Sayfalar

4 Şubat 2014 Salı

Ben köyümü özledim..

en son köyde ben..
Bizim köyde hayat bir başkaydı sanki.. Minicik bir köy olduğu için ne bir köy kahvesi nede bir bakkal vardı.. Buna rağmen hiç canımın sıkıldığını bilmem mesela o köyde.. Zaten ara sıra böyle bir şeyi dile getirdiğimde, "sıkı can iyiydir, hemen çıkıvermez" derdi ninem.. Yada, "a aa, can'da mı  sıkılırmış, can nasıl sıkılır, bir anlatta bende bileyim?, derdi.. Ee gelde anlat.. Git damı süpür, git bahçeyi sula, git ibrikleri doldur, diyerek iş bulurdu bana.. Yapmak istemeyincede, o can sıkısı değil, tembellik derdi.. Böyle böyle can sıkıntısını unuttum.. 

Kadınıda, erkeğide çalışır bizim köyün.. Çocuklarada o yapılan işlerin küçük, eğlenceli tarafları verilerek el yatkınlığı ve becerileri geliştirilirdi.. Örneğin, haftada bir 15-20 tane köy ekmeği yapılırdı.. Koca teknelerde hamur yoğrulurken, kenardan bizde hafif hafif su dökerdik.. Hamuru iyi yoğurmak gerekir derdi, ninem.. Sonra fırın yakılırdı, fırında yakılan odunlar sobada yakılandan daha uzun ve kalın olduklarından biz onları taşıyamazdık.. Biz çıra, mozak ve kibritle bekler, ateş nasıl yakılıyor bakardık.. O çıralar ne güzel kokardı.. O fırın baya bir yanardı.. Süngü denilen aletle ( uzun bir sopa, ucunda eski bez parçaları tutturulmuş) iş yine bize düşerdi.. Gider onu pınarın biriktirdiği olukta ıslatıp koşa koşa fırınevine getirirdik. Onunla fırının içindeki küller temizlenirdi.. Sonra bir kadın ekmeklerin hamurunu avuçlarıyla "yassıağacın" (ince bir tahta) üzerinde somun haline getirir, küreğin üzerine koyar, biz çocıklarda bir tasın içindeki yumurta ve susam karışımını somunların üzerine minik ellerimizle cıp cıp sürerdik.. Kazıyacak la tekneyi kazırdık.. Bir sonraki ekmeğin mayası olurdu o tekneden kazınan hamur.. Sonra çevreyi bir bir ekmek kokusu alırdı.. Çevre evlere koktu diye birer ekmek verilirdi. Onlarda ekmek yapınca sana getirir böylece bir denge kurulurdu.. Bence en güzel kokudur sıcak ekmek kokusu.. Bazı somunların başından küçük bir somun daha oluşurdu fırında pişerken, bunada ekmek kuzulamış derlerdi.. O kuzu ekmeklere tere yağı sürüp yemenin tadı gibi tat çocukluğumda kaldı.. 
Sonra yine çamaşıra girilirdi, ırmakta.. (Fırınevi gibi buda çamaşır yıkama evi) 
O gün akşama kadar çamaşır yıkanırdı.. Bizde küçük, havlu, peşkir, teharet bezleri, falan yıkadık.. Kil kokusu var mesela hafızamda.. 

Sonra yazın harman zamanı.. Tarlaların adı vardır.. Akınbeli, Kaşın arkası, Derindere, Kocadere, Pınaryanı, Acıpınar, Dımışkı, vs. Dımışkı artık her ne demekse? Çok soran oldu, bilmiyorum.. Kimsede bilmiyor.. Ama adı garip olsada kendisi en güzel tarlamız ve bahçemizdi.. İçindedeki elma, erik, ceviz ve findık ağaçları ile.. 

Hangi tarlaya gidileceği önceden belli olurdu ki, öğlen yemeği o tarlaya gelsin.. Erkekler önde ellerinde tırpanlarla aynı ahenkle birbirine paralel şekilde ekini biçerek gider.. Arkasından biraz güçlü olan gençler yaba ile ekinleri öbek öbek bir yere desteler.. Yine biz çocuklar ve biraz daha yaşlılar tırmık ile kalan başakları destelere çekerdik.. Sonra traktörlerin römorklarında taşınan ekinin en tepesinde gitmeye bayılırdık.. 

Birde o tarlalarda yenen öğle yemeklerine.. Kaşıksapı o tarlalarda bambaşka.. Sonra buz gibi karpuz.. 

Dımışkı'da aynı zamanda bahçemiz olurdu.. Fasulye, domates, patates, biber, salatalık, soğan, sarımsak,  kabak ekilirdi.. Kışın pırasa, ıspanak, lahana..  Bir kenarda maydonoz, nane.. Bahçede ne ararsan var.. Sadece bir ağaç yaz elması vardı.. En çok sevdiğim elme.. Kokulu, mayhoş.. Başkada elma sevmem zaten.. Birde kedibaşı elması vardı.. Kocaman ekşi bir elma.. Sevmezdim.. Sadece şekli ve adı hoşuma giderdi. Bahçe sulamak en sevdiğim işlerden biriydi.. Kürekle karıkların ağzı açılır, suyun akış hızına göre karığın sonuna geleceği hesaplanır, ve zamanında karık başını kürekle değiştirmeyede bayılırdım ben.. Bazen karığın altında otururdum, nineme "geldi" diye bağırırdım. Salatalık karığı en eğlenceli olanıydı. Küçük salatalıkları koparıp, karığa akan suda yıkayıp çıtır çıtır yemek gibisi varmı? Bazıları acı olurdu.. Bunu eklerken biri osurmuş o zaman derdi ninem.. Aynı şeyi soğan içinde söylerdi. E bu bahçeyi eken tek insan ninemdi? Bak o zaman bunu hiç düşünemezdim.. Çünkü bu imkansız gibi bir şeydi.. Ben ninemin osurduğunu hiç duymadım:)) 

Güzün başka güzel.. Güz işleri.. Fasulyeler sırıklardan sığalanır.. Baklalar çıklanır.. Erikler çizilir, kurutulur, elmalar toplanır.. Kışın hoşaf yapmak için kurutulan, elma, erik ve armutlar.. Tarhana yaparken güneşin karşısında kuruyan tarhananın hamur parçalarını alt üst ederken beyaz çarşafların üzerine bakmaktan,  evd girdiğimizde güneşten etkilenen gözlerin bir süre karanlık görmesi.. Kör oldum zannederdlm.. Bir yarım saat falan düzelmedi gözlerim.. Önce karanlık, sonra gözlerimin ucunda parıldayan cisimler görürdüm.. 

Kış artık köylüler için rahatlık dönemi.. Dedelerin yaptığı kızaklar, daha iyi kayması için sarımsakla bilemeler, gece fenerleri ile oturmalara gitmeler, iğde, ve nar yemeler.. Soba üzerinde kestaneler.. Çok severim iğdeyi.. Meyva mı, sebze mi, ne olduğu belli olmayan odunsu bir besin. Ben buralarda hiç görmedim iğde.. Yok öyle bir şey. 

Bunun dışında, hayvanlarla olan ilişkide var. Hindi, ördek, inek, tavuk var. Civcivleri var. 21 günde yumurtadan çıktıklarını çocukluğumda okuyarak değil, yaşayarak gördüm. Ilk yumurtadan çatladıklarına şahit olmak.. Ilk çok çirkinler. Ama bir kaç gün sonra pamuk gibi. Portakal rengi gagalar.. Yada ördek yavruları.. 
Tarlalara giderken karşılaştığımız kocaman kamplumbağalar.. (Tospa deriz biz) onların üzerine binerdik, önce kafalarını içeri çekerler, sonra yavaşça çıkarır ve yola devam ederler, bizde onların üzerinde ağır ağır yol alıdık.. Oysa yürüyerek gitsek daha çabuk yol alırız.. Ama çocukluk işte.. O başka bir zevkti.. Umarım ona acı vermiyorduk.. 

Mesela koza nasıl olur, biliyordum. O küçük kurtçuklar dut yaprağı ile beslenerek kocaman olup, kendilerini nasıl hapsettiklerini gözlemlemek.. O kozaları kaynatıp, ipek çıkarmak. O ipekleri boyamak.. Sonra iğne oyası yapmak.. O kadınların başındaki o çiçek gibi oyaların hangi aşamadan geldiklerini görerek, bilerek yaşamak.. 

