Sayfalar

17 Ocak 2016 Pazar

Bir Ocak ayi Klasigi..

Sabahın erken saati... Hava masmavi. Çatılarlardaki ince kar örtüsünü izleye izleye gidiyorum işe. Fotoğraf makinamda yanımda. Ne olur ne olmaz. Kulağımda radyo enerji tınıları.. Heryer o kadar sessiz ve sakin ki, sanki hep doğa diyordun, al işte doğa dercesine. Yüzümde kışın verdiği bir beyazlık, ve karşımda duran sonsuz bir mavilik... Öyle durgun, öyle dingin ve öyle güzel ki ayna gibi varolan herşeyi bir kez daha sunuyor gibi... Benim aklım ise hayatıma doğan o iki güneşte. Deniz ve Taylan'da. Doğum günleri bugün. Hiç bir zaman şöyle şaşalı bir doğum günü kutlamamız olmadı. Küçükken bile olmadı. Hani şöyle projeli falan kutluyorlar ya. Aslında böyle kutlayanlara heves ettim ama ben hiç beceremedim. Insan öğrenemediği bir şeyi yapamıyor. 18 yaşıma kadar doğum günümü hiç kutladığımı bilmem. Hatta doğum günüm hangi gün onu bile bilmezdim. Avrupa'ya gelince öğrendim. Avrupalılar çok önem veriyor böyle şeylere. Bizde önem verir gibi olduk. Ee sonradan öğrendiğin şey hep eğreti duruyor üstünde. Oysa düşündüğümde önemli bi gün. Kişinin var olduğu gün. Onu önemseme bunu önemseme? Neyi önemseyeceğizki biz.. Neyin anlamı kaldı ki? Bari gerçek olan şeylerin önemi olsun.

Ama dedim ya, öğrenmediğin bir şeyi yaşayamıyorsun. Çocuklar küçüktü, o zamanlar biraz daha basitti. 
Bütün arkadaşlarını ya buz patenine götürüyordük, ya bir müzeye, yada dağ başında bir maceraya.. Organizasyon oralara aitti. Kolaydı. Bana sadece çocukları oraya taşımak kalıyordu. Onlar büyüdükçe zorlandım hep. Zorlandım demek ne kadar doğru bilmiyorum, daha doğrusu hiçte üretici değilim diye kendi kendime kızdım çoğu kez. Dedim ya, hiç böyle projeli mrojeli doğum günlerine hazırlanamadım. Pastaları kendim değil, hep satın aldım. Bak şimdi aklıma geldi, dün ben yine pasta almıştım, ne dün nede bugün aklıma gelmedi o pastayı kesmek ve yemek. Allahtan hava buz gibi, ve pasta hala balkonda. Yarın aklıma düşerse keserim.. Zaten pastayı satın alırken bu yenir mi acaba diye düşündüm bir süre. Evde tatlı çok yenmezde. Ama adettendir diye almış bulundum. Özür dilerim. Bi daha almam.. Yok bu işi beceremeyeceğim ben.. 

Akşam olmak üzereydi, belki yemeğe gideriz diye umud ettim. Ama olmadı. Babamızın işi uzadı. Olsun, dedik artık. Gelirken bir büyük rakı almış. Oğullarım 20 yaşına girmiş, onlarla içelim diye. Ama oğullardan biri dışarda. Kızarkadaşı ile yemekte. Diğeri haftaya sınavları olacağı için kendini eve kapatmış. Doğum günü umrunda bile değil. Yani hepimiz ayrı telden çalıyoruz. Oysa ben gayet masalsı başlamıştım güne, karlı Bern görüntüsü ile. Şiirsel biteceğinin garantisini kim verebilirdi? 

Manevi hediyeleri sunduk hep. Belki erken başladık buna. Ilk dönemler anlamakta zorluk çekmiş olabilirler. Şimdi anlıyorlar. Eminim. 
Sadece onlara sarılmak, sizi ben mi doğurdum, bu bi mucize olmalı, gibi sözlerle yetindik hep. Birlikte 20. Yılı geçiriyorsak mutlu olmaya yetmez mi? Hele birde sağlıklı bi şekilde gelmişsek.. Manevi duyguları işlemeye önem verdim. Sanırım tutmuş.
Saatlerce baba-oğul konuştular. Konuşurken, yani sevginin "seni seviyorum" un ötesinde hayatın gerçek yönleri , katı kurallarına rağmen sevebilmeyi, başarmayı, umutsuz olmamayı, dik durmayı, karalı olmayı anlattı. Onları izledim hayran hayran. 

Sonra diğeri dahil oldu. Birazda öyle devam ettik. Sonra pırr diye uçup gittiler evden. Arkadaşları ile birlikte olmak için. Sanki bi kaç yıl sonra uçmanın fragmanı gibi oldu bu.. 

Böyle böyle alışıyor insan herhalde. Evet artık onlar sadece bizim çocuğumuz değil, evreninde..  

Doğdukları gün hakkaten daha dün gibi değilse bile önceki gün gibi.. . Avucumun içine sığdıkları, o prematüre halleri. O bi şeye benzetemediğim çirkin ördek yavruları.. söyle yazmisim. 
Bugün böyleler. Şükürler olsun.. 


Baba-Ogul.

Burada kim Deniz kim Taylan sölemeyecegim artik..
hala ayirdedemeyenlere gelsin..

tipik Deniz ve Taylan:))

2 yorum: