Dündü. Sabalin dokuz gibi uyandım. Her zaman yaptığım gibi iredyoyu açdım. Elimi yüzümü yıkadım. Aynada kendime bakdım. Bu ne çikinlik dedim aynadakine. Gittim mutfağa. Gocaman bir bardağa su dökdüm, içinede ilimon sıkdım, dikdim gafama. Kendime gedim.
Geyindim, guşandım, yüzüme gözüme birez bi şeyle sürdüm - sürüştürdüm, saçımı daradım, aynaya bi ta bakdım. Hah, hinci oldun, dedim. Aynadakı da güldü.
Gışlık galın ceketimi ve botlarımı giyip, çantamı aldım. Gapıya gelince arabanın enehterini unuttuğumu farkettim. Oraya bakıvedim, buraya bakıvedim enehter yok!! Gorktuğum başıma mı gelecek yoğusam, dedim. Hemen bizim uşaklara vatzaptan “arabanın enehteri nerde” deye yazdım. Cevap veremeyolla.. Onlayn olup, okuduklarını bilip durun. Bi ta yazdım. Durur muyum? Kör toğuk gibi dolanıyom ortalıkta. “Eeeyyy, kime diyom, enehter nerde” deye? Bizim Deniz “çok üzgünüm, anahtar cebimde kalmış” demez mi? Başımdan gaynar sula döküldü. Emme yapacak birşey yok. Deniz nerde mi? Nerde olacak? Trende, Zürih’e gidibatı. Yedek enehter zati gayıp nicedir. Öbür oğlan Taylan, “ şimdi bir kahve yap, ve güzel bir gün hediye et kendine” demez mi? Şöyle bi düşündüm, olan olmuş, delirmenin bi anlamı yok. Artık, soyundum, dökündüm. Bi gayfe yaptım. Bazar günü yapamadığım ütümü yapdım, işe gitmeyvedim. Emme, başka yerlere toplu taşıma mı deyolla ne, işte onlarınan gittim. Bolbazarı (pazartesi) günü öğleden sona gursum oluyo. Neyse günü böle akşam etdik.
Akşam hiç bi şey o’mamış gibi yimeğimizi yidik, içdik.
Böğün (bugün) olanlara ne demeli? Bizim Deniz salı günleri sabahın köründe galkıyo. Sabahın körü dediysem hakkat körü. Sabah 4.45. Yolu uzak ye. Teeeee Zürihlerde okulu.
Neysecime, ona geceden ekmek yapıyom, sabalin ıscacık yisin deye.
İçime mi doğdu bilmem, sabah 5.45 te uyandım. Deniz gitti miki deye galktım. Baktım ekmek duruyo öle, odasına yöneldim bu sefer, gapısını tıklatıp açtım, uyuyup duru. Beni görünce birden fırladı yatakdan. O hazırlanırken, bende ekmeğinin arasına bişeyle godum, iki mandalina verdim çantasına, eceleyle çıktı evden Metroya yetişmek üçün. Ordan böyük istasyona, ordan Zürih’e gidecek hani.
O’nu gönderdim, kapıyı ardından kilitledim, tekrardan başımı yasdığa godum. Aradan yirmi dakka geçti geçmedi, telefonun sesi gısık emme, olduğu yerde zonklayıp duru. Bu ne ki sabahın köründe dedim, baktım bizim Deniz. “Anne Metro’da sorun varmış gelmiyor, beni Gar’a bırakır mısın?” Hey Allah, dedim hemen geliyom. Geyinmeye vakıt mı var? Nasıl fırladım yatakdan. Pijamamıda çıkarmadım. Ayağıma terlik, üstüme hırka geçirdim, merdivenleri uçaraktan garaca indim. Orda bi ta çaldı telefon, Deniz yazıyo ekranda, alo alo diyom, ses yok. yeraltında ye garac, yani araba parkı, çekmeyo. “Nerde kaldın” heralda deyecek dedim, telefonu kapadım. Pijamalı halimle, arabayı çalıştırdım, garacdan çıkıcam, bana kırmızı lamba yandı. Demek ki garaca girecek var. Kırmızı lambanın sönmesini bekleken, telefona mesac geldi. “Anne gelmene gerek yok, metro geldi”. Haydaaa.. Ben artık garacdan çıkamadan tekrar park etdim, ve eve çıkdım. Garacda gamara varısa, beni pijamayınan, parkta geri gidip, tekraRdan park ettiğimi gören olsa, beni akıl hestanesine dıkalar tövbe osun.
Zati pijamalar üstümde, hırkamı ve çoraplarımı çıkardım tekrardan godum başımı yastığa. Aradan bi saat geçti geçmedi. Yine bizim Deniz. “Bu nasıl bi gün? Şimdide Zürih’e giden tren iptal, Deliricem!” deye yazmış. Ne yapın oğlum, İsviçre Demir yolları dakikliği ile meşhur, heberlere çıka nası olsa, bi geç galan sen olmayacan, dedim içimden. Sonra yedek tren konmuş falan. Bi kaç sehet sona yazdım, “varabildin mi Zürih’e” deye. “Evet şimdide açlıktan geberiyom” deye yazmış.
ARTE kanalında “dünyanın en tehlikeli okul yolları” diye bi program varıdı. Genelde az gelişmiş 3. Dünya ülkelerinden. Onu izlerdik beraber. Öyle ki, küçücük bebeler kendi başlarına Sandalla, atla, yada yürüyerek kilometrelerce tehlikeli yolları aşıp gidiyorlardı.
Bu programı hatırlatıp, “Deniz, senin bu yol hikayen, ARTE kanalına program olur yeminle” dedim. Gene güldük.
Akşam eve gelince gucaklaştık. Gucaklaşırken gulağına şunu fısıldadım. Dün enehteri unutup cebinde götürdüğün için bana yaşattıklarını, bugün sen fayiziyle ödedin. Hesap tamam, dedim..
Ps. Bunlar hakkaten yaşandı. Ama Mudurnu şivesi ile daha eğlenceli olacağını düşündüm. Birde seviyorum ara sıra Mudurnuca yazmayı. Sevenlerde varmış, öyle duydum😀
Bunlarda belgeler:))
Geyindim, guşandım, yüzüme gözüme birez bi şeyle sürdüm - sürüştürdüm, saçımı daradım, aynaya bi ta bakdım. Hah, hinci oldun, dedim. Aynadakı da güldü.
Gışlık galın ceketimi ve botlarımı giyip, çantamı aldım. Gapıya gelince arabanın enehterini unuttuğumu farkettim. Oraya bakıvedim, buraya bakıvedim enehter yok!! Gorktuğum başıma mı gelecek yoğusam, dedim. Hemen bizim uşaklara vatzaptan “arabanın enehteri nerde” deye yazdım. Cevap veremeyolla.. Onlayn olup, okuduklarını bilip durun. Bi ta yazdım. Durur muyum? Kör toğuk gibi dolanıyom ortalıkta. “Eeeyyy, kime diyom, enehter nerde” deye? Bizim Deniz “çok üzgünüm, anahtar cebimde kalmış” demez mi? Başımdan gaynar sula döküldü. Emme yapacak birşey yok. Deniz nerde mi? Nerde olacak? Trende, Zürih’e gidibatı. Yedek enehter zati gayıp nicedir. Öbür oğlan Taylan, “ şimdi bir kahve yap, ve güzel bir gün hediye et kendine” demez mi? Şöyle bi düşündüm, olan olmuş, delirmenin bi anlamı yok. Artık, soyundum, dökündüm. Bi gayfe yaptım. Bazar günü yapamadığım ütümü yapdım, işe gitmeyvedim. Emme, başka yerlere toplu taşıma mı deyolla ne, işte onlarınan gittim. Bolbazarı (pazartesi) günü öğleden sona gursum oluyo. Neyse günü böle akşam etdik.
Akşam hiç bi şey o’mamış gibi yimeğimizi yidik, içdik.
Böğün (bugün) olanlara ne demeli? Bizim Deniz salı günleri sabahın köründe galkıyo. Sabahın körü dediysem hakkat körü. Sabah 4.45. Yolu uzak ye. Teeeee Zürihlerde okulu.
Neysecime, ona geceden ekmek yapıyom, sabalin ıscacık yisin deye.
İçime mi doğdu bilmem, sabah 5.45 te uyandım. Deniz gitti miki deye galktım. Baktım ekmek duruyo öle, odasına yöneldim bu sefer, gapısını tıklatıp açtım, uyuyup duru. Beni görünce birden fırladı yatakdan. O hazırlanırken, bende ekmeğinin arasına bişeyle godum, iki mandalina verdim çantasına, eceleyle çıktı evden Metroya yetişmek üçün. Ordan böyük istasyona, ordan Zürih’e gidecek hani.
O’nu gönderdim, kapıyı ardından kilitledim, tekrardan başımı yasdığa godum. Aradan yirmi dakka geçti geçmedi, telefonun sesi gısık emme, olduğu yerde zonklayıp duru. Bu ne ki sabahın köründe dedim, baktım bizim Deniz. “Anne Metro’da sorun varmış gelmiyor, beni Gar’a bırakır mısın?” Hey Allah, dedim hemen geliyom. Geyinmeye vakıt mı var? Nasıl fırladım yatakdan. Pijamamıda çıkarmadım. Ayağıma terlik, üstüme hırka geçirdim, merdivenleri uçaraktan garaca indim. Orda bi ta çaldı telefon, Deniz yazıyo ekranda, alo alo diyom, ses yok. yeraltında ye garac, yani araba parkı, çekmeyo. “Nerde kaldın” heralda deyecek dedim, telefonu kapadım. Pijamalı halimle, arabayı çalıştırdım, garacdan çıkıcam, bana kırmızı lamba yandı. Demek ki garaca girecek var. Kırmızı lambanın sönmesini bekleken, telefona mesac geldi. “Anne gelmene gerek yok, metro geldi”. Haydaaa.. Ben artık garacdan çıkamadan tekrar park etdim, ve eve çıkdım. Garacda gamara varısa, beni pijamayınan, parkta geri gidip, tekraRdan park ettiğimi gören olsa, beni akıl hestanesine dıkalar tövbe osun.
Zati pijamalar üstümde, hırkamı ve çoraplarımı çıkardım tekrardan godum başımı yastığa. Aradan bi saat geçti geçmedi. Yine bizim Deniz. “Bu nasıl bi gün? Şimdide Zürih’e giden tren iptal, Deliricem!” deye yazmış. Ne yapın oğlum, İsviçre Demir yolları dakikliği ile meşhur, heberlere çıka nası olsa, bi geç galan sen olmayacan, dedim içimden. Sonra yedek tren konmuş falan. Bi kaç sehet sona yazdım, “varabildin mi Zürih’e” deye. “Evet şimdide açlıktan geberiyom” deye yazmış.
ARTE kanalında “dünyanın en tehlikeli okul yolları” diye bi program varıdı. Genelde az gelişmiş 3. Dünya ülkelerinden. Onu izlerdik beraber. Öyle ki, küçücük bebeler kendi başlarına Sandalla, atla, yada yürüyerek kilometrelerce tehlikeli yolları aşıp gidiyorlardı.
Bu programı hatırlatıp, “Deniz, senin bu yol hikayen, ARTE kanalına program olur yeminle” dedim. Gene güldük.
Akşam eve gelince gucaklaştık. Gucaklaşırken gulağına şunu fısıldadım. Dün enehteri unutup cebinde götürdüğün için bana yaşattıklarını, bugün sen fayiziyle ödedin. Hesap tamam, dedim..
Ps. Bunlar hakkaten yaşandı. Ama Mudurnu şivesi ile daha eğlenceli olacağını düşündüm. Birde seviyorum ara sıra Mudurnuca yazmayı. Sevenlerde varmış, öyle duydum😀
Bunlarda belgeler:))
Sabah sabah şiveli bir yazı enerjimi yerine getirdi vallahi :D Garajda kamera varsa da izleyen kişiye moral olur, kahkaha olur ne güzel :D Ellerinize sağlık..
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Sizinde gözlerinlze sağlık😀
Sil:)))))ayyyy çok geçmişler olsun Berfin'ciğim bir an Huriye kaynana konuşuyor sandım, gözümün önüne geldi çatık kaşları, sabah sabah beni güldürdün Allah da seni güldürsün canım, bu Mudurnu şivesine bayılıyorum. Eline sağlık canım. Çok çok sevgiler, öptüm.:)
YanıtlaSilBu olaylar yaşarken stresli, ama yazarken çok eğlenceli. Mudurnu şivesi gerçekten çok güzel. Bende çok seviyorum. Teşekkür ederim. Sevgiler 💜
SilAy üniversiteyi komşu şehirde okuyup geç kalınca beklemeyen servislerle gidiyordum. Öyle olunca mis gibiydi oturduğum gibi uyuyordum. Ama kazara kaçırırsam piii... çeşit çeşit araç değiştirmek zorunda kalıyordum. Tam bir sörvayvır! :))
YanıtlaSilSanırım Denizi en iyi sen anlamışsın😀
SilŞiveli gonuşman pek bi gozel olmuş. Bizim buraladaki gonuşmala da çok farklı deel:))
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Evet, Ege şivesi işe benzeşiyor çok.
SilHahahah, Karpuz Apartmanı moduna girdim bir an :D Macera da maceraymış yalnız :)
YanıtlaSil😀 hakkaten maceraydı.
SilNe hoş bir yazı . Şive de pek bir hosuma gitti. Sen çok yaşa Berfin 'cim. ☺☺
YanıtlaSilSevindim☺️
YanıtlaSilheeeyy Eda geldi, buralara bir uğrayayım demiş, ilk karşılaştığı yazı oldukça keyif vermiş. Kalemine sağlık, sizi seviyorum :)
YanıtlaSilee hos gelmis Eda:) Bizde seni seviyoruz..
Sil