Tüm bunların dışında vakit kalırsa, yaşıt çocuklarla, saklambaç, tombik, Çelik çomak oynuyorduk..  Akşamları, oturmaya gidildiğinde, oynanan oyun, yüzük kimde, nesi var, ve birde kibritle oynanan "hakim, savcı" mıydı tam hatırlamıyorum oyunun adını.. Kalabalık şekilde oynanan bir oyun.. Herkes sıra ile kibrit kutusunu atar.. Dik halde durduran, hakim olur ve birine ceza verir.. Bir peşkirin, yada havlunun ucu ıslatılır, düğüm yapılır, suçlu olanın avucuna o ıslak havlu ile avucuna 3,5,10 kere vurulurdu.. Bazen gözümüzden yaş gelirdi ama, acıya dayanmayı öğrenirdik.. Çokta zevkli olurdu. Mazoşistliğıde öğreniyorduk böylece:))

Ama kimse kimseye kızmazdı.. Nasıl olsa sıra onada gelecekti.. Bana acıyacak vurana bende acıyarak vuracaktım.. Bana vurana bende vuracaktım.. Bana iyi olursan bende sana iyi olurum, der gibi.. 
Hayvan bitki oynardık çok.. N harfinden hiç hayvan bulamazdık mesela.. O var aklımda.. 
Sonra harita üzerinde şehir bulmaca oynardık.. Artık şehirlerin valisi bizmiş gibi hemen bulduğumuzdan, kasabalara, hatta en küçük yazılı olan bir yeri seçerdik.. Birde belli olmasın diye, haritanın doğusunda önce bulur, sonrada batısına bakıp sanki oradan bir yer soruyormuş gibi yapardık.. Böylece ülkenin coğrafyasını tanımış oluyorduk.. 

Eee, gelde böle bir ortamda canım sıkılıyor de.. Sıkılmazdıki.. 

Ya, anlat anlat bitmez..  Ben bu yazıyı neden yazmak istedim biliyormusunuz.. Bu alttaki resim oldu.. Köyümüzden tanıdığim komşumuzun bu fotoğrafını görünce köye gittim ben bu gece..? Aslında pek bir şey değişmemiş köyümüzde.. Dedeler ve torunlar yine aynı.. Tıpkı nineler ve torunları gibi.. 
Şu resimdeki sıcaklığı hissediyorsunuz değil mi? Dede torununun oturağı olmuş.. Sandalye kenarda boş.. Belki orada babanne oturuyordu, ve tarhana çorbası pişirmek için eve gitti.. Yada fırınevinde ekmekler pişti mi, bakmaya gitti..  Öncesinde Mısır közlenip yenmiş.. Şimdide olgun mısırları sığalıyorlar, kışa hayvanlara vermek için.. 
Bizim köyde insanın hiç canı sıkılmaz.. Her mevsim, ve her zaman yapacak bir şey hep var.. 
Kil toplanır, mantar toplanır, mozak toplanır, kekik toplanır, kekik suyu yapılır, kızılcık toplanır, kızılcık tarhanası yapılır, hasta çorbası denir, elma toplanır.. Dut dalı bir çarşafa silkelenir hep birlikte başında hem dut yenir, hem dedi kodu yapılırdı.. Insanlar hep mutluydu...

Bu sıcaklığı hangi şehir ortamı, hangi  bilgisayar oyunu verebilir? 
Ben köyümü özledim.. 
Foto: Oktay Özkan, Bizim köyden dede ve torun..
o pinarin aktigi oluk..

köye giriste hos geldin diyenler..

7 yorum:

  1. Teşekkürler güzel bir yazı beni çocukluğuma götürdünüz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben tesekkür ederim.. Bana eser, giderim ara sira cocukuluguma:)) Yaz yaz bitmez..

      Sil
  2. Canımıniçi, anca okudum. Çok güzel olmuş. Beni de kendi yaşadıklarıma götürdün. Bunun yanında nostalji olsun diye ekleyebileceğim; nişasta var, onu da biz yapardık, bulgur var, köy meydanında ki dibeklerde dövülen sonra tütün var, bayılırım o halı gibi çıkan ilk fidelere, sonra çıtır çıtır kırılıp, dizilen o zift kokan yapraklar ve şeker pancarı... Evet, bunları yaşayarak büyümüş olmak, bilmek bence de çok keyifli. İnsana kattığı bir derinlik, keyif ve huzur var... Bu arada okuyanlar Dımışkı gerçekten çok keyiflidir, tablolara kaynak olabilecek bir tarladır :)
    Ellerine sağlık canım...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tesekkür ederim Ayca:) Ekledigin seylerde var dogru.. dedim yaz yaz bitmez.. Birgün yine Dimiskida bir seyler icelim birlikte:) Sonrada Sinopta..

      Sil
  3. Kaldimmi Dut gibi:)) bir apartman cocugu olarak kiskandim tabi, ne cok sey varmis köyde yapilan.. Cok begendim..
    Çitlenbik

    YanıtlaSil
  4. İnsanın köyü gibisi yok, orda insan var orda yaşanmışlık var :)))

    YanıtlaSil