Masamın üzerinde bir not. Bayan Susi aradı, geri aramanızı istedi. Tel no bu. Aradım. Çıkmadı. Bir zaman sonra yine aradım, yine çıkmadı. Ertesi gün unuttum. Yine beni aramış. Yine ben yoktum. Sonra ben onu aradım. Bu böyle günlerce sürdü. Ulaşamadık birbirimize. Sonra her saat başı aradım. Telefon açıldı. Nihayet aradınız, dedi. Hep aradım ama bi türlü yakalayamadık birbirimizi, nasılsınız dedim. Üzümler, dedi. Zamanı geçmek üzere. Siz çok seviyorsunuz, gelin ve toplayın dedi. Ben evde olmasamda, bahçedeki masanın üzerine hem sepet, hem makas bırakırım, dedi. Her yıl bu zamanlarda olur çocukluğumda yediğim o morumsu kokulu üzümler. Ve her yıl bu zamanlar arar beni Bayan Susi. Şimdi gelebilir miyim, evde olacak mısınız, diye sordum. Evet, bugün evdeyim, dedi. Geçen yıldan kalma bir iki sepeti aldım, atladım arabaya ona gittim. Ve her zamanki gibi onun sokağına girişi kaçırdım. Sanki her şey, her yıl bu zamanlarda aynı oluyordu. Çok güzel nezih bir semtte, bahçeli bir evde oturuyor. Sonbaharın oradada çok güzel göründüğünü hatırlıyorum, o sokağa girdiğimde. Güneş sızıyor renkli ağaç dalları arasından. Zile basmak için kapıya yöneldiğimde kapının aralık olduğunu görüyorum. Ben yinede zile basıp, yüksek sesle bayan Susi, bayan Susi diye seslenerek içeri giriyorum. Nerdesiniz siz,üzümler çürümek üzere? Diyerek karşılıyor beni. İşte burdayım, diyorum. Şarap içermişsiniz diye soruyor. Alırım bir kadeh diyorum. Balkonda mı oturalım, diyor. Evet güzel olur diyorum. İlk kez balkonda oturacağını söylüyor. Ona yardım ediyorum, masa ve sandalyeleri düzeltirken. Sonra antika bir dolaptan eski şarap kadehi çıkarıyor, bu kadehler artık yok, benim çocukluğumdan bunlar, o yüzden değerli diyor. Dikkatle iki kadeh alıp, mutfaktan şarabı alıp balkona oturuyoruz. Güneş yazdan kalma gibi, üzerimizdeki ceketleri çıkarıyoruz. Kurabiye yapmıştım onlardanda getireyim diyor. İlk kez kurabiye ile şarap içiyorum. İki kedisi ile birlikte yaşıyor. Bir kedisi geliyor yanımıza. Bu gelir diyor, öbürü gelmez. Öbürü başına buyruk biraz diye gururla anlatıyor. Sokakta buldum onu diyor. Hasta olmamam lazım, onlara bakacak kimsem yok diyor. Onlar için yıllarca tatil yapmadım diyor. Belkide bu anlayış onu hayatta tutuyor diye, ben bakarım diyemiyorum. Dinliyorum sadece onu. Konuşmayı özlemiş. Sadece o konuşuyor. Ben dinliyorum. Anlattıklarından sonra bir şey sormaya yelteniyorum, yine anlatıyor iştahlı iştahlı, susup dinliyorum yine. Ama güzel konuşuyor. Birikimi çok. 87 yaşında. Hep yalnız yaşamış. Hiç evlenmemiş. Parlementoda yazı işlerinde çalışmış. Dünya politikası ile hala ilgili. Bir ara Erdoğan'ı sordu, onu geçelim dedim. Dünyanın liderlik anlayışı değişti, diyor. Bir delide Amerika'da var diyor. Merkelin politikalarınıda sevmediğini söylüyor.
Üzülmeri toplayalım mı? Diyor birden bire. Toplarız daha diyorum, ikinci kadehi dolduruyorum. Sigara yakıyorum. İyiki sigara içiyorsunuz, ben hiç içmedim, ama sigara içenlerede hiç hor gözle bakmadım, ve yanımda içilmesinden hiç rahatsız olmadım, herkesin kendi bileceği bir şey diyor. Rahatlıyorum öyle deyince. Gerçi balkonda açık havadayız. Ama hep içmeyene gider ya o duman, ondan rahatsız oluyorum. Elimle dumanın gidiş yönünü bozuyorum. Rahatsız olmuyorum, diyor, ve konuşmasına devam ediyor. Geçen hafta bir dağ restoranında mezun olduğu dönem arkadaşları ile buluşma gerçekleşmiş. Okulun 100. Yılıymış üstelik. Hiç kimseyi tanımadım diyor, zaten bir çoğu göçüp gitmiş. O zamanlarda bana aşık biri varmış, şimdi anlatıyor diyor gülerek ve sağ eli ile saçlarını düzelterek. Can kulağı ile dinliyorum. Ve hareketlerini gözlemliyorum. 87 yaşında hayata sıkı sıkı bağlı.
Bi ara, araya girmeyi başarıyor ve soru soruyorum. (Bizim ortak noktamız bay Anliker. Bizde çalışan emekli bir amcamızdı. Her gün öğle yemeği zamanı onu ziyaret ederdi bayan Susi) Bay Anliker nasıl diyorum. Hasta diyor. Artık kendi başına buraya gelemiyor. Gidip almam gerekiyor. O iyileşirse, ve buraya gelirse sizde gelin, diyor. Seve seve gelirim diyorum. Kaç yıllık arkadaşsınız diye soruyorum. 60 yıllık diyor. Peki sadece arkadaş mısınız, sevgilide oldunuz mu diyorum. Sevgilide olduk diyor. Bay Anliker evlenmeden önce tanışıyorduk, ama arkadaştık. Sonra ben İngiltere'ye gittim, o evlendi. Hala evli. Ben döndükten sonra görüştük, kırk yıldır hala görüşüyoruz, diyor. Benden beş yaş küçük o biliyor musunuz? Diyor yine elleriyle saçlarını okşayıp, uzaklara bakarak. Ama sanırım artık gelemeyecek diyor. Çok dürüst, çok anlayışlı, çok centilmen bir adamdır diyor. Evet, tanıdım, birlikte çalıştık, aynı sizin gibi düşünüyorum, diyorum üçüncü kadehi doldururken. Ne güzel bir gün değil mi diyor. Harika bir gün diyorum. Daha sık görüşelim diyor. Aynı fikirde olduğumu söylüyorum. Söz veriyorum, yine geleceğim, diyorum. Masaya tekrar dönmek üzere, bahçeye iniyoruz. O güzel mis kokulu üzüm salkımlarının kesiyorum tek tek. Bunlar bize doğanın bir hediyesi diyor. Kuşlar hepsini bitiremiyor, Bunlar arta kalanlar. Ziyan olmasın. Topluyorum bir sepet. Bunlar yeter, yine geleceğim diyorum. Lütfen, diyor, hatta seneye farklı yapalım, ben aramayım sizi, gelin ve alın diyor. Seneye yaşarsam tabi diye ekliyor yine gülerek. Tekrar yukarı çıkıyoruz. Balkonda yarım kalan kadehlerimizi içiyoruz. Fotoğraf çekilelim mi diyorum. Tabiki diyor. Yayınlayabilir miyim diyorum. Bunada evet diyor. Ninem aklıma geliyor böyle zamanlarda, yada köydeki diğer kadınlar. "Aman böyle çekme, pek çikinim bugün, üstüm başım iyi değil, benim gibi gocagarıyı kim neylesin" diye karşı çıkışları. Bayan Susi'de hiç öyle bir tavır yok. Kendinden gayet emin.
Kalkarken masadaki bardakları ve diğer eşyaları mutfağa götürüyorum. Bardakları yıkayıp dolaba yerleştirirken Bay Anliker'in içtiği kahverengi puro şeklindeki sigara paketlerini görüyorum. Onun için almış belli. Acaba tekrar buraya gelip, bunları içebilecek mi diye düşünürken içimi bir burukluk kaplıyor. Bardakları yerleştirip hemen kapatıyorum dolabın kapağınıı.
Ayrılırken, eğer bir kaç gün bir yere gitmek isterseniz kedilere ben seve seve bakarım, diyebildim sadece. Kucaklaştık..
