Sayfalar

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Yaz Tatilim 2015 (Mudurnu, Köy)

Eveeet, nerde kalmıştım? Tatilimin 3. ve belkide sonuncu olan İstanbul ve Mudurnu bölümüne. 

Çanakkale'ye düğün için gelmiştik. Düğünlerin en güzel tarafı, uzun zamandır görüşemediğin yakınlarınlarınla kaynaşmak oluyor. En son atılan düğümün çözülmesine yakın tekrar o düğümü sağlamlaştırmak gibi, veya yeni düğümler atmak gibi. Öyle oldu bizdede. Düğünü uzun uzun anlatmayacağım, sadece Çanakkale'de, deniz kıyısınnda, uçuşan turkuaz tüllerle, akşam güneş batarken başlayan düğün zaten güzel olmaz mı? Çok güzeldi. Çok eğlendik.,
İki günlük Çanakkale ziyaretimizden sonra otobüsle İstanbul yolculuğumuz başladı. Haftasonuna denk getirmeye çalıştım ki, İstanbul'daki yakınlarımı tatilde yakalamak için. Güzel bir haftasonu oldu. İstanbul'u belki sonra anlatırım, fakat ben kendimi ana kucağında gibi hissettiğim yer olan Mudurnu gezimi anlatmak istiyorum. 


Taylan'la birlikte yapıyoruz bu tatilimizi hala. Taylan bir kez gitmişti bizim köye cocukluğunda. Hayal mayal hatırlıyor. Benim gibi duygusal bir bağ yakalayamayacağını düşünerek, İstanbul'da kalmak istedi. Pek sevdi İstanbul'u. "İstanbul ist sooo eine coole Stadt" dedi durdu. Aslında bende zorla götürmek istemiyordum, ama oraları, insanlarını bilinçli bir yaşta, bir görsün, bir tanısın istiyordum. Nasıl olsa dönüşte tekrar İstanbul'a gelecektik. Bunu Taylan'a böyle bir kez söyleyince tamam, bende geleyim o zaman, dedi. Canım oğlum benim, çokta uysaldır. 

Bir pazartesi sabahı, Gümüşsuyu'ndaki servise yetişmek için on dakika gecikmeli gittik, demiştim ya bu 1. bölümde şans yakamızı hiç bırakmadı diye, sanki bu tatil boyunca, o şans denilen şey neyse artık, eni konu oturmuş, "bu kadın ola ki bir yanlış yaptı, ne yapın edin, düzeltin" der gibiydi. Biz on dakika geciktik ya, meğer bizi Alibeyköy'e götürecek servis'te tam on dakika gecikmişti. Taksiden indik, servise bindik. Sonra Bolu'ya yolculuğumuz başladı. Mudurnu yazıhanesine vardığımızda 10 dakika sonra kalkacak minibüse olağan üstü bir yoğunluk vardı, ve bilet sırası hiç ilerlemiyordu. Minibüs zaten dolmuştu, ve 1 saat daha beklemek istemiyor, bir an önce Mudurnu'ya gitmek istiyordum. Sinirli halimi gören Taylan, "anne sakin ol, 1 saat sonra gideriz" diyordu. Tabi, nerden bilsinki benim içimden taşan Mudurnu hasretimi.. İşte sıra hala ilerlemezken, minibus şoförü, "Mudurnu yolcusu var mı" diye seslendi tam kalkacağı saat.. Benn, bizz, dedim sağ elimi en yukarıya kaldırarak, tamam geçin 1 ve 2 nolu koltuğa, parayı içerde alırız, dedi.. Aman tanrım, ayakta bile gitmeyi isteyen ben, dolu minibüse sonradan bin ve en ön koltuğa kurul.. Şans işte.. Keyfime diyecek yok. 
Iste bizim ev..
Sarı ekin tarlaları arasında, kıvrılan köy yollarında ilerliyorduk. Göynük ve Mudurnu başörtülü kadınlar, kasketli amcalar Mudurnu şivesi ile bıdır bıdır konuşuyorlardı. Orada bir yabancı gibi otursamda aslında o kadar oralıydım ki!
Biri, "bidaa gemeycen, bolbazarı günü tohtura, nece galabalık ortalık, bu ıccakta canım çıkıverecek gibi oodum" deyince, yüzümde bir gülümseme belirdi. Tamam, dedim, ben Mudurnuda'yım bile. Birde o yazanenin neden kalabalık olduğunu anladım. Pazartesi, Bolu pazarı olur. Zaten o yörede Pazartesi'ye "Bolbazarı günü" denir. Böyle güzel konuşmalara, masum dedikodulara kulak vererek, elli dakikalık yolculuğumuzun ardından güzel, tarihi Mudurnu'ya ulaştık. Buradanda bir 10 dakika taksi ile Alahnaya (yeni adı ile Esenkaya köyüne) gidecektik. Ama ben sürpriz olsun diye kimseye haber vermemiştim. Yemeğimizide yiyip öyle gidelim, dedim Taylan'a. Tabi bunu köyde anlatsam kızarlardı bana. Ama ben yinede kendi bildiğimi yaptım. Aslında Hacı Şakirler Konağı'na gidip bir Kaşıksapı yemek isterdim, ama bavullarla uzak geldiği için, Mudurnu içinde bir konağa geçtik. Önce bir yorgunluk çayı içtik. Bir güzel geldi o çay. Sonra ikinciyi içtik. Kaşıksapı var mı? dedim. Tabiki var dediler. Birde Mudurnu tarhana Çorbası taze taze dediler. Tamam, dedik. Türkiye'de Wi-Fi olduğunda internet ulaşımım oluyordu. Instagramdan tanıştığım @zen_free İstanbul'da yaşasada, oda aslen Mudurnu'luydu, benim gibi. Ve biz hiç tanışmasakta, hep tanışıyormuş hissi taşıyorduk. Hatta o zaman zaman, "ben seninle tanışmadığımı unutuyorum" derdi. Biz yemeği beklerken, ona "Mudurnu'damısın?" yazdım sadece. "Evet, yoksa sende mi?" gelen cevaba, Evet, deyip yerimi bildirdim. Bu arada biz çorbamızı içtik. Tarhana Çorbası deyince, bizim oraların tarhanasını severdim, ama tarhana deyince sadece Uşak tarhanasını tek geçerim, derim. Zaten ülke çapındada bir marka olmuş. Ama, Kaşıksapına diyecek lafım yok. Zaten sadece o yöreye ait bir makarna çeşidi. Ama, köylerde evde yapılanlar çok daha lezzetli. İşte yemeğimiz bitmek üzereyken konağın kapısında iki güzel kadın belirdi. Yıllardır tanışıyor gibi kucaklaştık. @zen_free ve ablası Kâmuran abla. Kâmuran Esen. Emekli öğretmen, ve hala Mudurnu için canla başla Mudurnu belediyesinde gönüllü  çalışan, "Mudurnulu Fatma Nine'nin Günlüğü" Kitabı'nın yazarı. Mudurnu şivesi ile yazıları olan tek kadın. Yazan, okuyan, üreten, hümanist, aydın, sevecen, paylaşımcı, misafirperver, olağan üstü bir kadın. Hakkaten abartmıyorum. Abartmayıda sevmem zaten. Kim neyse o, bende.
Ama bu Kâmuran abla tam bir atom karınca. Onu tanıyınca, ne kadar tembelim diye kendimden utandım. Gerçekten.. İçeri girer girmez, "insan Mudurnuya gelirde, burda Kaşıksapı mı yer, biz ne güne duruyoz?" dedi. Misafirperverliğine verdim, meğer ciddiymiş. Yemeği bitirdik, Konak sahibi, "bir kahve alır mısınız" diye sorunca, Kâmuran abla, hayır kahveyi bizde içeceğiz dedi. Hesabı istedim, Konak sahibi yine, elerini göbeğinin altında birbirine kavuşturmuş şekilde, burada herşey bedava dedi. Kâmuran abla oturduğu yerden o işi nasıl halletti, hala anlamış değilim. Mudurnuda herkes onu tanıyor, ve çok seviyor.



Konağa çok yakın olan evine yürüyerek bir vardık ki, bi an kendimi yine İsviçre'de sandım. İki katlı ahşap bir evin balkonları pembe-kırmızı  sardunya çiçekleri ile süslü.  Mudurnu evleri güzeldir zaten, ama bu kadar bol çiçeklisini ve sevimlisini ilk kez gördüm. Tabi hemen önünde fotoğraflar çekildik, ve merdivenlerden yukarıya çıktık. Ilk kez gördüğü bana, " bak canım, olurda Mudurnuya gelirsen, ve ben evde yoksam, anahtar şurda, burası seninde bir evin" dedi. Biz büyük Şehirlerde yaşarken bu güven duygusunu yitirmişiz. Ama Mudurnu'da demekki hala insanlar birbirine inanıyor ve güveniyorlar. Ne güzel bir olgu bu. Hayretler içinde kalmadım, sadece eskiden yaşadıklarımın hala aynı olduğunu görmek mutlu etti beni. @zen_free ile sürekli hayalimizde olan, o evde, bir kahve içmenin keyfini sürdük, sonrasındaki buz gibi karpuz dilimleri ile. Ama sohbetimize ara vermeden. Akşam saatlerinde artık ben Köye gitmek istediğimde, iki kız kardeş bizi otomobilleri ile Köye bıraktılar. Zaten bizim Köydeki evi instagramdan tanıyan @zen_free o evde bir çay içmek için sözleşmiştik çok önceden. Güya sürpriz yapacağım ya köydekilere, patladı o sürpriz. Köye vardığımızda, bizim evin kapıları duvardı. Bu ilk etapta çokta kötü bir şey değildi.  Çünkü her evin kapısı herkese sonuna kadar açıktı. O Köyde her evin kızıyım ben hala. Herkes gözyaşları içinde karşılar ve kucaklarlar beni. Eminaların bahçesinde oturduk hep birlikte. Kâmuran abla ile, bizim bahçesinde oturduğumuz Eminaların Metin abi okul arkadaşı çıktılar. Sohbet, muhabbet.. 
Metin abi bizimkileri aradı, meğer onlarda Seben'e aile ziyaretine gitmişler. Gece geleceklerini söylediler. Kâmuran abla ve @zen_free beni emin ellere teslim gidince, bende Taylan'la birlikte köyün başındaki Kaş'ta yatan ninemin mezarında aldım soluğu. Sonra Kaş'ta oturup Köye tepeden baktım, birde sigara tellendirdim. 
Arkamda kolye gibi duran yaylalar, önümde küçük bir köy, etrafı biçilmiş sarı ekin tarları, ve Mudurnuya uzanan bir yol. Çocukluğuma ait görüntüler, duygular ellerimle dokunabileceğim yakınlılkta. Taylan'a bir şeyler mırıldanıyorum geçmişe dair ama, beni anladığını düşünmüyorum. Fotoğrafları sadece makinaya değil, beynimede çekiyorum yeniden. Hava kararmaya yüz tutarken bu seferde çayıra doğru gitmek istiyorum. Nasıl olsa karnımız tok, Metin abi ve Müşerref yengelerin konuğuyuz ya, onlardan izin alarak çayıra gidiyoruz. "Çay demlenene kadar gelin bak" diyorlar. Çayırda bir oturakta diğer insanlar oturuyor. Beni görünce seviniyorlar, bende öyle. Yeşil nohut koparıp veriyorlar elimize. Dalından koparıp parmaklarımızla pıtlatıp ağzımıza atıyoruz kendinden tuzlu nohut tanelerini çekirdek çitler gibi.  Sonra Çayırın Ayşe yenge çıktı geldi. Çok severim. "Ah, gözelim, hoş gedin, sefa gediiiin, nelleden çıkıverdin" diyerek sarıldı. Yüzü hep güleçtir. Öteevlerin Nimet abla, Necati abi, Ayşe yenge ve diğer gelinler orada öylece oturup kaldık. Müşerref yenge çayı demlemiş, beklemekten yorulmuş, elinde bir sopa, misafirine sahip çıkmaya yani bizi toplamaya geldi. "Gı, ben gemesem, ne zaman gelecektiniz, dedi?  Gittik, çayımızı içerken, amcamlarda geldi Seben'den. Bizim evin ışıklarıda yandı. Işığı yanmayan, bacası tütmeyen ev bana çok acıklı gelir. Nihayet gece yarısına dogru bizim evin kapısından içeri girdim, ve ilk girişte taşlık ve çok önceleri buzdolabı gibi serin olan ve yiyeceklerin orada saklandığı  "hayat" dediğimiz yerde evin kokusunu çektim içime derin derin. Bir evin kokusu hiç mi değişmez? Dolaplar aynı, perdeler aynı, kilimler aynı, kolonya şişesi, şekerlik aynı, dikiş kutusu, rafta duran saray helvası kutusunda duran fotoğraflar aynı. Hela (wc) kapısının gıcırtısı bile aynı. Yine çocukluğumdan kalan özel bir sestir. Bir kez çıktığında o ses biri abdestliğe (tuvalete) girdiği, ikinci seste çıktığı anlamına gelirdi. Hala öyle. Çok özel sesler, kokular, ve nesneler var hiç değişmeyen. Onları hissetmek, onlara dokunmak çocukluğuma dokunmak gibi. Çok derin duygular içinde oluyorum ben hep orada olduğumda. Misafir odasında, yer yatağında yani döşeklerde yatıp, ninemin diktiği yün yorganlarda, yastıklarda ve ninemin elleri ile dokuduğu çarşaflarda, yatarken pencereyi aralayıp yattım. Çünkü köyün ortasında sürekli akan pınar'ın sesi ötüşen çekirge sesleri, ve uzaklardan gelen köpek sesleri ile uyumakta çocukluğuma ait seslerdi. Bir gece kalacağım evde hem uyumak istiyor, hemde o sesleri sonsuza kadar duymak istiyordum. Karşımda duran naftalin kokulu sandıklar ninem öldükten sonra hiç açılmadı zaten. Her yıl gittiğimde,yatmadan önce ninem koynundan çıkardığı anahtarla açtığı sandıklar 2008 den sonra kapandı. Gerçi içindekileri, ben artık gidiciyim diye dağıtmıştı, ama insan alışkanlıklarından vazgeçemiyor. En çokta ninemin sandığını severdim. İşlemeli sandık, anahtarla sağa doğru değilde sola doğru iki kez çevrilirdi, ve iki kez "şiring şiring" diye bir ses çıkarır sonra açılırdı. Bu sandık sesleri, içindeki naftalin kokuları yok attık, ama diğer sesler, kokular, eşyalar hala mevcut. Hepsini doya doya yaşamaya çalıştım. Doydum mu? Hayır. Zaten hiç doyamadım ki ben oralara. Ama yaşayıp, gördüğüme şükrettim. Ertesi gün ayrıldık köyden İstanbul'a doğru... 

Hic degismeyen perdeler, müze gibi..
evin pencereinden toplanabilen erikler..
Köye giris..
Mudurnulu bir Teyze..  Fotograf cekme iznimi aldim..
iste köyü kucaklayan dev yaylalar..

4 yorum:

  1. Okurken gözümden yaşlar aktı. Sanki büyümüşüm de her bayram köyüme gitmek için gün saydığım köye yıllar sonra gitmişim de o anıları yaşamışım gibi geldi, o derece aktardınız bana bu ara da benim köyüm farklı bi şehir de diğer bolumü soran meraklı adsız benim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Meraklı Adsız:) buda iyiymiş. Demek ki, bütün köylerde aynı olgular, duygular ve masumiyet aynı, farklı bir şehrin köyünden olsanda. Şimdi o köyü merak ettim bende:)

      Sil
  2. Merhaba Server;
    Nasılsın? İyi olmanı dilerim.
    İnceliğin için teşekkür ederim.Yazını benimle paylaşma gereği ve isteği duyman, büyük incelik. Anlatını bir solukta okudum. Sonra bir daha. Yalansız, yapmacıksız, sıcak bir sohbet tarzındaki anının satırlarında kendimi görmek, bana çok iyi geldi. Anılarında bir figür olmak gerçekten çok hoş.Yazında; memleketimize duyduğun sevginin, özlemin,insanlara yakın duruşunun, duyarlı ve sevgi dolu yüreğinin yansımalarını buldum. Ayrıca, yazı dilini de çok beğendim. Bu beğenimde, benden övgü ile söz etmiş olmanın inan hiçbir etkisi yok. Ben çok iyi ve acımasız bir eleştirmenim. Genç yazarlara yorum yazıyorum, eleştiri yapıyorum bir edebiyat sitesinde.
    Ben iyiyim ve çok yoğunum 19- 20 Eylülde yapacağımız bir etkinlik için hazırlanıyorum. Eleman kısıtlı, para kısıtlı hatta yok vs.Yoktan yonga koparmaya çalışıyorum senin anlayacağın.Gidiyorum gidiyorum gidiyorum, bi arkama bakıyorum ki bir arpa boyu yol almışım.Yani hedefi vurmak için defalarca atış yapıyor gibiyim. Ama sonunda güzel şeyler çıkıyor yine de .Bu beni çok mutlu ediyor.
    Kısa ama içi dolu görüşmemizin tekrarını çok arzu ederim. İnşallah bir gün yine görüşmek kısmet olur.Taylan’a çok selâm ve sevgilerimi ilet.
    (Kâmuran Esen)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kâmuran ablacığımm. (Hocam)
      Ne hoş bir duygu senin gibi bir edebiyatçıdan, öğretmenden, köşe yazarından, güzel yorum almak, kaldı ki, eleştirebilirsinde, senin eleştirin beni ancak doğru yola akıtır.
      Bıkmadan usanmadan koşturmak senin yaşam biçimin olmuş artık. Aynı hedefe sürekli atış yapmak usandırmıyor seni. Olanaksızlıklardan bir şey çıkarmaya çalışıyorsun, az şey mi? Umarım emeklerin boşuna gitmez, sana başarılar dilerim. Enerjin hiç tükenmesin. Ve tekrar görüşmek benimde çok istediğim bir şey.

      Sil