Sayfalar

23 Şubat 2019 Cumartesi

İstanbul Gezimle Toz Almaya Geldim.

Blog sayfama giden yoldaki otlar boyumu geçmiş, kapısında örümcek ağları oluşmuş. Otları biçmeye, örümcek ağlarını temizlemeye geldim. Bahar temizliği gibi olmasada şöyle bi tozunu almalı. Yazmayı çok sevsemde, her zaman yazamıyorum ben. Onu mu yazsam? Bunu mu yazsam? Bu düşünce hakim olunca yazamıyorum. Yazmaya başladığımda şelale gibi olmasada nehir gibi akmalı yazdıklarım. Zorla yapılan şeyler değersizdir gözümde. Yoksa şu Şubat chellenci dikkatimi çekmedi mi? Çekti elbet, ama totom yemedi her gün yazmaya. 

Son zamanlarda resime ilgi duymaya başladım. Amatör fotoğrafçılık hep vardı zaten, ama resim?? Hiç düşünmedim. Cin Ali resimlerinden öteye gitmez. Di. Hala gitmiyor gerçi de, neden olmasın noktasına geldim. Denemeden nerden biliyorsun ne yapabileceğini diye sordum kendime? Cevap gelmedi. Tabi bu düşünceler durup dururken gelmiyor. Resim yapan bi arkadaşım var. Sergi bile açmıştı geçen yıl. O bana derdi ki hep, senin fotoğraflarını çok seviyorum, bakış açını seviyorum, eminim sen çok güzel resimlerde yaparsın.. O böyle dedikçe, yüzümü aşağıya eğer, elimlede yüzümü kapatır utanırdım, içimdende bu ne diyor ya, derdim. Bu bir değil, üç değil, beş değil, hep aynı şeyleri duyunca acaba ben kendi yeteneğimin farkında mı değilim falan oldum. Sonra bir Perşembe, onun atölyesinde buluştuk. Aldım elime fırçayı, öyle yaptım olmadı, böyle yaptım olmadı. Korkma dedi, beğenmiyorsan deli deli geç üstünden. Boya, tekrar dene. Fırçayı korkmadan savur dedi. Yanlış bi şey yapamazsın. Bilmiyorum kaç kez bozdum yaptığım resimleri. Sonra bi teknik tutturdum ve oldu sanki. Olmadıysada onlar benim ilk çalışmalarım olduğu için çok değerli olacak benim için. Onlar bunlar:





Eskiden her mevsimi çok severdim ben. Kışı bile. Kar’ın sessiz yağışını izlemek çok romantik gelirdi. İzledim, kar üstünde yürüdüm, yürüdüm. Eee yeter da. Her şey kararında güzel. Soğuk ve güneşsiz günlerden sıkıldım. Adı üstünde soğuk. İşte böyle soğuk günlerden birinde esti öyle.. İstanbul’a bilet bakıyordum. İstanbulda burası gibi sıcak olmasada en azından hava değişikliği olur, arkadaşlarımla sıcak sohbetlerimiz olur, birbirimize iyi geliriz düşüncesi ile aradığım bileti buldum. Su’dan ucuzdu. Ama alamadım bi türlü teknik sorunlardan dolayı. Aradan bi bi kaç gün geçti, ben yine baktım biletlere. Öylece bakışıyorduk. Üstelik dahada ucuzlamıştı. Evren yine bana çalışıyor “Eee daha ne yapayım” der gibiydi. Anladım ben o mesajı. Alıverdim bileti. Üstelik sorunsuz oldu bu sefer. “Bi şey olmuyorsa daha iyisi olacağı içindir” anlayışım buradada devreye girmişti. 15-18 Şubat tarihleri arasında, evet sadece üç güncük İstanbul’a uçuverdim. 

Kısa tatiller çok daha verimli. Buna kanaat getirdim. Kısa olduğu için dolu dolu geçiyor. Onuda yapmak istiyorsun, bunuda yapmak istiyorsun, yapıyorsunda. Sağolsun arkadaşlarım benim yerime plan yapmışlar. Ne zaman İstanbul’a gitsem ilk plan kuaför olduğu için arkadaşım randevuyu Cumartesi sabahına yapmış bile. Zaten, “neden bu kadar kısa süreliğine geldin” diyene kuaförüm istanbulda diyorum:) Bunun şaka tarafı başka ama gerçeklik payı şöyle var. Avrupa’da kuaförler gerçekten pahalı. Ben kesim ve boya yaptırsam mesela 150-170 Frank. E ben gidiş geliş 180 Franka bilet buluyorum, hem kısa bir tatil, hem kuaför, hem arkadaşlarımla güzel zaman geçirmiş oluyorum. Bu kadar basit yani. 
Üç gün nasıl mı geçti? Harika geçti. 

