Sayfalar

4 Ekim 2014 Cumartesi

Minik ama macerali bir Almanya gezisi..


Geçen hafta mini bir Almanya gezim oldu. Gezi dediysem turistik bir şey değil. Ergenliğimin geçtiği Düsseldorf yakınlarında küçük şirin bir yer burası. Haan.. Haritada çok küçük yazılır.. Ara ki bulasın.. Ama hakkaten şirin bir yerdir. "Gartenstadt Haan" olarak anılır. Yani "Bahçeşehir" olarak çevirsem tam karşılığını bulmaz sanki. "Babil bahçe şehri Haan" diye çevirirsem sanki daha yakın bir çeviri olur gibime geliyor.. Belkide bana öyle geliyor.. 20 yılımı geçirdim ben bu Haan'da. Kardeşlerimin erkek olanları hala orada, biz iki kız uçtuk oradan. Hatta ben sınır dışına taştım.. Ama diğer kız kardeşim bir kahvaltıya gitmek istese yarım saatte ulaşır. 
Biz her Eylül'ün son haftası hep birlikte Haan'da olmaya can atarız. Çünkü, 600 yıllık bir geleneği ve kültürü olan ünlü Haan kermesi (panayır) bu tarihlere rastlar. Haan'ın merkezine kurulan bu panayır, o küçücük Haan'ı dev bir kente dönüştürür. Işıl ışıl, rengarenk, müziklerin basları karnında gürler, yiyecekler, içecekler, insanlar cıvıl cıvıl, iğne atsan yere düşmeyecek şekilde yan yana, iç içe, göt göte. Mutlaka bir tanıdığa rastlamak, iki hasbihal etmekte sanki bir kermes geleneği oldu. Almanya'ya ilk gelişim bir Eylül ayı idi. Ve hemen iki hafta sonra bu kermese denk gelmiştim. Bende, Alice gibi bir harikalar diyarındaydım sanki. Yani bizim içinde 30 yıllık bir geleneği var. Münih'in Oktoberfest'i neyse, Haan'ın kermeside o diyeyim, artık sizde anlayın. 
Evet, işte bu bizim hep sonbahar tatilimize denkgelir.. Kardeşlerim geliyor musun? diye sormazlar, saat kaçta burada olursun? diye sorarlarlar. Bizim oğlanlar ayrı başımın etini yerler, sanki ben hiç istemiyormuşum gibi görünür, ama içten içe bende çok isterim. İşte böyle hepimizin istekli bir zamanında, ilk kez sabahın köründe koyuldum yollara.. Tabi kimse inanmadı sabah 8 de yola çıkacağıma. Aslında haklılar.. Bunu hiç beceremedim. Güldüler bana. Hatta abim bahse girsem kazanırım, dedi. Hırs yaptım, girsene dedim. Ve bahse girdik.. Sabah 6.30 saatimi kurdum. Saat çalıyor ama ben oralı değilim. Yanımdaki ses, "Almanya yolcuları saatiniz geldi" deyince kalktım. Bizim oğlanlarda kalkmış. Zaten herşeyi akşamdan hazır ettiğim için sabah 8 de yola çıkmayı başardım.. Sabah güneşi vuruyor arabaya.. E ben bunun fotoğrafını çekip koymazmıyım Facebooka, instagrama, yani abimin görebileceği her yere? Bunu özellikle abim için yaptım, ve bana inanmayanlara. 
Sabahin 8.00 inde "Guten Morgen Deutschland" dedim:))

Güzeldi yolculuğumuz. Artık Taylan'ında ehliyeti olduğu için sanki daha çabuk vardık gibi geldi. Sanırım sürekli ben kullanmadığım için. 
Saat 13.30 gibi Leverkusen'de Serpil ve kardeşim gibi sevdiğim eşi Murat beni zeytin kolonyası ile karşıladılar. Nasıl güzel bir koku.. Güzel bir öğle yemeği, ve öğleden sonra pembe şarap.. Sohbetin en tazesi. Sonra Murat cebinden bir şey çıkardı. "Abla ben bunu senin için yapmıştım dedi.. 

Daha önce kuyumcuda çalışmış, çok sevdiği bir uğraşıymış onun için. Sonra başka alanlarda çalışmış. Ama hala kendince bir şeyler yapar. Sanırım kendi alyanslarınıda kendi tasarlamıştı. Bana bir ara, kitap için yazılacak bir cümle yazar mısın?diye sormuştu. Bende " kitap tek ölümsüzlüktür" demişim.. Ama unutmuştum ben bunu. Meğer o bunu bu kitap ayracında kullanacakmış. Çok değerli bir ayraç bu benim için. Arkasınada adımı kazımış. Çok mutlu oldum. 