Karşı komşum da aynı yaşlarda. Oğluyla yaşıyor. Koşturmalarda pek görüşemiyoruz. Ama arada bir sakin halimde gidip kapısını çalıp bana davet ediyorum. Tıpkı dediğin gibi araya girip iki kelime edemiyorum. Hatta çay servisi yapamıyorum. En çok konuşmaya ihtiyaçları oluyor sanırım ki benim komşumun dört çocuğu olduğu halde.
YanıtlaSilİnsan nasıl hüzünleniyor, değil mi? Allah uzun ömür versin Bayan Susi'ye, daha nice seneler üzümleri toplayın birlikte.
Ama güzel konuşuyor. Severim zaten dinlemeyi. Son dileğine yürekten bir Amin 🙏
Sil87 vay canına, Maşallah. İçimden dua ettim ne olur kedileri ölmeden ölmesin diye, (Amin)çünkü ben bu yaşımda bile çok korkuyorum Bücürük'ten önce ölmekten o duyguyu daha doğrusu endişeyi çok iyi biliyorum.
YanıtlaSilÜzümler için afiyet olsun, yazın hem hüzünlü hem güzeldi, eline sağlık, fotoğrafta ilk kez seni bu kadar yakından gördüm, çok tatlısın, Bayan susi de yaşlı ama sempatik. Dilerim sağlıklı, uzun yaşar. Kedileri onsuz kalmaz.:(
Sevgilerimi bıraktım:)
Tabi onun halinden en iyi sen anlarsın. İnsanın çocuğu gibi kediler. Bence onların yüzünden ayakta kalabiliyor. Her işini kendi yapıyor.
SilTeşekkür ederim güzel yorumun için.
Dostlukta yaşın hiç önemi yok. Önemli olan anı paylaşıp iletişim kurmak.
YanıtlaSilSeksen yedisinde hayatın içinde olmak ne güzel.
Aynen dediğin gibi. Yaşlı insanlarla sohbeti ezelden severim. Birde boş konuşmuyor.
Silyaaa <3
YanıtlaSilben kesin "benim gibi gocagarıyı kim neylesin" teyzesi olacağım. Halbuki Bayan Susi olsak ya hepimiz. :)
Sanmam öyle olacağını. Bunun farkındaysan eğer olmayacaksın. Bayan Susi olacağız hepimiz😘
SilÖzlemişim senin yazılarını canim.Bir kitaptan bir bölüm okuyormuş gibi okudum.Bayan Susi'yi çok sevdim ;)
YanıtlaSilAytül uzak kaldık bu ara. Ama bu benden kaynaklandı. Yazamadım buralara bi ara. "Özlemişim yazılarını" bu iki kelimeyi bi kaç kez dile getiren arkadaşlar oldu. Sende söyleyince iyce bir kavilrşti bu duygum. Sağol. İzmire sevgiler.. 💜
SilUnutmuşum bu yazını okuduğumu ve, yine okurken aynı duygudaydım. Keşke Bayan Susi ve Bay Anliker'in hikayesini senin sözcüklerinle bir kitapta okuyabilseydim istedim.
SilCanım ne güzel bir yazı bu. Anı defterine hakkıyla işlenecek bir üzüm hikayesi. Ve şarap, kadehler... Böyle kıymetli kadehler olunca falan dokunmaya korkarım ben. Sanki o bardaklar elinden kayacakmış gibi geldi hep. Çarpıcı bir son olurdu bu hikayede bardakların kırılması, sanırım ondan.
YanıtlaSil:)
Ah bu ben, ah bu sen! Diyorum ve öpüyorum seni.
Bende seni😘
SilMasal gibi ♥
YanıtlaSilMasal gibi diyorum çünkü ancak masal kahramanları bu kadar doğal ve rahatlatıcı olur...
Öpüyorum seni ♥
O zaman masal gibi bir hafta olsun. 💜😘
Silheeey onlar ne çeşit üzüm sölesenizeee ve hangi tür şarap yapılıyo onlardaaaan :)
YanıtlaSilKüçük, mor, mayhoş ve kokulu üzümler. Şarap değilde şnaps yapıyorlar.
Sil