Hani en son Ankara’ya bi düğüne gitmiştim ya, işte o kardeşlerimiz, bizi Cumartesi kahvaltıya, Pazar öğleden sonra şarap içmeye davet ettiler. Cumartesi kuaförden sonra onlara gittik kahvaltıya. Saatlerce ve konuşa konuşa kahvaltı yapmanın keyfi bambaşka. Oradada ressamlardan söz açıldı. Hatta o gün öğleden sonra Sabancı müzesinde Osman Hamdi beyin sergisine gideceğimizi söylediler. Ben, kim bu Osman Hamdi, yaşıyor mu hala” diye garip bi soru sordum. Gülmediler benim bu soruma, ciddi ciddi cevap verdiler. İlgisi olmayanın bilgiside olmuyor tabi. En son benim resime ilgimin olduğunu duyunca oraya götürmeye karar vermişler:) Ama ben tabi dünyadan bi haber:) 
Neyse kahvaltıdan sonra kalktık Emirgan’daki 
Sabancı müzesine gittik. Sadece ve sadece 6 tane resim sergiye konulmuş. Ve daha çok tekniğini analiz etmişler. Yani bana pek hitap etmedi, ama en azından Türk bir ressam tanımış oldum. Sonra hem kendime hem arkadaşlarıma dedim ki; ben hiç Türk ressam
tanımıyorum. Örneğin hiç ilgisi ve bilgisi olmamasına rağmen, herkes bi Picasso, bi Van Goch, bi Claude Monet, duymuştur. Herkesin tanıdığı bir Türk ressam tanımıyorum dedim. Bu benim ayıbım mı? Evet, belki.
Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya “bana mutluğun resmini yapabilir misin Abidin” sorusunu bildiğim halde, Abidin Dino’nun bir resmini bile tanımamam? Belliki bi ressam işte. Kendimden utandım☺️

Sonra aynı müzede Rus Avangardı sergisi vardı. Biz daha çok Osman Hamdi ye odaklı gittiğimiz için Rus avangardını görerek değil bakarak geçtik. Rus avangardında daha çok yazılar, küçük resimler vardı. Ekim devrimiyle başlanmış Stalin dönemine giden bir sergiydi resimlerden anlayabildiğim kadarı ile. 

Aynı gün Emirgan’dan Beşiktaş’a kadar bi bölümü otobüsle bi bölümü yürüyerek geldik. Beşiktaş Ahmet kokoreçte bi İzmir usulü kokereç yedik. Sıra sokaklara taşmıştı. Ne kadar ünlüymüş meğer. Ressam Osman Hamdi bey ile kokoreççi Ahmet beyi aynı gün tanımam biraz ironik oldu. Ama oldu işte. O kalabalık sırada biz bi şekilde yer bulduk. Şansımız yaver gitti. Bi şey söyleyim mi? Hakkaten güzeldi hem midyeler, hem kokoreçler. Tadı damağımda kaldı. Beşiktaştan Bomontiye yürüdük. O gün neredeyse 19 bin adım atmışız. Bomonti adada bütün kafebarlar ful dolu. Oradada şans bizden yanaydı, boş bir masaya aldılar bizi. Ne gariptir ki; bomontide bomonti bira yok. Alman biraları ve başka ülke biraları var. Bizde Alman birası pilsener aldık artık. İstanbulda Alman birası içmekte keyifliydi biz eski alamancılar olarak. 
Sonra 500 yüz metredeki eve yürüdük yine. 
Evdede devam ettik sohbete. Hiç bitmiyordu konuşacaklarımız. Zorla uyuduk. 
Pazar, öğlen kahvaltı, öğleden sonra İsviçre peynirleri eşliğinde şarap seansı. Ve sohbetler. Fıkra gibi yaşanmışlıkları anlatıp gülmeler. Çok keyifliydi çok. Bunlardan birini anlatayımda neye ne kadar güldüğümüzün farkına varsın okur. 

Geçmişimizin değil ama, yaşamımızın büyük bi bölümü Almanya’da geçtiği için, ve orada doğup yetişen kardeşlerimiz bazı deyim ve ata/ana sözlerini anlamadığından şöyle bi anımı anlattım. 

Almanya’da doğup ve orada büyüyen kardeşim Serdar’ı bilenleriniz bilir. İşte bu Serdar o zamanlar 16-17 yaşında. Yani 20 yıl önce. İzmirde görümcem gildeyiz:) elektrikler kesildi bi akşam üzeri tam yemek yiyecekken. Üst katta oturan kayınvalidesine Serdar’ı gönderdik mum alması için. Neyse gitti Serdar yukarı, biz sofrada bekliyoruz, elinde iki mumla geldi. Sofraya oturmadan ben yine yukarı gidiyorum dedi. Neden diye sorduk? Çünkü kayınvalidesini tanımaz etmez. İlk kez görmüş. 16 yaşındaki bi ergen ile 70 yaşındaki bir teyzenin ne gibi bi diyaloğu olabilir?  Bize şunu dedi; yukardaki teyze bana gene gel, gene buyur dedi, oraya gidiyorum. 😂
Bunu yazarak ne kadar komik oldu bilmiyorum ama, anlatması çok daha komik oluyor. Bu bi efsane bizde yıllardır. Ve buna benzer daha nice efsaneler var. Mesela bi reçel dökülmesi var kahvaltı masasında tam göğsüne yada göbeğine pıt diye düşen. Ve bunu çok daha sonra farkedip annaneden gelen lazca ayıp bi değimle tamamlayıp kahkahalara boğulmak. Gibi gibi. Dolu dolu bir Pazar sonrası, Pazartesi yine İsviçre’ye dönüş. Sanki hiç gitmemişim gibi, ama enerji depolanmış gibide. Her buluşmamızda bir sonraki buluşmanın tohumlarını ekiyoruz. Besleyebilirsek oluyor genelde. Bi sonraki buluşmamız iki ay sonra Likya yürüyüşü güya. Du bakalım 🤔 belki olur. 

Bugün yine bir resim sergisi vardı. Vernizaj daha doğrusu. Seviyorum vernizajları. Yani ilk gösterim, prömiyer gibi. Ressamlarında bulunduğu, aparatifler, şaraplar, şampanyalar ellerde resimleri incelemek, ellerde listeler, resim kenarındaki numaralara bakıp eldeki listeden resim isimleri falan. Bu üçüncü resim sergisine gidişim. Şunu farkettim. O kadar mütevaziler ki, arkadaşım beni hep tanıştırıyor onlarla, çok güzel fotoğraf çeker diyor, (tabiki abartıyor bence) resimede ilgili diyor. Onlarda ne güzel, gelsene bizim kursa diyorlar. Yine aynı pozisyonu alıyorum, elimi yüzüme götürüp yapamam diyorum. O zaman en doğru kişisin diyorlar. Bende senin gibiydim, utanıyordum, bak şimdi bu galeride sergi açtım, 70 yaşındayım, keşke daha önce yapsaydım diyerek beni iyice motive ediyorlar. 

Son zamanlarda sürekli bu resim olayı üzerime üzerime gelmesi hayra alamet mi bilemedim. Onada du bakalım 🤔 diyorum. 




7 yorum:

  1. Sizi hep merak ederdim fotoğrafınızı görünce hoşuma gitti. Güzel günler geçirmişsiniz. Arkadaş dostlar ve istanbul. keyfiniz daim olsun.Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oysa çok gizli falan değildim, demek denk gelmediniz fotoğraflı bi yazıma☺️ Teşekkür ederim yorumunuz için. 💜

      Sil
  2. Kısa kaçamakların keyfi başka oluyor :)

    YanıtlaSil
  3. Resme başlaman çok güzel bir şey, ben çok sevdiğim için çevremdeki insanların resme başlamasından mutluluk duyuyorum, ayrıca gayet başarılı buldum çalışmalarını, ben de bloğa ayda bir ancak giriyorum o da Karpuz Apartmanı için girdim, bu arada Huriye kaynana da oldu tabii ama sensiz bilmem ne kadar etki yaptı? Ne yapayım her seferinde seni rahatsız etmek istemedim. Senin dublajın olmasa da beklerim ama gözlerim aradı zaten...oralarda kuaförün bu kadar pahalı olduğunu bilmiyordum lüks diye görüyorlar diye halbuki ihtiyaç...güle güle kullan yeni saçını:)
    Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bi ara hiç yazmadın sen. Sonra seyrekte olsa yeniden yazıyorsun. Yorum bırakmıyorsam okumadığım anlamına gelmiyor😀 okuyorum, gayet başarılı Huriye hanımım dialogları. Hatta son bölüm eğlenceliydi.

      Resim güzel bi hobi. Buna inandım. Sanırım fotoğraftan sonra onada bi el atacağım.
      Sevgiler Müjde ablacım💜

      Sil
  4. herhalde yazacakken diye yazmışım:) lüks diye görüyorlar herhalde olacaktı...:)

    YanıtlaSil