Sayfalar

8 Ağustos 2014 Cuma

Büyük konuşmayacağım..



Hiç sevmem trafikten ceza alanları.. "Trafik kurallarına uyun kardeşim" diye çemkiririm. Biri ceza mı almış, oh olsun derim. Çünkü ben kurallara uyarım, uymayanı uyarırım:)) 

Telefonumu en son yine kardeşim geldiğinde arabama tanıttı, ayarladı, zenkronize falan etmişti. Artık trafikte telefon geldiğinde direksiyondaki düğmeye basıp konuşmak, ilk zamamlarda bana komik gelsede alışmıştım.. Hatta çok sevmiştim. Artık bir çok insan arabanın içinde yanlızda olsa o konuşma mimiklerini görmek göze normal gelmeye başlamıştı. 

Bugün şirkette bütün gün önemli bir görüşme için birini aradım.. Bir türlü ulaşamadım. Çünkü yarın çok geç olacaktı.. Neyse ben çıktım, Perşembe kadınlarına gidiyorum. Baktım, tramvay yolunda bir polis arabası.. Normalde o yol arabalara yasak.. Dedim polis ya, her yerden gidebiliyor demekki.. Banada trafik lambası kırmızı yandı.. Durdum.. O anda tekefonum çaldı.. Telefonumda her ne hikmetse çantamda değil, yan koltukta. İşte ben beklerken, telefonda çalınca ekrana bakma gibi bir gaflete düştüm.. Bir baktım, benim bütün gün ulaşmaya çalıştığım numara.. Hemen elime aldım telefonu,  bir yandanda direksiyondaki düğmeye bastım.. Hem ortaya konuşuyorum, hem telefon elimde, hangi akla hizmetse? Fazla heyecan yapmışım belli. Neyse konuşma bitti. Verimli bir konuşma oldu. Mutlu mutlu kapadım telefonu. Ben yola devam ettim. Kısa süre sonra arkadaşımın evinin önüne park ettim.. Inmek üzereyken bir polis arabası benim durduğum yerin önüne park etti. Hiç aceleleri yok. Tesadüfen oradalar yani. Ben park saatimi ayarlarken, iki trafik polisi bana doğru geliyor.. Ama beni es geçip gidecekler gibi öyle yavan yürüyorlar.. Ben tam inecekken durdular.. Nasıl rahatım, emniyet kemerim takılı, hız yapmamışım, arabada eksik gedik yok, tekerler yaz ortasıda olsa hala kışlık ama suç değil.. Gülerek, "iyi günler" dediler. "Iyi günleeeer" dedim bende gülümseyerek.. Trafik kontrolu, ehliyet ve ruhsat,  lütfen dediler. Tabi, dedim.. Koca cüzdanımın içinde her ıvır zıvır varda, ehliyetimi bir türlü bulamıyorum. Torpidodan ruhsatı çıkarıp verdim, bununla oyalana durun, ehliyetimi arıyorum der gibi. Hiç acele etmeyin, dediler. Zaten bu İsviçrelilerin hiç acelesi yoktur.. Rahatlıklarıylada ünlüdürler.. Neyse ben bu arada Çantada ne varsa döktüm yan koltuğa. Sonunda buldum ehliyetimi. Biri öyle dikiliyor, diğeri konuşuyor benimle, arabanın sağını solunu felan gezdi.. Geldi, bana herşey normal dedi gülerek yine.. Biraz önce sizi trafik lambasında beklerken gördük, dedi.. Eveeet, dedim bende sizi gördüm, tramvay yolunda.. Orası yasak değil mi? Orası bize yasak değil, ama siz yasak bir şey yaptınız, telefonda konuştunuz, dedi. Evet, dedim doğru. Benim için çok önemli bir telefondu.. Evet, telefonu elime aldım, ama normalde arabadan konuşuyordum.. Aklımın ucundan bile geçmiyordu telefonda konuşmaktan caza alacağım! Çünkü telefondan konuşmuyordum.. 
Lütfen, bir istisna yapamazmısınız, bakın beni arayın arabamda çalacak ve ben teli almadan sizinle görüşebilirim desemde, inanmadılar bana. Telefonu elimde görmüşler bi kere. Istisna yapamayız, evet sizi anlıyoruz, ama siz telefonu sadece elinize almadınız, kulağınızada götürdünüz, dedi.. Hiç farkında değilim. Ama, hayatta çok daha acı olaylar var, dedi. Birde hayat dersleri vermiyorlar mı? Tamam, dedim yaz.. Neyse cezam çekerim:) 100 fr. Dedi. Ananın hörekesi dedim, içimden:) 
Çok koydu bana bu. Demekki herkesin başına gelebiliyormuş.. Bir daha kimseye çemkirmeyeceğim.. 


3 Ağustos 2014 Pazar

Farklı kültürler..

Güzel bir bahceye uzaktan bakmak..
Her kültüre, yaşam biçimine saygılıyım.. Ama bazı şeyleri anlamakta hafif bir zorluk yaşıyorum. Haftasonu çok sevdiğim avrupalı bir arkadaşımın doğum gününe katıldım. Yaprak sarmasından söz ederdi hep. Bir tencere sarmamı sardım, birde sigara böreği yaptım, birde bir ara onun çok beğendiği bir sürahinin aynından alıp, paketleyip gittim... Isteyen herkes gelebilir dercesine kapısı sonuna kadar açıktı. Zile basmadan girip, salondan bahçesine çıkan kapıya yöneldim.. Benim aslında katılamayacağımı bilen arkadaşım kapıda beni görünce kollarını açarak, en sevdiğim Türk arkadaşım geldi diyerek bana koştu, kucakladı. Çok sıcak bir karşılamaydı. Ama beni "türk arkadaşım" diye tanıtması çok önemli miydi, diye düşündüm? Durmadımda üzerinde çok. Çünkü, sıradan asosyal biri söylese niyetini anlayabilirdim. Ama arkadaşım, ve davetlileri ufukları geniş, dünyadan haberdar, aydın insanlardı.. Türkiye'de olup bitenleri yakından takip edenelerdi. Hatta biri, "bir polıtıkacı kadınların gülmesini mi yasakladı, bu haber doğrumu" diye sordu? O yüzden arkadaşım, belki evet, Türkiye'nin şu anki politikası bir yana, çok farklı düşünen Türkiye'lilerde var demeye getirdi herhalde diyerek pozitif düşündüm. Çünkü arkadaşımı tanıyorum.. Niyetini biliyorum. 
Sonra, Almanya'dan misafirleri geldi.. Çocukluk arkadaşlarıymış.. Hatta anne ve babaları arkadaşmış teee 60 yıl önceden.  Sonra çocuklar arkadaş kalmış. Şimdi o çocukların çocukları kaynaşıyor.. Çok sıcak ilişkiler bunlar. Sevdim. Hepside her konuda bilinçli, ve entellektüel. 
Laf lafı, laf götü açar derdi, ninem. İşte böyle laf lafı açtığı bir zamanda, Almanya'dan gelen arkadaşı, nevresim takımlarını beraberinde getirdiğini söyledi. Ben gözlerimi pörtletmiş şekilde ona baktığımı farketti. Nevresimlerini mi getirdin, dedim? Evet, dedi. 
Herkesi anla anla, nereye kadar dedim kendi kendime? Her zamanki sakin ses tonumla düşüncelerimi anlatmaya başladım. Dedim ki;

Biliyor musun? Ben çok uzun yıllardır Avrupa'da yaşıyorum. Her iki kültürüde çok iyi biliyor ve anlıyorum. Senin çok iyi niyetli düşündüğünü biliyorum, yılların arkadaşınız, ona zahmet vermek istemediğini çok iyi anlıyorum. Ama madem ben Türk olarak tanıştırıldım, fikrimi söylemek isterim. Birincisi arkadaş arkadaşa zahmet vermez. Arkadaşın arkadaşa ayıbı olmaz. O zahmete seve seve girişilir. Ikincisi, duyu organlarınız var bizim. Görmek, koklamak, duymak, hissetmek, tat almak gibi. Senin evinden getirdiğin nevresimler senin evindeki gibi kokacak. Derine öyle dokunacak.. Oysa ben bir yere gittiğimde, oranın kokusunu, sesini, tadını, dokusunu hissetmek isterim. Farklı bir yerde olduğunu sonuna kadar hissetmek isterim. Yıllar sonra herhangi bir yerde o kokuyu hissettiğimde beni alır o koku, o arkadaşa, anneme, kardeşime artık her kimse, o zamana, ve kişiye  götürür. Bunlar güzel duygulardır, dedim.. Beni can kulağı ile dinledi.. Benim yaptığım ayıp bir şeymi, dedi? Evet, dedim. Ok, dedi. Bu avrupalılarda sevdiğim şeyse, herkes fikrini söyler, insanlar birbirini anlamaya çalışır.. Aklına yatarsa okeyler, yatmıyorsa ikna eder konuşarak. Bizedede o yok diyemedim artık:)
Neyse, bu nevresim konusu geçerken, aklıma benimde bire bir yaşadığım bir anım geldi. Ama söylemedim bunu. Şimdi size söylüyorum;) 

Oda şu, Istanbula tatile gittiğimde önce soluğu kuaförde alırım.. Saçlar boyanır falan. Sonrada çok sevdiğim arkadaşıma. Yaz aylarının verdiği sicakla ve boyalı saçlarla, o yastık alcalı beleceli olurdu.. Beni sabah öperek uyandıran arkadaşım bunu görür, bu yastık neden böyle olmuş, ama bu temiz di diyerek kendini aklamaya çalışırken, ben utanarak, galiba benim saç boyam geçmiş, özür dilerim derken, bir rahatlardı.. Hiç önemli değil, boyaysa boya, yıkayınca çıkar, çıkmasada ne önemi var, seni hatırlatır bana demişti.. 

Hangi kültür ve anlayış daha sevimli? 

Ama genel olarak güzel bir akşamdı. Doyurucu. Eve dönerken arkadaşım bana parka kadar eşlik etti.. O yolda giderken, biliyormusun dedim? Sana basit bir Sürahi getirdim. Severim sürahileri.. İçi doluysa bardağı doldurur.. Bizim ilişkimize benzetiyorum. Bazen birimiz sürahi oluyoruz, diğerimiz bardak, bazen tam tersi. Kucakladı, seni seviyorum, dedi. Bende seni.
Iyiki doğdun, dedim.. 


30 Temmuz 2014 Çarşamba

Kahkaha mı?


"Kadınlar toplum içinde kahkaha atarak gülmesin" demiş çok ağlayan Arınç. "Ahlaken geriye gidiş var" diyede eklemiş.. Ninem aklıma geldi bu sözlerin üzerine.. Yani 1912 doğumlu ninem.. Biz ne zaman ağız dolusu gülsek, "gız sus, gız kısmı öyle gülmez, sırat köprüsünü geçtin mi öyle gülüyorsun?" diye sürekli uyarırdı bizi.. Çok gülen, çok ağlar, derdi.. Gülmeye korkar olmuştuk. 
Ninemede öyle öğretmişler.. Çetin yaşam şartları zaten gülmeye mecal bırakmamış.. Daha 7 yaşında bir çocukken,  babası gözleri önünde kurşuna dizilerek öldürülmüş.. Sonra tanımadığı, tanıyınca bile sevmediği bir adamla evlenmiş. Nasıl gülsün ki bu kadın? Mutsuz ama yinede şükreden, bu dünyada çeken öbür dünyada rahat edecek umuduyla yaşayan, dinden başka inanacağı ve tutunacağı başka bir şeyi olmadan yaşamış.. Bunuda kulaktan duyma bilgilerle değil, eski yazı kitaplarını okuyarak, sürekli okuyarak yapardı. Dönemine göre akıllı, bilinçli, cesur bir kadındı bana göre.. 2000 li yıllarda, erişkin dönemimizde artık nasıl güldüğümüze karışmıyordu.. Hatta nineme kahkaha bile attırabiliyordum.. Gözünden yaşlar gelirdi gülmekten.. Öyle yakışıyorduki ona gülmek. Öyle güzel oluyordu ki.. Bir keresinde onu çok güldürdüğüm için altına kaçırmıştı.. Gülmekten katılmak ne demek, ninemde görmüştüm.. Yıllarca kendini tutmanın acısını çıkarırcasına gülüyordu.  Sonra iki elinin dışıyla gözlerini silerken, "öte dünyada da böyle gülecez mi bakam? Allahım, sen taksiratımızı affet" derdi.. 
Ninemin bazı anlayışlarına karşı çıksamda, benim idolumdur.. Keşke onun gibi prensiplerim olsaydı.. Onun kadar çalışkan, üretken ve okuyan olsaydım. 

Ahlaki değerleri aile verir, aile büyükleri verir.. 
O ahlaki değerlerin üzerine sen büyüdükçe başka güzel değerleri üzerine eklersin.. 

Sene 2014.. Arınç ninemin söylediğini söylüyor.. Geriye mi gidiyoruz, ileriye mi? Ninem bile artık 18 yaşımdan sonra, benim ne giyeceğime, ne yiyeceğime, ne içeceğme, ne evleneceğime, ne doğuracağıma, ne güleceğime, anlayacağıma karışmazken, sen yada siz kim oluyorsunuz?  Ülkeyi yönetme gibi, toplumu güldürme, mutlu etme iyi hissettirme gibi bir derdiniz yok dimi sizin? 

Ama hiç şaşırmadım, yıllardır hep kadınlar üzerinden yapıyorlar bunlar siyaseti.. Her alanda verimli olduğumuz için, yine siyasete iyi alet edip kullanıyorlar bizi. Kadınlar..  yine kadınlar.. Iyiki varız biz.. Kadının başörtüsünü yıllardır kullandılar, kullanıyorlar.. Kadın kaç çocuk doğuracak bunlar belirliyor. Kürtaja bunlar karar veriyor.. Hamile kadın sokakta dolaşmasın, cinsellik içeriyor gibi bir şeylerde söylendi galiba bi ara.. Kadın kahkaha atmasınmış. Hadi ordan. Zaten öyle bir hale geldiki ülke insanları, ölmeye ecelleri, yaşamaya mecalleri yok.. Sen hala kahkahadan bahsediyorsun. Alay ediyor bunlar insanlarla. Ülkenin politikasına bak.. Gündemine bak.. Suni gündemin ta kendisi işte.. Bunların suni gündemide çok basit. 

Şu anda kahkaha atarak gülmeyi çok isterdim, ama gülmem için bir neden yok. Ne zaman güleceğime ben karar veririm sayın Arınç.. O ahlak eğitimini senden alacak değiliz. 
"Gülmeden geçirilen bir gün, boşa geçirilmiş bir gündür" Charlie Chaplin