Sayfalar

26 Ekim 2016 Çarşamba

Sonbahar, Pazar, Celile.. Pazar Gününe ait bir yazı..

Buralarda havalar bi öyle bi böyle. Bir gün güneş gözümün içine içine işliyor, diğer gün ise, sisten perde oluyor. Mevsim ne kış, ne yaz, nede bahar. Mevsim sonbahar. Böyle zamanlarda evin sıcaklığını yaz sanan salak sinekler giriyor balkon kapısından. Sesleri yazı hatırlatıyor diye affetmiyorum tabi. Vurdum mu yapıştırıyorum alimallah. Hiç vicdan azabı çekmediğim tek canlılar bunlar, sinekler ve sivrisinekler.

Bugün pazar. Sisli havada balkondan baktım şöyle uzaklara. 30 metre görüşüm uzak olmuştu. Belli belirsiz ağaçları görüyordum. Kışa soyundukları için doğanın onları gizlediğini düşündüm gülümseyerek. Niye utanıyorsunuz ki? dedim içimden. Hep içimdem konuşurum doğa ile. Doğal olmayan şeyler utanç vericidir, düşüncemi yaydım sis aralığından. Ama o bildiğini okudu. Bütün gün sis hiç kalkmadı yaşadığım bu şehirde. Pazar kasveti ile daha ağır gelmedi. Bilakis, doğa gibi bende kozama çekilip pazar bitmesin istedim.

Bizde öyle değil miyiz? Gün gelir üzülür ağlarız, gün gelir coşar güleriz.. Ağlayışımızı saklarızda, gülüşümüzü anlatmak, göstermek, paylaşmak isteriz hep. Ama gülüşümüzü bile çok görürler. Susarız, eğer kendimizi biliyorsak. Biz kendimizi bildikçe onlar daha fazla sustururlar.

Hepimiz bir bedeninin içine sığdırıldığımız kişilikleriz. Kimimiz sığıyoruz bu bedene, kimimiz sığamıyoruz. Biz daha bedenimize sığamazken, biri geliyor üzerimize bir elbise giydiriyor. Bu sefer bedenimin içi başka, dışı başka oluyor. Ya giysim bana dar geliyor yada bol. Oysa ben içimide yaşamak istiyorum, dışımıda. Yaşayamıyorum tabi. Yaşadığım kadarı ile mutlu olmaya çalışıyorum bu sefer.

Küçük şeyler yapıyorum ben mutlu olabilmek için. Üç haftadır evde yoğurt yapıyorum mesela. Bir haftada bir tencere yoğurdu tüketiyoruz. Her öğün yoğurt yiyebilirim. O kadar çok severim. Kocam ve ben yiyoruz sadece. Bizim gençler ezelden beri süt, yoğurt ve peynir yemezler. Oysa beslenmelerine düşkünler. Bugün, peki siz kalsiyumu nerden alıyorsunuz, diye sordum. Su'dan alıyorum dedi Taylan. Sonra benim yaptığım yoğurdu tatmadığı için benim üzüleceğimi düşünmüş olmalı ki, bir kaşık yoğurt aldı, mhhh güzelmiş, dedi. Ama ikinci kaşığı almadı. Bende görmemizlikten geldim. Zorla yenmez hiç bir şey. Zorla ne olmuş ki? 

Eğer yaşasaydı, yoğurt mayalamaktan mutlu olduğumu  nineme anlatsaydım eğer, ağzıyla değil burnuyla gülerdi. Benim ninem, evet kıçı ile değil, böyle durumlara burnu ile gülerdi. Burnu ve genzi ile. Birde başını ya sağa ya sola çevirirdi alaycı bir şekilde. Genetik bir şey herhalde, ben ve kardeşlerimde böyle acayip şekilde güleriz bazen. Peki ninem neden gülerdi? Çünkü onun için yoğurt, peynir, tereyağı yapmak günlük yapılması gerekendi. Bunu lafı bile olmazdı. Ama günümüzde öyle mi? Teknoloji çağında yoğurt yapmak mutlu ediyor işte beni. 

Fotoğraf çekmek çok mutlu ediyor birde. Gördüklerimi herkes görsün diye instagrama yöneliyorum. Hergün bir bir fotoğraf yüklemezsem fotoğraflarıma ayıp etmiş gibi hissediyorum. 

Ben çok kitap okuyan biri değilim. Utanarak yazıyorum. Ama hiç okumayan biride değilim. Bir yılda yüz küsür kitap okumam mesela. Bu çok daha azdır. Dolayısı ile kitaplardan söz etmem mesela.. Bir kitap oluyorsam doya doya, hissede hissede okumak isterim. Okurken, kitapta adı geçen insanların, ne hissettikleri, nasıl yaşadıkları, akşam yemeğinde nasıl bir masada oturdukları, ne içtikleri, radyoda ne dinlediklerini hissedebiliyorsam, işte o kitap benim için bir dünya oluyor. Bu hissi "Ela Gözlü Pars Celile" Kitab'ında yaşıyorum. Nazım Hikmet'in bebekliğini, annesini babasını, yaşadığı dönemlerini bu sonbahar günlerinde okumak beni yaşadığım kentin dışına taşıyor. Bitmesin diye ağır ağır okur musunuz sizde bir kitabı? Bitmesin istiyorum. Celile'yi çok sevdim ben. 1902 lerde üstelik. Nazım Hikmet'in bebekliğini okumak hoşuma gidiyor. Nazım Hikmet boşuna Nazım Hikmet olmamış. Yada Tesadüfen olmamış. Bence öyle olması gerekmiş zaten. Etrafında hep, ressamlar, şairler.. Ama azda acılar yaşamamış hani? Işte bugün benim bedenim Bern'deydi ama ruhum Selanik'teydi. Sonra İstanbul'a gitti Celile ile birlikte. En son bilinçsizce yürüdüğüm Beşiktaş, Akaretler yokuşunda, yeniden dolaştığım bugün bu kitapla. Ama bilinçli oldu bu sefer. Akaret ne demek onu öğrendim. Akaret, kiraya verilerek gelir kazanılan ev, dükkan gibi konutlara denirmiş. Ben bir kitap okurken öğrenmeyi seviyorum. Örneğin, Serenad Kitab'ında Struma gemisini öğrenmiştim. Kristal gece yi keza o kitapta öğrendim. Oysa kristal geceyi bilmeyen yokmuş. Ama Struma gemisini bilmeyen çokmuş. 

