“Çükündür” denir Mudurnu’da şeker pancarına. Nedenini, kökenini bilemem. Neden şeker pancarı değilde çükündür? Biz öyle herşeyi sorgulamazdık eskiden. Ayrıca öyle öğrendiğimiz için bize normal gelirdi. Ağaca neden ağaç, ekmeğe neden ekmek diye sormadıysak bunuda sormadık. Neden sonda köye yabancı biri gelip, çükündür ismini duyduğuna güldüğünde, bizde ona gülmüştük. Şimdi banada komik gelmiyor değil hani? İçinde çük geçiyor yani;))
Şimdi durup dururken bu çükündür nereden aklıma geldi? Hayır, durup dururken gelmedi. Bu şeker fabrikalarını satışa çıkaran günümüzün hökümeti getirdi aklıma. Zira içinde çük geçen şeylere takık durumdalar.
Bu haberi duyduğumda çocukluğumdan bir şeyler gitmiş gibi hissettim. Zaten sürekli bir şeyler gidiyor hayatımızdan.
İlkokul bitmişti. Yaz dönemiydi. O zamanlar buğday, arpa, yonca dışında tarlalara şeker pancarıda (çükündür) ekilirdi. Bunu daha çok durumu iyi olanlar, yani traktörü var olan ve tarlası toncu çok olan birileri ekerdi. Yada tarlasını icara verenler olurdu. İcara verenlere hem para hem çuvalla şeker gelirdi. Yani bir şeker pancarından herkes bir şeyler kazanırdı. Elbette, bakımı, çapası, suyu, gübresi, ve hasadı emek isteyen bir şeydi. Suyu ve gübresi çok insan emeği gerektirmeyen bir şeydi, ama çapa ve tarladan toplanması çok insan emeği isterdi. Yevmiye ile çalışmaya gidilirdi. Bende o sene gitmiştim. Sen çocuksun sana yarım yevmiye denmezdi. Para kazanmayı ve kazandığım parayı kendim harcamayı o şeker pancarı tarlalarında öğrenmiştim. Yada buğday tarlalarında tırmık çekerek. Üzerinde adımızın yazılı olduğu bir tişört sipariş etmiştik abimle ikimiz bir gazeteden. Artık ne kadar kendimizi ispat etme çabamız vardıysa:))
Şimdi durup dururken bu çükündür nereden aklıma geldi? Hayır, durup dururken gelmedi. Bu şeker fabrikalarını satışa çıkaran günümüzün hökümeti getirdi aklıma. Zira içinde çük geçen şeylere takık durumdalar.
Bu haberi duyduğumda çocukluğumdan bir şeyler gitmiş gibi hissettim. Zaten sürekli bir şeyler gidiyor hayatımızdan.
İlkokul bitmişti. Yaz dönemiydi. O zamanlar buğday, arpa, yonca dışında tarlalara şeker pancarıda (çükündür) ekilirdi. Bunu daha çok durumu iyi olanlar, yani traktörü var olan ve tarlası toncu çok olan birileri ekerdi. Yada tarlasını icara verenler olurdu. İcara verenlere hem para hem çuvalla şeker gelirdi. Yani bir şeker pancarından herkes bir şeyler kazanırdı. Elbette, bakımı, çapası, suyu, gübresi, ve hasadı emek isteyen bir şeydi. Suyu ve gübresi çok insan emeği gerektirmeyen bir şeydi, ama çapa ve tarladan toplanması çok insan emeği isterdi. Yevmiye ile çalışmaya gidilirdi. Bende o sene gitmiştim. Sen çocuksun sana yarım yevmiye denmezdi. Para kazanmayı ve kazandığım parayı kendim harcamayı o şeker pancarı tarlalarında öğrenmiştim. Yada buğday tarlalarında tırmık çekerek. Üzerinde adımızın yazılı olduğu bir tişört sipariş etmiştik abimle ikimiz bir gazeteden. Artık ne kadar kendimizi ispat etme çabamız vardıysa:))
Keşke o fotoyu bulabilseydim şimdi.
Şeker pancarı tarlalarında şöyle bir güzellik vardı. 10-15 insan, kadın-erkek karışık ama daha çok kadın. Şalvarlı, maksi etekli kadınlar, başlarında oya yazmaları, ellerinde çapaları ile otların köklerine vurulan darbelerin dışında güneşin vurduğu sarımtırak toprak tozu eşliğindeki sohbetleri.. İneklerinin bugün yarın buzalayacığı kaygısını, yayladaki davarın kuzularının beceriksiz çoban yüzünden kaybedişini, gece tavuklarının tilki yada gelincik tarafından boğulduğunu üzüntü ile anlatırlardı. Her ne kadar üresede her şey yeniden mal canın yongasıydı elbet. Bazende kadınlar kocaları hakkında konuşurdu. Bu erkekler köydede, şehirdede değişmeyen mevzuydu demekki? Ama köydeki kadınlar tarlada konuşur toprağa gömerdi sorunlarını. Akşam yine kocasının koynuna girer unuturdu herşeyi.
İşte bütün bunları çapa yaparak konuşa konuşa tarlanın bir başından diğer başına ne zaman geldiğimizi anlamazdık. Bi nevi terapi yani. Tarlasına göre, ya öğleden önce yada öğleden sonra parlardı güneş alnımızdaki ter damlacıklarına. Bende geride kalmamak için hızlı hızlı vururdum çapaları. Belki bazen pancar köklerine zarar verdiğimde oluyordu. Bilemem. Ama bu hökümet kadar zarar vermediğim kesin. Belki ben bi kaç pancar köküne zarar veriyordum, ama dövlet böyüklerimiz herşeyin kökünü kazıyor. Ne tarım kaldı, ne hayvancılık.. Ama hayvanlık diz boyu.
Yazını facebookta görüp merak etmiştim.Nihayet okudum :) Sana her gelişimde, yazılarını ne kadar özlemiş olduğumu fark ediyorum. Çükündürlere verdiğin zarar kadar olsaydı keşke her zarar...
YanıtlaSilYa evet iki ay gibi bi zaman geçmiş bloğa uğramayalı. Şöyle çükündürle üstünkörü bi tozunu alayım dedim.😀 sevgiler canım 💜
SilAnlatım tekniğiniz çok hoş, tebrik ederim :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Daha sık yazmam için güzel bi motivasyon oldu bu😊
Sil��
YanıtlaSilHarika bir yazı olmuş. :) Fatma Çakır Çetinçalı
YanıtlaSilBir Mudurnulu olarak daha hissederek okudun tabi Fatmacım 😘 teşekkür ederim..
SilBerfin'cim hala gülüyorum çok güzel yazmışsın.
YanıtlaSilFabrikaların kaldırılma sebebini sizin isimlendirmenize bağlamasınlar:)) olur bunlardan beklenir.(ağlanacak halimize de güldürdüler ya huni takacağız yakında)
Yok ettikçe yok olsunlar inş.
İsimden dolayı olabilir mi?Valla olur mu olur? Tahrik olmadıkları bir şey yok 😀 temennilerine katılıyorum ☝️
SilEvinin dolabını, masasını, sandalyesini satıyor; ev halkının ağzına bir parmak bal çalıyor. Ev ahalisi de diyor ki, "öncekiler bu balı da vermiyordu, üstelik köprü yapıyor!!"
YanıtlaSilSıra üstünü başını satmaya geldi, yakında donunu da satacak.
Anlatımınızı çok beğendim, emeklerinize sağlık.
Sizde güzel anlatmissiniz:) tesekkür ederim yorumunuz icin..
Sil