, yoksa yardım eden mi oldu bilmiyorum ama bi anda kurtuldum o alev topundan. 20 fenerden sadece 2 si uçtu galiba. Diğerleri ya arabaların üzerine düştü, ya ağaç dallarına. Hepsi uçsaydı güzel bir görüntü olabilirdi, fikir güzeldi, ama oranin coğrafyasi bence uygun değildi. Belki bir deniz kenarında olabilir ama orada yapılmamalıydı. Yangın tehlikesi büyüktü.  Allahtan çevreye zarar vermeden bitti o aksiyon. Gece 12 den sonra gelini gelinliği ile Izmir'e uğurladık. 

Biz geride kalanlar o bağın altında sabahı ettik, " bu Yalçın'ların düğünü hep mi güzel olur arkadaş" dedik, horozlar öterek evet dediler. Güneş keza öyle yorgun gözlerimizin içine içine girerek.. Çok güzeldi herşey. Iyiki gitmişiz. Düğünler eş, dost, akraba ile olur. Hep mutlu olun Naciye-Hazal & İlhan.. 

Gelin olmus gidiyorsun, bize vedaaa ediyorsunn..



kuzenlerle son dans..

Kuzenlerle hatira fotografi..


6 yorum:

  1. Şimdi ne yazmalıyım ki bu okuduklarıma,okurken hissettiklerime özellikle de yazana bır karşılık olsun...mümkün değil..
    Ben"Düğünüme gelebilirler mi acaba,ya keşke gelseler,gelseler havalara uçarım."diye düşünürken daha fazlasını yaptılar,yaptı.Sadece o gün yaptıklarıyla da kalmamış...
    Benim en özel günümü anı anına hafızasına kaydetmiş,anı anına fotograflamıs ölümsüzlestirmiş,bununla kalmamış zamanını ayırmış,emek vermiş,sonra bana gönderip "kalsın bir yerlerde çocukların okur ilerde " diyor yani onları bile düşünmüş...Yengem hem de...kimin yengesi yaparki bunu,ne kadar şanslıyım...
    Nasıl o gün bütün duyguları yaşadıysam,aglayıp ağlayıp sonra oturmadan oynadıysam,gulduysem,sımdı de öyle okudum,tekrar yaşadım her şeyi...Yengee yaa çok teşekkür ederim çok teşekkür ederimmmm ama aslında içimden tesekkur etmekten çok özür dilemek geliyor,özür dilerim çok geç anladım seni,iyi ki varsın,iyi ki varsınız...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bu yazı çoktan yazılmıştıdaaa, gündem ıççaak deye çıkamayodumm:)), bak buda sana şimdi çocukluğunu hatırlattı dimi:)
      Ah Hazal'cım, ben sadece yaşadığım güzel anıları hissettiğim duyguları unutmamak adına yazıyorum. Ve bu yazı ile asıl başrol karakteri olan senin mutlu olman, bu güzel yorumun değdi herşeye. Daha ne güzel günler göreceğiz birlikte. O özür kısmını geç. Biz o özürlü olan kısmını yazın Clandıras köprüsünden aşağıya atmıştık. Şelaleden akan suyla aktı gitti.. 2016 yazında ne yapacağız onu düşün:)

      Sil
  2. Düğünü sanki yaşadım. Öyle güzel yazmışsın. Hazal geline mutluluklar dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Işte bunu merak ediyordum. O düğündekiler yaşananları bildikleri için okudukça yeniden yaşayıp gözlerinin önüne getirebildiler. Ama hiç orada olmayanda aynı duyguyu verebildim mi, diye Merakımı giderdin. Teşekkür ederim. Hazal adınada teşekkür ederim.

      Sil
  3. Yazi muhtesem, dügün muhtesem, gelin muhtesem..Okurken oraya isinlasmis gibi oldum. Aysel T.

    YanıtlaSil