Sonbahar benimde doğa gibi içime gömülme mevsimim. Güzel bir kitap yakaladım. Mutluyum. Yoğurt mayalar gibi mutluluyum. Beynimi mayalıyorum az mı? Birde kedim olsaydı ayak ucumda horlayarak uyusaydı tam bir sonbahar olurdu. Du bakalım!! :))

10 yorum:

  1. Ne guzel yazı. Mutlulugunuz yaziya yansimiş. Torun doğduğundan beri bende evde yoğurt yapiyorum. Buralarda tam sonbahar. Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tabi ya ev yapimi yogurt gibisi var mi? Cok eskiden, yani ben kücükken, amcmlara giderdim Gebzeye. O zamanlar Mahalle aralarinda yogurtcular gezerdi. Keske su yogurtcunun kizi olaydim derdim:) O kadar cok severim yogurdu. Tesekkür ederim yorumunuz icin. Torununuzla bol bol yogurt yiyin:))

      Sil
  2. Ne guzel yazı. Mutlulugunuz yaziya yansimiş. Torun doğduğundan beri bende evde yoğurt yapiyorum. Buralarda tam sonbahar. Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
  3. Berfin'ciğim k yoğurtlar için afiyet olsun ne güzel bir hobi hem sağlıklı, hem daha lezzetlidir eminim. Ayrıca pencereden gözüken yeşil manzara da çok güzel, biz çocuktuk ilkokul filan rahmetli babam 2. Dünya Savaşını çok anlatırdı, Majino hattını, Paris'in teslim olmlasını..o yılları yaşamışlar:( Kristal Gece, Struma unutulur şeyler değil. Bir de google'da Dresden Bombalanması diye yaz tıkla bak:( eminim ilgini çekecektir. Ah o 2. Dünya Savaşı ah:( baştan sona her bir ülkede ayrı trajedi:( hele o Yahudilere yaptıkları...a ben nereden nereye geldim kusura bakma.
    Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Balkondan görüntü degil o, yürüyüsten görüntü. :)
      Müjde abla ne güzel, tarihi yasayan anlatan bir büyügünle büyümek. Ama bilincli büyükler olmali. Iste ben bunlari hep sonradan ögreniyorum. Bak Simdi Dresden Bombalanmasini ögrendim senden. Tarih hep savaslarla dolu malesef. Hala devam ediyor.
      Ay ne kusura bakcam, sen anlat ben dinlerim. sevgiler sana)

      Sil
  4. İki gün önce kızıma aynen şu sözleri söyledim 'ölmesine üzülmediğim iki canlı varsa karasinek ve sivrisinektir' mutfakta vozurdayan iki sineği hakladıktan sonra... sinirle söyledim gerçi ama biraz da doğru. yazınızda aynı şeyi yazmış olduğunuzu görünce çok güldüm. Yazınız çok güzeldi emeklerinize sağlık. sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hele hele, Turta Kolulu Ev'de zaten kara sineğin ne işi var? Vur gitsin😀 köküne gıran girsin😀 hayır neye faydası var ki? Ama bir örümceğe, bir arıya hatta sarıcaarıya beya başka böceklere, hayvanlara hiç kıyamam. Ama sinek ne ya? Hele Sivrisinek? Sinir bozucu sesi üstelik. Ve benim kanımı emecek? Bak bak bak! Yedirmem sana kendimi!! Bu arada tanıştığımıza memnun oldum. Her ne kadar bir sinek vesile olduysada😂

      Sil
    2. Tanıştığımıza ben de memnun oldum. Annemin bir sözünü yazayım karasineklerle il gili ...'cehenneme gerek yok,mezara bir avuç sinek atsalar yeter'der.yaz başında celileyi almıştım ,hatta biraz da ihmal etmiştim kendisini...okuyacağım hemen iyi hatırlattınız bana. Sevgiler.

      Sil
  5. Yoğurt mayalamanın mutluluğuna erişmiş bir kadına, hangi çılgın istemediği elbiseyi giydirmeye kalkacakmış şaşarım.Demin Evde Yazar'ın bloğunda da bir cümleye bayıldım, sende de benzer cümleyle karşılaştım.Sanırım bu konuda benim de diyeceklerim var; kozaya dair;)
    Sen anlattın ben bebek Nazım'ı da sevdim.Aynı dönemde yaşayıp tanışsak kesin aşık olurdum.Sonra da terk edilirdim;) Nazım Ustayı uzaktan sevmek gibisi yok;)

    YanıtlaSil
  6. 😀😀, Kozaya dair anlatacaklarını merak ederim. Nazım usta bi yana, ben anasına hayran kaldım.

    YanıtlaSil