
Curcunalı Marakeş sonrası Atlantik okyanusu kıyısındaki balıkçı ve sahil kenti olan Essaouira (Suveyr) ya, yolculuk yapıyoruz yine otobüsle. Bir ikindi vakti. Akşam 9 gibi orada olacağız. Bu sefer otobüsün en ön koltuklarında oturuyoruz. Ortamız yok, ya en arka, ya en ön. Severim en önde olmayı. Bu sefer yolculuğumuz güzel geçiyor. Hatta mola verdiğimiz yerde Türkiye’deki gibi bir tesis bile var bu sefer. Ama muavin olayı yok Fas’ta. En azından ben görmedim. Bir tepeyi aşınca bol ışıklı bir kent karşımızda kalıyor. Evet, burası orası olmalı. Üstelik okyanusta görünüyor. Akşam 9 gibi varıyoruz otogara. Otogar dediysem gözünüzde Türkiye’deki gibi otogar canlanmasın. Sadece bizim otobüsün olduğu, ve yazanenin kapalı olduğu ıssız bir yer. Son durakmış. Orada el arabası ile bekleyen insanlar var. Takside var. Hemen el arabası ile olan insanlar yaklaşıyor, bavullarımızı gideceğimiz yere kadar taşıyacaklarmış. Adres gösteriyoruz, buraya taksi gitmez, biz götürelim diyorlar. Telefondaki map yürüyerek 10 dakikada varacağımızı gösteriyor. Biz kendimiz gideriz diye red ediyoruz onları. Takır tukur bavulumuzu sürüye sürüye varıyoruz riadımıza. Yine tam şehir merkezi, yani yine medinada. Fakat tam riad kapısında hostel yazıyor. Tercih etmediğimiz bir şey. Hayal kırıklığı ile zile basıyıruz. Olmazsa başka bir yere gideceğiz. Kesin. Fakat içeri girdiğimizde yine riad mimarisi var, ve bize özel oda da var. Yani başkaları ile paylaşmıyoruz odayı. Yataklar temiz. Sadece teras çok esiyor, diğer riadların terası gibi konforlu değil. Fiyatı iki gecelik 30 Euro. E daha ne, diyoruz ve kalıyoruz orada. Henüz saat erken, eşyalarımızı bırakıp dışarı çıkıyoruz. Sahil kenti bambaşka. Suyundan mıdır bilinmez ama içinden, kenarından okyanus, deniz, nehir, dere, çay, su varsa hem şehri hem insanları daha sakin oluyor. Şimdi biri çıkıp İstanbul’u örnek vermesin. Önce İstanbul nüfusunu düşünsün, sonrada ya deniz olmayaydı diye tekrar düşünsün.
Buradada var Medina ve souklar. Ve hiç kimse atlamıyor turistlerin üzerine bi şey satmak için. Oh bee, diyerek derin bi nefes alıyoruz. Buranın rengi ise beyaz mavi. Her şehrin kendine has rengi ve kokusu var. Essauira yosun kokulu. Ve çok rüzgarlı. Zaten genç ve sörfçü turistler çoğunlukta. Sahile yakın bir yerde biralarımızı içip dönüyoruz riad hostelimize. Zile basmıyoruz, evimize girer gibi giriyoruz. Bize hem dış kapının hem odamızın anahtarı verildi çünkü. Bi duş, ardından güzel bi uyku. Sabaha hazırız. Sabah 8.30 gibi kalkıp kahvaltımızı yapıyoruz. Sonra şehri keşfe. Bi ara ertesi gün için Kazablankaya dönüş için otobüs bileti ayarlamak şart.
Önce limana gidiyoruz. Balıkçılar dönmüş balıktan. Masmavi kayıkları tıpkı fotoğrafradaki gibi, ve hepsi aynı. Binlerce martı, ve martı sesleri. Ve kediler. Kediler Fez ve Marakeşte’de vardı. Ama çok bakımsızlardı. Kiminin kulağı yoktu, kiminin gözü. Burada ise kediler mutlu, ve bakımlı. Doğru zamanda, doğru yerdeler çünkü. Balıkçılar temizledikleri balık atıklarını martılara ve kedilere yem olarak veriyorlar. Sahilde bi kahve içiyoruz. Sonra bi yerde fotoğraf çekilmek istiyoruz. Selfiyi sevmediğimiz ve beceremediğimiz için birinden rica ediyoruz. Şu altta gördüğünüz fotoğrafın hikayesini anlatacağım şimdi.

Mutlu bi şekilde rahat rahat şehri dolaşıyoruz. Bi yerde güzel kolyeler görüyorum. En sevdiğim aksesuar. Hava esintili, hırkam elimde. Kolyeleri takıyorum. Çok güzeller. Pazarlık yaparak alıyorum yarı fiyatına. Belki gerçek fiyatı daha ucuz ama ben mutlu, satıcı mutlu. Riadımıza dönüyoruz. Akşam serin ve rüzgarlı. Üzerimizi değişip yeniden çıkacağız yemeğe. Hırkamı bulamıyorum bu sefer! O kadarda önemli değil deyip, şalımı atıyorum omzuma. Riada gelirken geçtiğimiz yolları geri dönerken bir kadın arkamdan bana hırkamı yetiştirmeye çalışıyor. Meğer kolye aldığım yerde unutmuşum. Arkadaşım, bu kadarınada pes diyor. Evden çıkarken o kadar rahattım ki, şakasına demiştimki, o hırka nasıl olsa beni bulur, geldiğimiz yoldan geri gidelim yeter. Ki, kaybolsa bile önemli değildi. Eski bir hırkaydı. Öylesine söylemiştim. Ve o hırka beni buldu. Azda olsa buna bende şaşırıyorum.
Madem şehir sessiz sakin, hiç bi aksiyon yok, kendi heyecanımı kendim yaratırım dercesine habire bir şeyler kaybedip buluyorum. Kayıplarım bununla sınırlı kalmıyor elbette.


Evet, kaybettiğini sürekli bulan efsane kadın olarak guines rekorlar kitabına başvuracağım, diyorum. Efsane olduğun kesin, diyor. Uçağımıza binip göklerde süzülürken, son bir haftadır yaşadıklarımı düşünüyorum tebessümle.. ☺️
Döneli yaklaşık 1 hafta oluyor. Aklımda kalanlar;
Toprak rengi yerleşimler, kah soluk sarı, kah soluk pembe. Tarihi güzel saraylar, medreseler, camiler, renkli kapılar, seramikler, güzel riadlar, Medina, ve souklar. Bolca tamtam. Kaybolmaya müsait sokaklar, sürekli sana yol göstermeye çalışan, çocuklar, gençler ve hatta adamlar, sürekli pazarlık yapmalar, motorsiklet süren kadınlar, Tajinler, casablanka birası, sürekli bi şeyler kaybedip bulmalarım. (Fotoğraf makinamı bi kezde bi restoranda unutmuştum, birde cep telefonumu otobüs terminalinde, beş dakika sonra farkedip bulunca, onları saymıyorum bile)
Güzel miydi? Evet!! İyiki bu tecrübeleri edindim mi? Evet!! Bi daha gitmek ister miyim? Hayır.!!