Sayfalar

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Haftasonundan Notlar..


Uzun zamandır isteyerek severek yaptığım bir şey yok. Yapılması gerekenleri yapıyorum. Perşembe buluşmaları hariç. O bir ihtiyaç halini almış, nefes almak, yemek yemek su içmek gibi gibi. Olmazsa olmazlarsa girmiş. Yani yapılması gereken. Tek farkı severek yapılması. 

Perşembe kadınlarından Antonella, bahçesinde davet vereceğini, Almanya'dan arkadaşları, ailesi, annesi babası, kardeşi, ve çocukları, ile (en küçük çocuk 17 yaşında) birlikte bahçesinde yaz programı yapacağını söyledi. Benide çağırdı. Sadece aile içi  yapacağı bu davete benide çağırması hakkaten bana değer verdiğinin göstergesiydi. Bana göre çağrılmasamda olurdu. Dedim ya hiç bir şeyi severek yapmıyorum bu aralar. İnsanlar orada, kimi Fransa tatilinden Almanyaya dönerken uğradıkları arkadaşlarının bahçesinde tatilini anlatacak, diğeri Eylül'de gideceği İtalya tatilini anlatacak, bi diğeri bambaşka bir şey anlatacak. Eeee sen! Sap gibi kalacaksın ortada, diye düşündüm.

Bir ara mutlu olmanın yollarından birininde, "sosyal ortamlara girin, istemeseniz bile bir davete katılın" diye okumuştum. Çok gitmek istemesemde sırf bu yüzden gitmek istedim. Gideceğim davette, ev ahalisinin dışındakileri bir iki kez görmüşlüğüm vardı.

Hava bu coğrafya için aşırı yüksek yine bu ara. 30 derecelerin üzerinde. Soğuk bir beyaz şarap ve kocaman bir karpuz götürdüm giderken. Gittiğimde herkes oradaydı. Pek hoşuma gitmez bir davete sonradan gitmek. Fakat sanki herkes beni bekliyormuşcasına karşılaşınca iyi hissettim kendimi. Tanıdıklarımla kucaklaştık, taşımadıklarımla tokalaşıp tanıştık. Iki uzun masa vardı. Içgüdüsel bir şekilde tanıdığın kişiler yanında  yer ediniyor insan. En azından ben öyle yapıyorum.  Antonellanın annesi Heidi, beni ne zaman görse üçüncü kızım diye kucaklar beni, buda benim çok hoşuma gider. Onların yanına oturdum. Güzel yaş almış, tecrübeli insanlarla konuşmak beni hep mutlu eder. Hep can kulağı ile dinlerim öyle insanları.

Heidi aslında Hitler dönenimdeki savaş'tan kaçıp doğu Almanya'dan ailesi ile birlikte çocuk yaşlarda batıya göç edenlerden. Almanya'dan gelen arkadaşlarıda aynı kaderi paylaşan ailenin çocukları. Cocuklarının çocukları, kuzenler, torunlar. Ben o aileyi büyüten 83 yaşındaki Giorgio ve 81 yaşındaki Heidi'nin yanında yer alıyorum.

Ama yaşlarını hiç göstermiyorlar. Gayet dinamik, hala otomobille uzak yollar yapabilen, gezen, hayatı ve yaşamayı seven ihtiyar gençler. Şarap içiyorlar, kendi üretimleri Likör içiyorlar. Hep güzel şeyler konuşuyorlar. Hiç kimse sarhoş olup dağıtmıyor ortalığı. Onları gözlemledim. Ortamdan çok mutluydular. Nasıl olmasınlar ki? Kızları, damatları, torunları, torunlarının sevgilileri hep bir arada. Bahçenin her köşesine mumlar yakıldı. Ortaya bir ateş yakıldı. İsviçrenin göbeğinde Akdeniz atmosferi. Iki uzun masa. Herkes herkesle birşeyler konuşuyor. Renkli minderler altımızda. Herşey önceden hazırlanmış, hiç panik bir ortam yok. Ev sahipleri rahat. Yemekler yeniyor, içkiler içiliyor, sohbetler yapılıyor.

Benim Türkiyeli olduğumu bilen herkes TR de yaşananları soruyor. Ne düşündüğümü? Ne hissettiğimi? Iyiki burada yaşıyorum diye rahat olamıyorum diyebiliyorum, sonra anlatıyorum hissettiklerimi. Dinliyorlar ve anlıdıklarını söylüyorlar.

Sonra ben soruyorum en büyük dedeye. Çok mutlu görünüyorsunuz ama şöyle klişe bir soru sormak istiyorum, keşke şöyle yapsaydım yada yapmasaydım dediğiniz bir şey var mı? Diye Hiç düşünmedi bile, kafasını sağa sola sallayıp "no" dedi. 83 yaşındayım ve sağlıklıyım, huzurumu sağlayan bir ülkede yaşıyorum, güzel bir ailem var, kızlarımı seviyorum, damatlarım harika, torunlarım mükemmel, mutsuz olmak için bir nedenim yok, dedi. Eğer değiştirebilme şansım olsaydı, zamanı bir 20 yıl durdurmak isterdim, birde bütün Dünya'dan dinleri yok etmek isterdim, inanışları demiyorum bak dikkatini çekerim, DİN'leri, dedi. Ve ekledi, buda iyi olmazdı, çünkü o zaman savaşlar olmazdı, ve bu bazı ileri gelenleri çok mutsuz ederdi, dedi. Oysa İtalyan asıllı katolik bir insan. Din'e değil, içsel inanışa vicdana inanıyor. Torunlarının kimi ateist, kimi inançlı, kimi dövmeli, kimi pirsingli, küpeli. Öyle kabul ediyor onları. Ve o torunlar etrafında pervane. Yeşil ceviz kabuğundan schnaps (bir içki türü) yapmanın sırlarını anlatıyor. Torunları pür dikkat onu dinliyor. Sonra kendi üretimi şişelerde şınaps ve likörler geliyor masaya. Torunları ile kadeh tokuşturuyorlar. Ben sadece kokluyorum. Zaten şarap içimişim birazcık, karıştırmayım, daha araba kullanıcam diyorum. Gerçi Trafiğe yakalansam ehliyet gider, ama daha fazla bokunu çıkarmanın alemi yok:)

Gece 22.00 oldu. Benim otobandan 7 dakikalık yolum, onların bir saatlik yolları var. Erken yatar erken kalkarmış. Karısını çok seven bu dede, tek derdinin eşinin geç kalktığını, hatta vinçle kaldırılmasını gerektiğini söyleyince benim kahkaham yırtıyor karanlığı. Aynı ben, diyorum, gülmem bitince. Benim üçüncü kızım diyen, Heidi'ye dedim ki, evet ben senin kızınım:) sana çekmişim:) bir gülüşme daha.. Sonra Giorgio dedeyede dayanamadım tabi. Sürekli saatine bakıyor, kulağına fısıldadım. Dedim ki ona, bak şimdi ben vedalaşıp eve gideceğim, biri kalkınca diğeride kalkar, bulaşıcıdır, yapalım mı bunu dedim. Gözlerini kırptı, tamam der gibi. Ve planımız tuttu. Ben kalkınca onlarda ayaklandı. Herkes vedalaşıp ayrılırken biz yine birbirimize bakıp göz kırptık:) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder