Sayfalar

18 Şubat 2017 Cumartesi

Challenge, Balkon Sohbetleri #1

Balkon sohbetleri adı altında yeni bir challenge başlatmış lham perisi. Ben Fermina'dan ulaştım kendisine. Zaten İlker Gümüşoluk'un "balkon sohbetleri" diye bir YouTube kanalı varmış.. Yeni öğrendim bende. Keyifli bir kanal. İ. Gümüşoluktan izin alarak bu soruları hazırlamış. Sorular hakkaten iç okşayan, gıdıklayan türde. Hem yazmak için bir neden oluyor, hemde ne bilim bir hareketlilik oluyor, hemde blog arkadaşlarını samimi sorularla tanıma fırsatı buluyorsun. İsteyen herkese açık. Hatta isteyen istedigi soruya yazabilir. Blogu olmayanlar bile yorum kısmına kendi hikayesini anlatabilirmis. Ögürlükte sınır tanımayan challenge bu.. 

Gelelim ilk meydan okuma/ challenge sorusuna:


#1 Nasıl bir apartmanda büyüdün? 


Sagdaki ev, bizim ev..
Apartmanda büyümedim ben. Doğduğum bu fotoğraftaki evde geçti çocukluğumun bir bölümü. Apartmanla Almanya'da tanıştım 15 yaşımdan sonra. 16 katlı bir apartmanın 8. Katına taşınmıştık. Heryere tepeden bakmak ferahlatıcıydı. Abimler hala aynı apartmanın 13. katında otururlar. Onları ziyaret ettikçe gençliğimede yolculuk yaparım. Ama madem çocukluğumuzun geçtiği ev veya apartmandan söz edeceğiz, bende bu fotoğraflarda görülen bu evde nasıl yaşadım onları yazacağım.

Burası 10 hanelik bir köy. Hala öyle. Tepeden bakıldığında böyle görünüyor. 



Esenkaya Köyü, Mudurnu..
Üç katlı kocaman ahşap bir ev! Öyle gelirdi bana çocukken. Tam köy meydanında. İki koldan sürekli akan pınarın karşısında. Evin önünde kocaman bir dut ağacı. İlkyaz denilen zamanda, yani Haziran ayında olurdu dutlar. Yapraklarını ipek böcekleri için toplardık. Meyvesini, altına dört bir yanından tutulan çarşafa silkelerdik, patır patır dut yağardı gökten. Sonra çarşafın etrafına toplanır, arılarla birlikte paylaşırdık o dutları. Bazen arı sokardı. Üç beş tane yerdim ben. Pek sevdiğim bir şey değildi. Şimdi özlüyorum ama. Düşünüyorumda, bizim gençler sanırım hiç dut yemedi, ve bilmiyorlar. Almanca adı var ama kendini hiç görmedik buralarda.

Evimizin küçük ön bahçesi tekdüze olmayan uçları sivri daraba ile çevriliydi. Üzüm bağı vardı ama hiç meyve vermeyen bir bağdı bu, maksat yeşillik olsun modunda yaşıyordu. Yani, o bağın üzümünü yediğimi hiç hatırlamam. Birde kiraz ağacı vardı. Fakat öyle yüksekti ki, ağacın kirazına ulaşamadan kuşlar yer bitirirdi. 


Gulluk..
Evin arka bahçesine gitmek için "gulluk" denen bir yer vardı. Burası üstü kapalı, iki ucu açık koridor gibi bir yerdi. Altında 
odun yığınları ve çam kozalakları vardı. Çıra ve odun kokardı oradan geçerken. Yağmurlu günlerde bizim "gulluk" köyün çocukları için oyun alanı olurdu. Oğlanlı, kızlı milye (misket, bilye) oynardık, saklambaç oynardık.  Gulluğu geçince evin arkasında kocaman bir erik ağacı vardı. Erikleri öyle ekşiydi ki, yüzümüz şekilden şekile girerdi. 

Buyruuuun..
Evin çevresi böyleydi. Şimdi içine girelim. Apartmanlarda olduğu gibi zile basılmaz, ahşap kapının dışına sarkan bir ipi vardı, ipi aşağıya doğru çekince kapı açılır, açıldığında kapının arkasında asılı olan çan'a  çarpar ve çan çalardı. Yani eve girmeden değil girdikten sonra çalardı çan yada zil. Güven duygusu, evlerin tavanı gibi yükselti. Her evin çan sesi farklıydı. Gözüm kapalı köyde herhangi bir eve girsem hem çan'dan hemde evlerin kendine has kokusundan tanırdım. 

Kapıdan girişte "hayat" denilen taşlık bir yer vardı. Yaz, kış serin olan bir yer. Elektrik yoktu o zamanlar, süt, yağ, yoğurt ve et orada korunurdu. Yani bu hayat denilen yer buzdolabı gibiydi. Hemen arkası depo gibi bir yerdi, sonbaharda toplanan elmalar, ayvalar, armutlar oradaki geniş raflarda saklanırdı. Elma kokusu hayata kadar gelirdi kış boyunca. Giriş kapısının hemen sağında fırın evi vardı. Haftada bir koca teknelerledeki yoğrulan hamurla köy ekmeği (somun) yapılırdı. Mis gibi ekmek kokusu yayılırdı etrafa. Bir uğrayan olursa, "kokmuştur" diyerek koltuğunun altına bir somun sıkıştırılırdı. 

Yine ilk giriş kapısının tam karşısında üç basamaklı minik merdivenle oturma odasına çıkılırdı. Küçük şirin bir odaydı burası. Kışın soba kurulunca dahada küçülürdü. İki penceresinden biri köy meydanına bakar, diğeri ise çocukluk arkadaşımın penceresine bakardı. Ninem namaz kılarken biz camdan cama  işaret dili ile konuşurduk. Oturduğumuz sedir o iki pencerenin önündeydi. Minderlerin deseni ile ocakbaşının örtüsünün deseni aynıydı. İçindeki motifleri bir bir şeylere benzetmeye çalışırdım. Hala köye gittiğimde o desenlere gider gözüm, sonrada çocukluğum. 

O iki pencereyi ayıran köşede masa gibi bir şey vardı. Üzerinde gaz lambası, tik tak, tik tak çalışan kurmalı bir saat ve kırmızı, pille çalışan, küçük bir radyo vardı. Duvarda ise asılı saatli maarif takvimi. Her akşam tek tek yapraklarını koparır, okuturdu ninem bana. Cemreler ne zaman düşer, Zemheri ne zaman, kocakarı soğukları ne zaman, namaz saatlerini ve imsağı takvim yapraklarından öğrenirdik. Köyümüz minicik olduğu için cami yoktu o zamanlar. Okulda yoktu. Yukarıköy daha kalabalık olduğu için camide, okulda oradaydı. İhtiyaç halinde oraya gidilirdi. 

Üç katlı evin ikinci katına çıkamadım daha:) Hadi ikinci kata çıkalım. 

İkinci kata işte yine bu "hayat" denilen yerden çok dik basamakları olan merdivenden çıkılırdı. Bu katta misafir odası, yatak odası, kullanılmayan iki karanlık oda, ve abdestlik denilen yer yani tuvalet vardı. Musluğu pencerenin önündeydi. Pencereden erik toplamak mümkündü. Pencerede kırık bir ayna vardı. Yüzümün yarısını göremezdim. İbriklerdeki sular kışın buz gibi olurdu. Elimi, yüzümü yıkarken tir tir titrerdim. Sabunlukta Almanya'dan gelme, yeşil-beyaz FA sabunu olurdu. Bitmesine yakın iyice yamulurdu, ama her sene yenisi gelirdi. Musluğun yanında kapalı alaturka hela vardı. Geceleri ışık içeri girsin diye lambalık yapmışlardı. 
Orjinal foto, lambanin kondugu yer..
Gaz lambasını oraya koyardı ninem ve beni beklerdi. Korkardım yalnız tuvalete gitmeye. Abdestliğin ilk giriş kapısı yaylı idi, iterek girersin ama o kendi kendine kapanırdı. Yayları yağsız mıydı bilmem ama kapı kapanırken bir acayip ses çıkarırdı. Yağlamayı hiç düşünmedik, çünkü böylece bir kere ses çıkınca tuvalette birinin olduğunu, ikinci seste boşaldığını anlardık. Hala aynı ses mevcuttur, köye gittiğimde o sesi duymak için tekrar tekrar açıp kapadığım olmuştur. Hatta sesini telefonuma zil sesi olarak kaydetmeyi düşündüğümde oldu, çok ciddiyim. 

İkinci katın odalara ayrılan geniş alana, çardak derdik. Çardağın bi kenarından tavan katına yine merdivenle çıkardık. Orada bir dokuma tezgahı vardı. Ninem (babaannem) orada bez ve kilim dokurdu. Gözümün önüne geldi şimdi, başörtüsünün iki ucunu kafasına atar, güneş görmemiş akçacık döşüne alnının teri damlardı. Ayaklarının altında iki pedal, birini indirir, diğerini kaldırırdı. Bu arada elindeki mekiği bir sağa sallar, tarağı çekerdi, bir sola çeker yine tarağı çekerdi. Hem ayakları, hem elleri, hem beyni çalışırdı. Onu izlemeyi ve tezgahın çıkardığı ritmik sesi çok severdim. Birde fare kapanları ve mavi zehir tozları vardı o katta. Örümcek ağları kocamandı.  Yalnız başıma yine çıkamazdım o kata, korkardım. 
çardaktaki gaz lambasi ve lüküs..Fernüsün üzerindeki
mavi örgü benim emegim:)
Akşam karanlık çöktüğünde aşağıki odanın, çardağın ve tuvaletin gaz lambalarını yakar, fitillerini kısardık. Bulunduğumuz yerdeki lambaların fitilini yükselterek daha bir aydınlık hale getirirdik. Akşamları radyoda arkası yarın, Perşembe günleri radyo tiyatrosu dinlerdik. Evde hiç oyuncağımız yoktu. Hiç kimsenin yoktu. Doğa ile oynuyorduk biz. Kuşlara tuzak kurar evcilleştirmek istedik. Kuşlar özgürlüğünden ödün vermez, ölürlerdi ama yinede evcilleşmezlerdi. Büyük kaplumbağalar olurdu. Üzerine binerdik, önce başını içine çekerdi, sabırla beklerdik, sonra kafasını çıkarırdı ve yavaş yavaş yol alırdı. Taşırdı bizi. Şimdi çok saçma geliyor tabi. Ben bunu bizim oğlanlara anlatsam ne kadar barbarmışsınız derler herhalde. Ama hiç bir hayvana zarar vermezdik. Sadece sineklerin kanatlarını koparır kibrit kutusunun içine koyardık:) evet bunu yapardık. Birde iyi niyetle yaklaştığımız, ama evcilleştiremediğimiz serçeler var:(

Yolculuklarda içtiğim Elvan gazoz şişelerini yanımda köye getirir, içine ayran doldurur gider köyün tepesinden Mudurnu'ya uzanan kıvrım kıvrım yolların kenarında sapsarı buğday tarlalarını izleyerek içerdik arkadaşlarımla. Benim keyifle içmem demekki o zamanlardan geliyor:) ayranda olsa aynı, şarapta olsa aynı😂 
Sonra kızılcık toplar, atletimizin içine atardık. Atletimiz kan kırmızı olurdu. 

Köyde, çayır denen kocaman bir alan vardı. Yazın harman kurulurdu. Harman yığınları arasında saklambaç oynamaya bayılırdık. Harman dışında o çayır sadece çocukların ve hayvanların alanıydı. Orada istop, yakantop, tombik, çelik+çomak oynamak dünyanın en güzel şeyiydi. Keşke akşam olmasa, derdik. Hava kararırdı, bizi toplamaya gelirlerdi evin büyükleri, kızarak. O azarlanmayı göze alırdık, ama yinede her akşam o oyundan vazgeçmezdik. 

Kışın dedemin yaptığı kızakla kayardık. Ayaklarda Ankara lastiği, üstümüzde hırka, altınızda pazen pijama. Öyle zevkliydi ki, üşüdüğümüzü bile hissetmezdik. Eve her yerimiz ıslamış, ellerimiz, ayaklarımız buruşmuş dönerdik. Ninem sıcak suyla değilde kar ile ovuştururdu elimizi ayağımızı, söylene söylene. Sobabın üzerindeki sıcak suyla niye yıkamaz diye çok kızardım, ama bir şey diyemezdim, ninem biraz otoriter bir kadındı. Ama doğrusunu yapıyormuş. Sonradan öğrendim. Zaten ben ninemide sonradan anladım. Harika bir kadındı. Çalışkandı, üretkendi, disiplinliydi, akıllıydı, temizdi. Hiç ona çekmemişim ben! 

Ağaçların adını, yaprakların şeklini, otları, çiçekleri, hayvanları, çam sakızını, çırayı, yoncayı yaşken yiyen hayvanın öleceğini, İpek böceklerinin dut yaprağı ile beslendiğini, çarşaf, yorgan yüzü ve peşkir yapmak için dokunan bezin ilk olarak mayıs ile, yani inek boku ile yıkandığını, maydonozun kokusunu, nanenin kokusunu, Tarhan'ın yapılışını, küplerde turşu kurmayı, yoğurt uyutmayı, kaymaktan tere yağı yapmayı, kışlık hoşaf için meyve kurutmayı, erişte kesmeyi, komşuluğu, anlayışı, hoşgörüyü, sabrı, eğlenceyi, insanlığı, bu köyde bu evde öğrendim. 

Ev hala duruyor. Kışın bacası tütmez, pencereden ışığı dışarıya vurmaz. Karanlıktır. Boştur. Yaz"ları amcam gidiyor ve yapılması gerekeni yapıyor. Amcam hep yaşasa keşke diyorum. Amcamı biliyorsunuz dimi, hani Adapazarı'nda kaybolmuştum, hani beni bulduğuna sevinmemiştim:) işte o amcam. Glu glu amcam. 

Böyle işte. Ne yazasım varmış arkadaş? Buraya kadar okuyan var mı hakkaten? Tebrik ediyorum seni okuyucu👏 En sevdiğim şey geçmişimi yazmak zaten. Bundan sonraki yazılarım kısa olur söz. 

Daha ne detaylar var yazamadım bile. Akşamları bahçedeki ateş böceklerinin uçuşunu, kurulan sofra bezinin üzerindeki sofranın üzerindeki ağaç koğuğunun 
şekli, bakır, kalaylı sahanlar, içinde tarhana çorbası pişen gurşaneler, misafirlere dökülen cam kolonya şişesi, yine misafirlere "buyrun" diyerek tutulan gümüş şekerlik, sedirin altındaki iğne iplik kutusu, içinde tırnak makası, bir rafta saray helvası kutusu içinde Almanya'dan gelen fotoğraflar, bayram kartları, hani şu 3D gibi, Kartı oynatınca başka görüntüsü olan, ve tırnakla üzerinden geçince ses çıkartan, geceleri uyurken odaya sızan ay ışığı ve pınardan akan suyun sesi, ve uzaktan gelen köpek havlamaları. Ah ah. Bu anlattıklarım hala var. Her köye gidişimde  neden mutlu olurum? Anlayabildiniz mi?  Köyde bir başka olurum ben. 

Çocukluğumun geçtiği bu köyü bu evi çok seviyorum, çok özlüyorum. 

Peki sizi, bu yazılarımla gezdirebildim mi bu evde? 


Dokuma tezgahinin bulunugu en üst kat, iki pencereli olan..
Gullugun altindan bakis acisi..

Cardaktan tavankata cikan merdivende,
bunlarin keyfine varan ben..

7 yorum:

  1. O kadar güzel anlatmışsın ki, Berfin'ciğim kendim yaşamış kadar oldum, bu arada apartmanları sevmem keşke ben de böyle ağacı, kuşu, kaplumbağası olan bir evde yaşasaydım dedim, bizim yoktu ama rahmetli anneannemlerin evi sizinkine çok benziyordu, dut ağacı da vardı, çok severdik o yüzden. Apartmanların sevilecek yanı yok zaten ancak konu komşu iyi olunca oluyor:) keyifle okudum kalemine sağlık. :)

    YanıtlaSil
  2. Ha, işte bende bunu merak ediyordum, yazı öyle uzun olduk ki, sıkıcı olmuş mudur acaba? Diye düşündüm. Çok teşekkür ederim Müjde ablacım. Çocukluk köyde çok güzel.

    YanıtlaSil
  3. Ne çok anlatacak şeyin varmış sahiden. İçinden ben de büyüdüğüm evi yazsam bu kadar çok şey dökülür mü dudaklarımdan diye merak ettim. Muhtemelen. O çocukluk neyse, bir türlü bitmiyor. Yazının sonuna kadar okudum. Keyifliydi zaten. Amcaya Allah uzun ömür versin. Seni kaybedince kızmıştım biraz ama affettik biliyorsun. Öpüyorum çok.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çocukluk anıları yaz yaz bitmez😀 Ve eminim senden de güzel anılar dökülür. İsteyen yazıyor zaten. Sürekli yazamazsam kaygısı yok. Ve amcama bende uzun ömürler diliyorum. Sayesinde çocukluğuma yolculuk yapabiliyorum🙏

      Sil
  4. Ama bu kadar kısa yazılır mi �� sonuna geldiğimde üzüldüm keşke bitmeyen bir yazı olsaydı daha anlatacak çok şey vardı �� o eve taze sağılmış süt götürmek benim için büyük bir görevdi. Hıc unutmam bir gün yine büyük bir heyecanla süt götürmek için gittim o kapıyı açıp o kapı zili çalıp zeyra nine diye çağırmıştım. Oda gel kızım diye beni içeri çağırdı. Bende heyecan tavan her seferinde yağ tenekesinden yapılan süt kabina bana şeker çikolata koyardı rahmetli Zehra ninem. �� yine bana çikolata şeker vericekti oturdum ikramani yaptı. Ama ben bir türlü hadi ben gideyim deyip kalkamadim . Akşam oldu hava karardı bizimkiler beni aramaya çıkmışlar. Tabi buldular. Ama ben nasıl nasıl utanmıştım. Ama şimdi aklıma geldikçe senin yazılarını okudukça ne şansliymişiz diyorum �� hep yaz çok yaz ��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah Yasemin, nasıl sevindim yorumuna. Küçücük köyde seni aramaları zor olmamıştır😂 Neden utandın ki sen? Yoksa daha fazla şeker versin diye mi bekledin sen?😂😂 köyden ve beni tanıyanlar yorum yapınca yazılarım sanki tasdiklenmiş oluyor. Sağol. Zaten bu meydan okuma soruları geçmişle ilgili. Bol bol çocukluğuma dair yazılar çıkacak gibi😀

      Sil