Bana özel yapilmis kitap ayraci:)) keske kitap kurtlari gibi
haftada bir kitap bitirebilseydim, tenbelim ben biraz:))

Akşama doğru Haan'a gittik. 4 gün hep birlikte kaldık. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar hep değerlidir bizim. Zaman zaman çok coşarız, zaman zaman ölbesek olur koltuklarda uyluklarız, herkes istediği gibi takılır.. Tabu oynarız mesela, veya sessiz sinema, kimi Almancada yetersizdir, kimi Türkçe'de. Oyunlar daha enteresan bir hal alır.. Hele abim anlatmaya çalışırsa, gülmekten yarılırız.. Zaten biz bu oyınları sadece abim için oynuyoruz.. En çok o güldürüyor bizi.. Kız kardeşim 8 aylık hamile, o gülerken karnı bir yukarı bir aşşağıya gidiyor, onada ayrı gülüyoruz.. Biz birlikte olunca hep gülüyoruz. Ve ben bunu çok seviyorum.. Hep söylerim, bizim kardeş sevgimiz bir değişik.. Ana baba olmayınca sanırım biz birbirimize sarmışız, sarılmışız. 

Burada ilk kez itiraf ediyorum.  Nasıl olsa kitap artık basıldı:) "imza ben" kitabinda hep 154 kadının mektubundan söz edilir.  Aslında 152 dir o. Çünkü iki mektup bana aittir. Birini kardeşime, birini çocuklarıma yazmıştım. Birinde eski soyadım, diğerinde sonradan aldığım soyadımla yazdım. Ve ikiside yayınlandı.. Ve o kitabi kendi elimle verdim kardeşime. Güzel bir andı. 


"Imza Ben" kitabina yazdigim mektubun kahramnalarindan olan biri..
Sonra hergün kirmese gittik, yedik, içtik, güldük, eğlendik.. O 4 gün ışık hızında geçti. 
Çarşamba artık yola çıkıcaz. Sabah 10 gibi vedalaştık. Arabaya binip otobana çıkacağız. Ama arabadan garip bir ses geliyor. Bir tekerde sorun var.. Havası inmiş. Kesin patlak. Ee öyle yola çıkamam. Geri geldim. Abim baksın çaresine diye. Onunda bir toplantısı var oraya yetişecek. O zaman hep birlikte inelim, teker patlaksa, tekeri söküp ben götüreyim dedi. 13. kattan asansöre bindik. 6 kişiyiz. Hepimiz yine yan yanayız. Dar bir mekan. Asansör bir yerde durdu. Ve kapı açılmıyor. Eylem, asansörde kaldık, dedi. Hiç başıma gelmedi böyle bir şey daha önce. Böyle bir şey yaşayan olduysada abartıyorlar, sakince beklemeliler derdim hep. Ama öyle değilmiş. O bambaşka bir psikolojiymiş meğer. Çünkü; nerede kaldın ve ne zaman çıkacaksın bilmiyorsun. Dar bir alan, ve havalandırma sistemide durdu. Kimse panik yapmamak için kimseye bir şey demiyor, ama içten içe herkes tedirgin. Kiminin elinde daha sucuklu tost. Ortalık bir sucuk kokusu, bazılarında boş mide kokusu.  Sürekli alarma basıyoruz. Bizim alarm taa Bonn da çalıyor, orada bir görevli bizi duyacakta, oda itfaiyeye haber verecekte, onlar gelip bizi çıkaracak! Mümkün değil, o beş dakikada zaten biz oradaki havayı tüketmiştik. Daralmalar başladı. Gizli bir panik başladı. Çok kötüydü.  Sonra Serdar kapıyı aralamaya çalıştı. Zemin kattayız aslında dedi. Sadece 50 santim daha aşşağıya inmiş, ve kapı açılmıyor. Serdar ilk kapıyı zorlada olsa açtı. Sonra bir hava girdi içeri ve rahatladık. Sonra ikinci kapyı zorladı. Bizim çıkacağımız kadar bir aralık yarattı. Oradan tek tek dışarıya çıktık. Ve nefes almanin ne kadar önemli olduğunu orada anladım. Meğer hava gerçekten tükeniyormuş. 
Buda o aradan ciktigimiz asansör..

Sonra tekere baktık, çivi batmış. Öyle yola çıkamazdım.  Kardeşim Serdar dedi ki; senin yola çıkmanı istemeyen bir güç var, buda annem. Ölüler konuşamaz, ama görmüyor musun, senin bu yola çıkmanı istemiyor ve çırpınıyor, dedi. Bütün bu tersliklere bu yönden bakınca hoşuma gitti. Çıkmadım artık yola. Abim aldi arabayı garaja götürdü. Akşama doğru geldi. Bu arada Nuray bana 30 yıldır yemediğim Mısır ekmeği yaptı, yoğurtla onu yedim:) bazen kadere, kısmete inanasım geliyor.
Bu kadar bariz tesadüfler şaşırtıyor beni. Bir güç hakikaten benim o saatte çıkmamı istemedi sanki. Bilinmez. Ama böyle olması iyi oldu sanki. 

Akşam 5 e doğru çıktık yola. Ve gece 10 gibi evdeydik. Yorucu bir günün sonunda eve geldiğimizde uzuuunca yazılmış bir mektubu iki saat sonra görmem, ve okumam çok iyi geldi.  Çok doğru bir zamanda geldi. 

Ve herşeye rağmen Almanya gezimizde çok iyiydi. Bayramı bir hafta önceden yaşadık biz;) 
Kermese yürürken biz.. 


yine biz iste..

Oktoberfest degil, Haaner Kirmes, demistim instagramda bu fotoya..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder