Sayfalar

3 Ekim 2015 Cumartesi

Perşembe Kadınları Selimiyede 1. Bölüm

Persembe kadinlarinin Selimiye balkonundan..

Hiç bu kadar sık Türkiye'ye gittiğim olmamıştı. Iki ayda üç sefer. Üçüde ayrı ayrı güzeldi. İlki rutin yaz tatilimizdi. Bir önceki yazılarda anlatmıştım, gezdiğim, gördüğüm yerleri. Ikinci gidişim bir düğün için oldu. Önce kararsız kalmıştım. Gelin olacak kızımız çok özel bir davetiye göndermişti. Bizi o düğününde görmeyi çok ama çok istiyordu. O özel gününde bizde orada olmayı, ilerki yıllarda bakılacak aile fotoğraflardan eksik kalmayı istemedim. Çocuklarımızın kuzenlerinin ilk düğünüydü üstelik. Iyiki gittik. Öyle güzel olduki. Gelin herşeyi planlı programlı, çok eski gelenekleri araştırarak hazırlanmıştı. Ege'li kızımız, Balkan gelini olduğu için Ege ve Balkan müzikleri, renkleri, folkloru birbirine karışmış, herkes için unutulmaz bir düğün olmuştu. Aslında başlı başına yazmaya değer bir düğün. Belki yazarım bi ara.  

Hemen üç hafta sonrasında taaa ilkbahardan rezervasyonunu yaptığımız Perşembe kadınlarının tatili vardı planda.
Bundan birbuçuk yıl önce beş günlük bir İstanbul gezisi yapmıştık birlikte. Ülkeye ve İstanbul'a hayran kaldılar. Döndüğümüzde karar aldık, tatil kasası yaptık, her Perşembe buluşmalarımızda tatil kasasına 10 ar Frank yatırarak, her yıl bir hafta başka bir Ülkeye gidecektik. Fakat Türkiye'yi o kadar çok sevdiler ki, bu sene yine tercihleri o ülkeden yana oldu. Bu sefer deniz tatili olacaktı, ve seçimi bana bıraktılar. Ülkenin bir çok yerini gezdim, ama Marmaris-Selimiye bir ayrı benim için. Oranın denizi gibi bir deniz sanki hiç bir yerde yok gibi. Metrelerce derinliğini görebildiğin, tertemiz, mavinin her tonunun mevcut olduğu, ne çok soğuk, ne çok sıcak, tam kıvamında bir denizi var oraların. O Yüzden yine orayı seçtim. Seveceklerinden çokta emindim. Benim üçüncü gidişim olacaktı. Internetten gösterdim, tamam dediler. Heyecanla ilkbahardan beri uçacağımız günü, 11 Eylül'ü bekliyorlardı. Daha çok A. Hergün internetten gideceği yerlere bakarak, geçireceği tatilin hayalini kurarak yaşıyordu.

11 Eylül geldi çattı. Sabah, Bern gar'ında buluştuk. Trenle Havaalanı'na gideceğiz. Tabi ben uyuyakaldım, A. telefon ederek kaldırdı beni. Gittiğimde onlar buluşma yerinde bekliyorlardı. Üçümüzde küçük bir bavul var, ama E. küçük bavul dışında birde büyük bavul almıştı yanına. "Hayırdır? Temelli mi gidiyorsun" dediğimde, aynı soruyu A. dan'da duyduğu için sanki biraz sinirliydi. Açıklamasını yaptı tekrar banada. Meğer orada Suriyeli mülteciler görürse onlara verecekmiş. Tamam, güzel, anlaşılır. A. Olan demiş ki, buradan oraya taşıman gerekmiyor, buradada var mülteciler onlara verebilirsin. Tamam, o'da doğru. Birde bana anlatınca, dedim ki, anlayışın güzel, ama bizim gideceğimiz rotada göremeyebilirsin, burada'da verebilirdin deyince, birini bulurum elbet dedi. Tamam dedim, sen bilirsin.

Uçağa bindik bir öğlen vakti, İstanbul aktarmalı Dalaman uçuşuşumuz 15 saat sürsede hazırız buna. E. Farkında mısınız, 11 Eylül'de uçuyoruz, dedi. Evet, dedik farkındayız A. ve ben. Korkarak yaşayamayız. E. nin Dünya meseleleri ile ilgili konularda biraz ürkek davrandığı dikkatimi çekmişti. Sadece bireysel yardımlarda bulunup vicdanını rahatlatıyor, nedenleri hakkında hiç kafa yormuyor, diye düşündüm.

Uçakta çok manyakça şeylerle gülüp, güzel bir yolculuk yaptık. Hani biri anlatsa, "bunlara mı güldünüz, çok salaksınız," diyebileceğim şeyler. Ama oluyor işte bazen böyle şeyler. Istanbul'da 6 saatlik bir bekleme süremiz vardı.  Dedim, bu saati burada bekleyerek geçirmeyelim, Yeşilköy veya Florya'ya gidelim. Tamam, dediler. Yeşilköy'e gittik. Çok güzel zaman geçirdik, akşam Dalaman uçağına yetişmek için tekrar döndük. Biraz fazla erken dönmüşüz, o da yine onların kültüründe olan dakik ve zamanından önce hareket etme anlayışı yüzünden. 
 Fakat bu Türkiye'de geçerli olmadığını anlatamadım onlara. Neyse biz saat 23 gibi Dalaman'a vardık. Bizden 1 saat sonra İstanbuldan gelecek uçakta, diğer yakınlarımız vardı, ve onları beklemeye koyulduk. Dalaman havalimanı yani Dışhatlar kısmı, çok güzel. Dışarı çıkıp, çam ağaçları altında kafe var. Ama kafedeki fiyatlar havalimanı fiyatı. Bir küçük şişe bira 25 lira. Anasının dini, dedik, almadık tabi. Birer küçük su aldık, sanırım fiyatı 5 lira falandı. Biz çantamızdan çıkardığımız şarabı içtik. Sabahın 8 inden beri yolculuk halindeyiz, gece 23 olmuş, biz hala Selimiye yolculuğuna hazır dimdik ayakta ve çok mutluyuz. Çamların altında çekirge sesi eşliğinde. Bir saat sonra diğer yakınlarımız geldi, büyük, güzel bir araç kiralamışlar, 7 kişi Selimiye'ye doğru virajlı karanlık yollarda ilerledik. Gece 3.30 gibi Selimiye'ye vardık. İn cin top atıyor, içimden "getire getire buraya mı getirdin bizi" diye düşünüyorlar mı acaba diye geçirdim. Bizim otele girişimiz 12 Eylül, biz 11 Eylül gecesi gelmişiz ve bir şekilde sabahlamamız gerekiyor. Bunu bildiğimiz için, THY den üstümüzü örtmek için aldığımız örtüleri yanımıza aldık. Dönüşte bırakırız niyeti ile. 

Selimiye girişine park ettik. Biz Perşembe Kadınları, o örtüleri alıp sahildeki şenzloglara, pufuduk minderler üzerine uzandık. Diğerleri arabada kaldı.  Yarım ay tepemizde, denize vuran karşı otelin ışıkları ve köpek sesleri vardı. E. uzanır uzanmaz horlamaya başlamıştı. Ben ve A. Uyuyamıyorduk. Belki heyecandan, belkide biraz serin olduğundan. Ama uzanmak bile yetiyordu bize. O havayı, o sessizliği sessizce kıyıya vuran denizin sesi, ve uzaktan gelen köpek sesleri her zaman duyduğumuz sesler değildi. İkimizde o a'nı soluduk, dinledik ve hissettik hiç konuşmadan. Sabah aydınlanmadan ezan okunmaya başladı. Türkiye'de olduğumu hissettiren başka bir duygudur bu benim için, Isviçreli Arkadaşlarım için kesin çok daha farklıdır. Sabah ezanını ben çok severim. Hüzzam Makamında bir Hüzünlü bir şarkı gibi gelir bana. Yine hiç ses çıkarmadan dinledik. Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu, ve güneş tam karşımızda duran dağın ardından ağarmaya başladı. Güneş'in doğuşuna tanık olacaktık. Tam 24 saatir uykusuzduk ama yorgunluktan eser yoktu ikimizde. Üçüncümüz E. hala horlayarak uyuyordu. Biz E. ile birlikte Sabah 7.30 da kalacağımız otele doğru yürüdük. Malum artık çişimizde gelmişti. Otel sahibini zaten 3 yıldır tanıdığım için doğru mutfağa gittik. Derdimizi anlattım, dedim sahilde sabahladık, bize bir kahve verin. Keşke arasaydınız, sizin oda Öğlen boşalacak ama, siz kalacağınız bir oda verebildik. İşte Selimiye'nin bu turist avcısı, olmayan güzel insanlarını, insanlığını seviyorum. O Yüzdendir son dört yıldır oraya gidişim. Ama bu yıl artık Selimiye'yide kaybediyoruz kaygım oluştu. Küçücük Selimiye'yede iki Migros, bir Carrefour SA açılmış. Küçük esnaf zor durumda. Önce direndim, fiyat farkı olsada biralarımızı küçük marketten aldım. Ama sanırım sahibi değişmiş, her gittiğimde farklı bir fiyat alınca, 7 lira istediği bir birayı Migros'tan 4.25 bulunca kapitalizme yenik düştüm. Kapitalizm böyle bir şey işte, hiç bir şeye zorlamaz seni, ama ipe ipe gidersin. Kendine ihtiyaç duydurur, zorlamasada almak zorunda kalırsın. Hele teknolojide kaçınılmaz bir durumdur. Tabiki bunların farkına bir kez daha Selimiye köyünde vardım. Fakat tatildeydim. Bunların çelişkisini yaşayacağım yer değildi. Üstelik yaşasam ne olacak? Kendiliğinden gelen kominizim, sosyalizim, kapitalizim, emperyalizm'e ne kadar kafa tutabilirim. Bunun farkında olan hepimiz yeniğiz bu sisteme. Kapitalizm hepimizi esir almiş durumda. Kolaylık sağlarken, esir alıyor. Bu böyle. Kitaplarımızı bile onların ürettiği kindle de okuyouz. I-phonlarımız. I-Mac lerimiz, I- bilmem nelerimiz? Yeniğiz açıkcası. 

Ama benim yazacaklarım Perşembe kadınlarının Selimiye tatiliydi. 
Eh, oda bi sonraki yazıya kalsın. Saat gecenin bi yarısını geçmiş durumda, ve uzayacağa benziyor. Uzun yazıları pek kimse sevmiyor kanısındayım. Zira bunu söyleyenler oldu. O Yüzden burda bir Virgül koyup, sonra devam edeyim. Çok ilginç şeyler oldu.. Perşembe kadınlarına nasıl nazar değdi? 

4 yorum:

  1. Bir kez daha Türkiye ha? Bu sene nerdeyse benden fazla kaldın buralarda? Selimiye'ye biz de niyet ettik bu sene. Sonra sezondaki otel fiyatlarını görünce vazgeçtik. Uzun yazılarını da seviyorum senin, kısa yazılarını da. Nasıl istiyorsan öyle yaz aslında. İçinden geçtiği gibi; zira yazdıklarını okumaktan çok keyif alıyorum.
    Öpüyorum seni çok...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :)) Evet bu sene böyle oldu. Ama senin hızına yetişmek ne mümkün?:) sen Paris'ten gelip bavul boşaltmadan diğer bavulla Hindistana. İtalyası var, Portekiz'i var, varda var.. Ama iyi yapıyorsun. Seninle birlikte bizde sanal geziyoruz:)
      Benim bu yıl ki Türkiye seyehatletimde neredeyse görmediğim kimse kalmadı. Ege'den girdim Batı karadenizden çıktım. Seninle yarım saatlik görüşmemiz hala akımda:)
      Uzun yazı konusunda evet, aslında içimden geldiği gibi yazıyorum. Baktım uzayacak konu, arkası yarın gibi olsun dedim:) teşekkür ederim güzel sözlerin için.

      Sil
  2. Merhaba, Güzel bir bloğunuz var. Sizi tebrik etmek istedim.
    Ayrıca sizi kendi bloğuma davet etmek isterim. http://bilimscience.blogspot.com/
    Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Çok teşekkür ederim.. Leyla.. ❤️

    YanıtlaSil