Sayfalar

30 Eylül 2016 Cuma

Almanya Gezim. Kirmes 2016

Eylül ayının son haftası bizim için hep önemli oldu. Eskidir hikayesi. Çok eski. Almanya'da yaşadığım yıllardan kalma. Orada yaşadığım yıllarda ve yerde  Kirmes (Panayır) olur. Bu Eylül ayının son haftasonuna denkgelir. Cumartesi başlar, Salı biter. Sadece 4 gündür. Bu hep bizim sonbahar tatiline girdiğimiz zamana denk gelir, dolayısı ile okullar tatile girince her yıl bu kirmese gitmek mümkün olur. Orada yaşarken zaten gidiyordukta, 15 yıldır hep buradan kirmese gidince, hem aile buluşması hem kirmes dahada bir anlam kazandı. Bayramlarda buluşan aileler gibi.

Geçtiğimiz cuma akşamı çıktık yola. Yıllarca çocuklar arkada ben direksiyonda gidip geldik. Şimdi ise ben arkada artık gençler'e bıraktım direksiyonu.

Akşam saatleriydi. günbatımına doğru yol aldık. Önce altın sarısıydı, sonra kızıllaştı hava. Morcivert bir bir renkten sonra çöktü karanlık. Hiç sevmem karanlıkta araba kullanmayı. Allahtan ben kullanmıyorum. 5,5 saatlik yolculuğumuzun sonunda ilk beklendiğimiz yere ulaştık. Gece 23.30 gibi yani. Karan bebek annesinin kucağında gülerek karşıladı bizi. Ilk kez teyzesini görünce güldü zannettim, meğer sürekli gülen mutlu bir bebekmiş:)



Sevgi dolu bir yemek masasına oturduk. Laf Lafı açtı, laf kutu açtı:)  Konuştukça konuştuk, keşke hiç sabah olmasa dileğimiz boşunaydı. Artık zamanın çok hızlı akacağını biliyorduk. Bebekli ev. Saat gece 2 gibi yatmayı becerebildik. Ertesi sabah, saat 8 gibi çocuklarla oynaştık yatakta. Sonra güzel bir kahvaltı. Aynı gün öğeden sonra Haan'da bütün kardeşlerin buluşma vakti geldi çattı. Evde değil, kirmeste buluştuk. Her zamanki bira standında. Kirmesin kendine has kokusu vardır. Standlara göre kokular değişir. Kavrulmuş şekerli bademler, pamuk şeker, şekerli patlak mısır, lakritz ve anis kokusu, kırmızı kırmızı elma şekerleri, körili mantarlar, kızarmiş karnabaharlar, turşular, Backfisch'ler, (ekmek arası balık, ama Türkiye'deki gibi asla değil) pizzalar, ve bir sürü diğer tatlar.. Buram buram kokular hoşgeldin der önce. Sonra müzikler. Tomruk gibi bokslardan çıkan bası içinde hissedersin güm güm güm. Herkes neşeli, herkes eğlenceli. Istesende surat asamazsın. Yani eğlenmek için neden aramazsın, o kirmesin havası seni eğlendirir zaten. E birde yılda bir kez gidip, kardeşlerle buluşunca bu eğlence ikiye, üçe, beşe katlanıyor. Sadece, yemek, içmek, konuşmak. Üç gün işe gider gibi kirmese gittik. Sadece kahvaltıyı evde yaptık. Kalabalık olduğumuz için iki masa kuruldu. Birinde gençler, diğerinde biz. Havada ilk kez bu kadar güzel. Hiç unutmam bi ara eldiven, bere, kaşkol, kalın gocuklarla yaşadık kirmesi. Ellerimiz titreyerek içmiştik biraları. İlk kez bu kadar sıcak bir hava vardı bu sene. Herkes şortlu, top askılı. Çok güzeldi. Eski tanıdıklara rastlamak, kınuşmak, artık çok farklı bakış açın olsada o kişilerle o kısa zamanla geçmişe gidebiliyorsun. 

Son gün iki şey yaşadık. Anlatmadan geçemeyeceğim. Biri komik ve bir avrupalının anlayamayacağı bir durum, diğeri çok kötü ve güzel biten bi olay. 

Kötü olandan başlayım. İsviçreye dönmeden bir gün önce yine biz geze geze gittik kirmese. Yedik, içtik, güldük eğlendik falan. Eve doğru yürürken birden cebimdeki Arabanın anahtarının olmadığını farkettim. Deli gibi defalarca ceplerimi yokluyorum. Yok, yok. Çantamı döküyorum yere, bir bir. Yok. Evde olmadığından eminim. Arka cebimdeydi. Evet, arabanın anahtarını onbinlerce insanın bulunduğu bir ortamda kaybettim. Ertesi gün yola çıkmamız gerek. Bunları düşündükçe bir soğuk bir sıcak sular dökülüyor üzerime.     Gençler biraz daha kirmeste dolaşmak için ayrıldı, diğerleri eve gitmek için. Bizde abimle, tek tek nerelerde olduk oralarda anahtar aramak için döndük. Önce bizim bira standına gittik. Aradık, taradık. Kasaya sorduk araba anahtarı bırakan oldumu diye? Yani bir umut sorduk. Hayır dediler. Gözüm yerlerde diğer yerlere yürüdük. Yok. Zaten kirmeste bir kayıp bulmak Loto'da 6 tutturmuş gibi bir şey olurdu. En son bir şeye binmiştik biz, balerina gibi ama daha farklı bir şey. Oraya doğru yürürken bizim gençleri gördük. Onlara sordum, Arabanın Anahtarı sizde mi diye? Evet, bizde demelerini öyle çok isterdim ki! Hayır dediler. Zaten neden onlarda olsun ki? Ama bunu çok istemiştim. Hani bir mucize olsun istedim. Hep birlikte son uğradığımız yere gittik. Gariptir, en son oraya uğramadan önce bizim gençlerden Deniz, basket atarak sevimli bir oyuncak eşek kazanmıştı. Kız arkadaşına götürmeyi düşünüyordu. Abim Denizin elinden alıp küçük Mila'ya verdi, o oyuncağı. Sanki Deniz veremiyormuş gibi. Buda ayrı konu ama, öyle bir olay oldu ki, Mila uykulu bir halde elinden düşürmüş o oyuncağı. Bunu bulan bir kişi almış gitmiş olmalı. Aradık, taradık.. Kasaya sorduk oyuncak Eşek teslim edildi mi diye? Yoktu tabi. Biz ikinci kez aynı kasaya araba anahtarı bırakan oldumu diye gittik. Kasadaki kadın kesin şunu düşünmüştür, bunlarda ne beceriksiz, bir eşeğini kaybediyorlar bir araba anahtarını! Eşeğiniz yok ama  arabanın anahtarı burda, demiş kadın. Işte o zaman var ya, nasıl bir sevinç, hüngür hüngür ağladım sevinçten. Asla inanmıyordum o anahtarın bulunacağına. Mutlu bir şekilde eve gittim o akşam. Yoğun bir gün geçirmiştik o gün. Erken yatmayı planladık. Herkes yattı, ben oturma Odasında yatıyorum, kardeşim Serdar'la birlikte. O bir kanepede ben diğerinde. Herkes yatınca bizim uyku açıldı. Dünden kalan yarım şarabı balkonda içtik birlikte. Bunu hala onlar bilmiyor:) bunu okurlarsa öğrenecekler:) Ama benim yakınlarım beni okumaz, o yüzden rahatım. Yıldızlar vardı havada. Birde şehrin ışıkları. 13. Kattayız. Göğe yakın yani. Ufuk alabildiğine geniş. Epeyce konuştuk. Zaten Anahtarı bulmuşum ve rahatım. Sonunda yine uyuduk tabi. 

