Sayfalar

23 Eylül 2018 Pazar

Fas Gezim, Son Durak Essaouira

Şimdiiiiiii, gelelim Fas gezimin son bölümüne. 

Curcunalı Marakeş sonrası Atlantik okyanusu kıyısındaki balıkçı ve sahil kenti olan Essaouira (Suveyr) ya, yolculuk yapıyoruz yine otobüsle. Bir ikindi vakti. Akşam 9 gibi orada olacağız. Bu sefer otobüsün en ön koltuklarında oturuyoruz. Ortamız yok, ya en arka, ya en ön. Severim en önde olmayı. Bu sefer yolculuğumuz güzel geçiyor. Hatta mola verdiğimiz yerde Türkiye’deki gibi bir tesis bile var bu sefer. Ama muavin olayı yok Fas’ta. En azından ben görmedim. Bir tepeyi aşınca bol ışıklı bir kent karşımızda kalıyor. Evet, burası orası olmalı. Üstelik okyanusta görünüyor. Akşam 9 gibi varıyoruz otogara. Otogar dediysem gözünüzde Türkiye’deki gibi otogar canlanmasın. Sadece bizim otobüsün olduğu, ve yazanenin kapalı olduğu ıssız bir yer. Son durakmış. Orada el arabası ile bekleyen insanlar var. Takside var. Hemen el arabası ile olan insanlar yaklaşıyor, bavullarımızı gideceğimiz yere kadar taşıyacaklarmış. Adres gösteriyoruz, buraya taksi gitmez, biz götürelim diyorlar. Telefondaki map yürüyerek 10 dakikada varacağımızı gösteriyor. Biz kendimiz gideriz diye red ediyoruz onları. Takır tukur bavulumuzu sürüye sürüye varıyoruz riadımıza. Yine tam şehir merkezi, yani yine medinada. Fakat tam riad kapısında hostel yazıyor. Tercih etmediğimiz bir şey. Hayal kırıklığı ile zile basıyıruz. Olmazsa başka bir yere gideceğiz. Kesin. Fakat içeri girdiğimizde yine riad mimarisi var, ve bize özel oda da var. Yani başkaları ile paylaşmıyoruz odayı. Yataklar temiz. Sadece teras çok esiyor, diğer riadların terası gibi konforlu değil. Fiyatı iki gecelik 30 Euro. E daha ne, diyoruz ve kalıyoruz orada. Henüz saat erken, eşyalarımızı bırakıp dışarı çıkıyoruz. Sahil kenti bambaşka. Suyundan mıdır bilinmez ama içinden, kenarından okyanus, deniz, nehir, dere, çay, su varsa hem şehri hem insanları daha sakin oluyor. Şimdi biri çıkıp İstanbul’u örnek vermesin. Önce İstanbul nüfusunu düşünsün, sonrada ya deniz olmayaydı diye tekrar düşünsün. 

Buradada var Medina ve souklar. Ve hiç kimse atlamıyor turistlerin üzerine bi şey satmak için. Oh bee, diyerek derin bi nefes alıyoruz. Buranın rengi ise beyaz mavi. Her şehrin kendine has rengi ve kokusu var. Essauira yosun kokulu. Ve çok rüzgarlı. Zaten genç ve sörfçü turistler çoğunlukta. Sahile yakın bir yerde biralarımızı içip dönüyoruz riad hostelimize. Zile basmıyoruz, evimize girer gibi giriyoruz. Bize hem dış kapının hem odamızın anahtarı verildi çünkü. Bi duş, ardından güzel bi uyku. Sabaha hazırız. Sabah 8.30 gibi kalkıp kahvaltımızı yapıyoruz. Sonra şehri keşfe. Bi ara ertesi gün için Kazablankaya dönüş için otobüs bileti ayarlamak şart

Önce limana gidiyoruz. Balıkçılar dönmüş balıktan. Masmavi kayıkları tıpkı fotoğrafradaki gibi, ve hepsi aynı. Binlerce martı, ve martı sesleri. Ve kediler. Kediler Fez ve Marakeşte’de vardı. Ama çok bakımsızlardı. Kiminin kulağı yoktu, kiminin gözü. Burada ise kediler mutlu, ve bakımlı. Doğru zamanda, doğru yerdeler çünkü. Balıkçılar temizledikleri balık atıklarını martılara ve kedilere yem olarak veriyorlar. Sahilde bi kahve içiyoruz. Sonra bi yerde fotoğraf çekilmek istiyoruz. Selfiyi sevmediğimiz ve beceremediğimiz için birinden rica ediyoruz. Şu altta gördüğünüz fotoğrafın hikayesini anlatacağım şimdi. 

İşte bu fotoğrafı çekilicez, bende sırt çantası, önümde fotoğraf makinası, ve bi tarafta fotoğraf makinası çantası. Görüntü kirliliği olmasın diye fotoğraf makinamı ve çantasını çıkarıp arkamızdaki bankın arkasına bırakıyorum. Bi kaç fotoğraf çekiliyoruz cep telefonu ile. Sonra bi taksiye atlayıp terminale gidiyoruz bilet için. Bileti işini hallediyoruz. Şimdi rahat rahat gezebiliriz. Birden bire bi eksiklik hissediyorum. Fotoğraf makinam ve çantası yok. Sağa sola bakınarak aranıyorum. Yok. Takside unuttum!? Araki bulasın? Birden bi sıcaklık bi afakanlar basıyor beni. Telefonumda içinde üstelik derken telefon cebimden çıkıyor. İşte o zaman aklım başıma geliyor, en son fotoğraf çekildiğimiz yerde unutmuş olabilirim diyorum.  Arkadaşım elini başına götürerek “ah ah ne yapacağız senin bu unutkan hallerini” diyor. Hemen bi taksiye atlayıp geldiğimiz yere tekrar gidiyoruz. Arkadaşım benden önce koşturuyor. Bakınıyor sağa sola. Ama yok. Ben fotoğraf çekildiğimiz bankın arkasına otların içine bakıyorum. O’da ne? Fotoğraf makinam ve çantası orada duruyor. O anki mutluğum tarifsiz. Ağlamaklı sarılıyorum arkadaşıma. Senin kadar eşyasını kaybedip yeniden bulan birini daha tanımadım, çok şanslısın biliyorsun dimi? diyor. Çünkü eski vukuatlarımı bilir. Bi ara Geyikli çay bahçesinde çantamı unutup, Bozcaada’ya geçmiştim. İçinde pasaport, cüzdan, laptop bilumum herşeyin olduğu çantam. Gece yarıları jandarmayı arayıp, gidip bulmuşlardı. Bende ertesi gün gidip almıştım. Ve buna benzer nice kayıplar ve yeniden bulmalar. 

Mutlu bi şekilde rahat rahat şehri dolaşıyoruz. Bi yerde güzel kolyeler görüyorum. En sevdiğim aksesuar. Hava esintili, hırkam elimde. Kolyeleri takıyorum. Çok güzeller. Pazarlık yaparak alıyorum yarı fiyatına. Belki gerçek fiyatı daha ucuz ama ben mutlu, satıcı mutlu. Riadımıza dönüyoruz. Akşam serin ve rüzgarlı. Üzerimizi değişip yeniden çıkacağız yemeğe. Hırkamı bulamıyorum bu sefer! O kadarda önemli değil deyip, şalımı atıyorum omzuma. Riada gelirken geçtiğimiz yolları geri dönerken bir kadın arkamdan bana hırkamı yetiştirmeye çalışıyor. Meğer kolye aldığım yerde unutmuşum. Arkadaşım, bu kadarınada pes diyor. Evden çıkarken o kadar rahattım ki, şakasına demiştimki, o hırka nasıl olsa beni bulur, geldiğimiz yoldan geri gidelim yeter. Ki, kaybolsa bile önemli değildi. Eski bir hırkaydı. Öylesine söylemiştim. Ve o hırka beni buldu. Azda olsa buna bende şaşırıyorum. 

Madem şehir sessiz sakin, hiç bi aksiyon yok, kendi heyecanımı kendim yaratırım dercesine habire bir şeyler kaybedip buluyorum. Kayıplarım bununla sınırlı kalmıyor elbette. 

Küçücük kentin altını üstüne getirdikten sonra uzun ve geniş, incecik taneli kızıl kumsalda yürüyüşe çıkıyoruz. Bikinim üzerimde, olurda yüzmek istersem diyerek. Ki istiyorum, Atlantik okyanusundayım, ha dediğin zaman gidilmeyecek yerde yani. Girmez miyim? Suyuna bi ayak basayım dedim. Ufff buzzz gibi. Çok rüzgarlı olduğunu söylemiştim zaten. Iıı ıh, girilecek gibi değil. Bu sefer sahilde bi ana-kız kına yakıyor yerli halka. İnce ince işliyorlar el ve ayaklara. Artık işinin erbabı olmuşlar, şablonsuz çok güzel motifler çiziyorlar 15 dakikada. 

Terliklerimizi elimize alıp, git git bitmeyen kumsalda yürümeye devam ediyoruz. Sonra bi yerde develere rastlıyoruz. Minyatür bir Sahra çölü oluşmuş. Orada insanlar develere atlara biniyor. Daha çok sörfçüler var. Deveye biniyorum bende. Devenin üzerinde gitmek ne kadar rahat. Bi öne bi arkaya sallana sallana. Mini çöl turumuzuda yapıp, geri dönüyoruz yine kumsaldan. Gidip otelimizde eşyalarımızı topluyoruz. Gece 12 de yine otobüsle yolculuk var Kazanblanka’ya. Oradanda İsviçre’ye uçacağız. 


Otogara geliyoruz. Bizim dışımızda turist yok. Tabi onlar CTM otobüslerini tercih ediyorlar. Bizim gideceğimiz saatte CTM otobüsü olmayınca buna karar verdik. Nolcak ki, otobüs otobüstür dedik. Yanılmışız. Nasıl eski, nasıl pis. Kemeri bağlayacağımız tokaya ne kadar sakız varsa içine tepmişler, koltuklar yırtık pırtık. Otobüs ful dolu. Yer kavgası var. Ne dedikleri anlaşamıyor ama kavga olduğu belli, allahtan sadece sözlü kavgada kalıyor. Türkiye’de birbirine bu kadar bağıran iki insan olsa tekme, tokat girerlerdi birbirine. Bunlarınki kuru sıkı. Koca otobüste bizim dışımızda üç kadın daha var. Gerisi hep erkek. Şallarımızı başımıza sarıp, hırkaları giyiyoruz. Ellerimde kınalı zaten. Onlar gibi oluyoruz. Nihayet otobüs hareket ediyor. Bazıları otobüsün koridoruna uzanmış. Uykuya dalmış bile. Garip bi şekilde bu sefer otobüste uyuyabiliyoruz bi nebzede olsa. Sabah 6 da varıyoruz Kazablankaya. İlk geldiğimiz yerdeyiz işte. İbis otelde güzel bir kahvaltı yapıyoruz.  Sonra yavaş yavaş havaalanına gidiyoruz trenle. Check-inimizi yaptırıp uçuş saatimizi beklerken duty Free lerde parfümler falan sıkıyoruz üzerimize. Son 26 saattir sürekli yollardayız. Bir yer hostesi elinde bi uçuş bileti dolanıyor herkesin eline bakarak, ve bir şeyler sorarak. Salağın biri uçuş biletini kaybetmiş herhalde diyorum arkadaşıma. Bana gelip, nereye uçuyorsunuz diyor. Zürih’e diyorum. Biletinize bakayım diyor. Pasaportumun arasına yerleştirdiğim bileti pasaportumla çıkarıyorum çantamdan. Bi bakıyorum pasaport var, bilet yok görevlinin elindeki bilete bakıyorum benim biletim. Diyorum o benim! Pasaportumu istiyor. İsim aynı olunca veriyor biletimi. Teşekkür ediyorum gözlerinin içine bakarak. O uçuş biletini kaybeden salak benmişim meğer. Ve yine kaybettiğini bulan. Arkadaşım kafasını sağa sola sallıyor ve sadece bakışıyoruz. Bu konuda söyleyecek söz kalmadı bence, diyor.
Evet, kaybettiğini sürekli bulan efsane kadın olarak guines rekorlar kitabına başvuracağım, diyorum. Efsane olduğun kesin, diyor. Uçağımıza binip göklerde süzülürken, son bir haftadır yaşadıklarımı düşünüyorum tebessümle.. ☺️

Döneli yaklaşık 1 hafta oluyor. Aklımda kalanlar;
Toprak rengi yerleşimler, kah soluk sarı, kah soluk pembe. Tarihi güzel saraylar, medreseler, camiler, renkli kapılar, seramikler, güzel riadlar, Medina, ve souklar. Bolca tamtam. Kaybolmaya müsait sokaklar, sürekli sana yol göstermeye çalışan, çocuklar, gençler ve hatta adamlar, sürekli pazarlık yapmalar, motorsiklet süren kadınlar, Tajinler, casablanka birası, sürekli bi şeyler kaybedip bulmalarım. (Fotoğraf makinamı bi kezde bi restoranda unutmuştum, birde cep telefonumu otobüs terminalinde, beş dakika sonra farkedip bulunca, onları saymıyorum bile) 

Güzel miydi? Evet!!  İyiki bu tecrübeleri edindim mi? Evet!! Bi daha gitmek ister miyim? Hayır.!! 




12 yorum:

  1. Aaa, çok sevindim makineni, kolyeni bulmana, daha önceki pasaport vs. yi de şükür jandarma imdada yetişmiş ama baksana ben de çok unutkanım ama ben et yemediğimden ve yaşlılıktan, sen et yiyorsun diye biliyorum yoksa sen de mi et yemiyordun? O bayağı unutkanlık yapıyor:(

    Diğer bölümleri de okudum ama Kazablanka'da şu meşhur filmin çekildiği bara gitmedi mi bu kız dedim içimden yoksa ben mi gözden kaçırdım?
    Güzel miydi evet, bir daha gitmek ister miyim hayır" demişsin ya çok güldüm:)))ayyyy sakın yaaaa yılanlar filan ıyyy ürperdim şu an...gitme sakın zaten..:))

    ELine sağlık:)

    YanıtlaSil
  2. Yo vejeteryan değilim. Ette yerim, otta. Benim bu eşyalarımı unutma olayım hep vardı. Hatta ninem bu konuda derdiki, o aşağıdaki .... yapışık olmasa onuda bi yerlerde unutursun😀
    Kazablankayı gezmedik, sadece havaalanını kullandık. Gezilecek bir yeri yok bence. Koca koca binalı büyük bir kent. Öyle işte. Yok bi daha gitmem🤫

    YanıtlaSil
  3. Bir tv gezi programında da izlemiştim, yazınızla gitmiş gibi oldum. İmkanı buldukça gezmek şahane.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. tabi ya, gezmek, kültürleri tanimak, deneyim edinmek gibisi var mi?

      Sil
  4. Hahahaha,Can'ın araba kapısı açık bırakma maceraları kadar olmuş senin kaybetmelerin. Melekler koruyor herhalde bizim araba da hep yerinde kaldı. Oysa anahtar üzerinde kapı da açık bırakmışlığı çoktur :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet evet, bir güc var koruyan.. sans meleklerimiz hic yanimizdan ayrilmasin o zaman:)

      Sil
  5. Çok güldüm, unutkanlığın yanında çok da şanslısın ki her defasında buluyorsun kaybettiklerini. Biz de keyifle okuduk gezini, çok güzel yansıttın bize. Son sözü bilirim, güzel deneyim mi evet, tekrar gelir miyim hayır. Bana çok tanıdık geldi, işte ben de böyle veda ettim doğunun mistik kültürüne :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yasarken degilde, yazarken bende cok güldüm hallerime:) Yasadiklarimi okurunda hissetmesi mutlu ediyor beni. Tesekkür ederim yorumuna:)

      Sil
  6. Bizi de gezdirdin bir güzel:) Sevgiler Berfin...

    YanıtlaSil
  7. Ne güzel ☺️ Sende beni Mudurnu’ya Abant’a götürsene😀

    YanıtlaSil
  8. Ne güzel anlatmışsın ilk bölümden itibaren yüzümde gülümsemeyle okudum ;) Küfürlerde gülümseme kikirdemeye dönüştü;)) Unutkanlıklarında 'ahanda ben' dedim. Fas'ı sayende tanıyıp gezdim. Bloğa verdiğim yaz arasından sonra muhteşem geldin öpüyorum çok.

    YanıtlaSil