Sabah ne oldu? Işte o da işin komik, ve biraz utançlı tarafı. Sabahın 9 u. Hepimiz uyuyoruz. Kapı zili çaldı. Bir tek ben duydum. Açsam mı açmasam mı diye düşündüm. Kapı büyütecinden baktım, sanki abime benzettim. Gözlüksüzdüm. Açtım kapıyı. Kır Saçlı bir adam, elinde bir büyük defter ve kalem. Dedi ki, içerdeki yangın alarm sistemini kontrol için geldim. Dedim, daha önce bildirdiniz mi bu tarihi? Evet, dedi. Dedim ben misafirim, bu evde Abim oturuyor, o şimdi evde değil. Sizi eve alamam. Bakın diyor, şu tarihte Geleceğimizi bildirdik, işim uzun sürmez, iki dakika bile sürmez. Tamam o zaman diyorum, alıyorum eve. Bütün odaların tavanında bir alet var, oraya değnek tutar gibi bir şey tutuyor, o ötüyorsa tamam işareti veriyor elindeki o deftere. Iyi de ben sandım sadece salonda. Meğer her odaya girecekmiş. Salondan sonra yatak odasına yöneldi. Van minüt, dedim orada insanlar uyuyor. Kapıyı tıkladın, Abim ve eşi kucak kucağa uyuyorlar. Dedim bugün alarm kontrolü varmış. Tüh, evet ya dediler, o gün bugün müydü diye kafa kaşıdılar. Evet, dedim o gün bu gün müş, yatın yatın dedim, iki saniyelik bir olay mış.  Onlar yatarken adam girdi, değneğini uzattı, öttü bir şey, sonra çıktı. Geldik diğer odaya. Orada kız kardeşim bebeği ile bir yatakta, eşi ise büyük çocuğu ile yer yatağında. Önce ben girdim, baktım asayiş berkemal, buyrun dedim adama. Adam burayada girdi, ölçtü, çıktı. Sıra son odada. Orada bizim gençler. Biri yatakta, biri yerde, biri kapı arkasında. Kapıyı açamıyosun. Ama her kapıyı önce ben açıyorum, sonra adama buyrun diyorum. Adam hangi odaya girdiyse kalabalık bir toplulukla karşılaştı. Adama çıkarken dedim ki, şok oldunuz değil mi? Evet, dedi adam. Açıklama gereği hissettim nedense? Dedim ki, Haan kirmesi için toplandık. Biz bunu her yıl yaparız. Anladım, dedi adam. Gerçekten anladı mı emin değilim. Aklıma daha çok şöyle düşündüğü geliyor, bizi kesin mülteci falan sandı, ama Almancayı ana dilimiz gibi konuştuğumuz için kafası karıştı. 
E bi avrupalının evinde böyle bir şey olmaz tabi. Genellememekle birlikte bu genelde böyledir. Işte bir kültür farkı. 

Sonra kahvaltı masasında bu konuyu konuştukça gülme krizine girdiğimiz oldu. Biz eğlenirken acaba o adam evinde ve çevresinde bu olayı nasıl anlattı? Nasıl bir algısı oldu? Bizi tanısaydı bu algı oluşur muydu? 

Hiç kimseyi tanımadan, kimseye dokunmadan, anlamadan, dinlemeden  ahkam kesmek, yargılamak bu kadar basit bir olgu işte. 

Sonra aynı gün hepimiz birer birer dağıldık. Önce Serpiller gitti, sonra Serdar. En son biz ayrıldık. Balkonda Nuray'la pembe şarap içip, sohbet ettik. Nasıl olsa ben kullanmayacaktım arabayı. Yine bir öğleden sonra çıktık yola. Akşam 21.30 gibi eve ulaştık. Evim evim, güzel evim dedim.. Gezmek güzel, ama evde olmakta güzel. Bu böyle. 





Knobel denen bir oyun, ve kaybedenin herkese jägermeister ikrami

Balik ekmek,Balik dev gibi ekmek kücücük..
Sadece kirmeste olan bir sey, o yüzden her gün Balikekmek, ve bira

2 yorum:

  1. Arabanın anahtarını bulmana senin kadar sevindim ay çok kötü bir şey yaa...keyifle okudum iki anını da:) sahi ya keşke burada da böyle panayırlar yapsalar millet eğlense ama yok, bira içiliyor diye kafaları kesmeye başlarlar hatta hiç unutmuyorum dünyaca ünlü sanatçımız Suna Kan Topkapı sarayında konseri olmuş, davetlilere şarap ikramı da varmış bizim gerzek ülkücüler sarayı basmaya gelmişlerdi polis mani olmasa belki Suna Kan ve davetlileri döve döve gebeteceklerdi. :(
    Yok arkadaş diyorum ya kutuplara gideyim ben çünkü bu yaştan sonra başka yere gidemem..:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Panayır güzel şey hakkaten. Aslında Çocukluğumda bizim orayada kurulurdu panayır. Yine sonbaharda. Hasat bittikten sonra insanlar eğlenmek amaçlı giderdi. Sonra kaldırıldı. Sanırım bu yıl tekrardan kurtulmuş eski o Panayır tarihini yaşatmak için. Avrupa'da bu tür gelenekler sürdürülüyor.

      Sil