Sayfalar

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Eskiye Süzüldüm.. Yeniye Döndüm..

Bu zamansız ve bunaltıcı sıcaklığın sonunda şimşeklerin çıkacağı, çok şiddetli gökgürültüsü ve ardından şakır şakır yağmur yapacağı belliydi. Şimdi duruldu, ılık esen rüzgar balkon perdesini sakince uçuruyor. Balkona çıktığımda uzun zamandır hissetmediğim o koku işte bu. Herkes tanır yağmur sonrası toprak, çayır çimen o buram buram kokusunu. Baya bir içime çektim, o kokular sadece koku olarak kalmıyor, alıp götürüyor başka diyarlara. Balkon camekanından süzülen yağmur damlası gibi süzülüverdim çocukluğumun ramazanlarına..

Her akşam aynı vakitlerde, evin köşesinde masa üzerinde duran tik tak, tik tak çalışan saati arkasındaki kulpundan kurardı, ninem.  Sonra saatli maarif takviminden bir yaprak koparır arkasını okumaya çalışırdı. Sonradan öğrenmişti okumayı. Heceleyerekte olsa okurdu. Sonra gaz lambasının fernüsünü çıkarır, yandaki düğmesini çevirerek fitilini yukarı kaldırır, kibrit kutusundan bir çöp çıkarır, avılı kenarına çakar, kibrit çöpü tutuşmazsa tekrar çakar, alev aldığında dağılan kibrit kokusu ile, fitile tutar yakardı.. Kibriti söndürmeden, ucu minik top gibi, hafif yana eğik, yanmış, siyah çöple iki parmağı arasında halen yanmakta olan kibrit ile başka odanın lambasınıda yakardı. Bir kibrit çöpü bile olsa, müsrifi sevmezdi. Pirinç ayıklarken yere düşen bir tek pirinci arardı. "Bir pirinç tanesi için bir saray yakmışlar" derdi.

Takvimlerden üç ayların başladığını öğrenir, belli günlerde oruç tutarak Ramazan'a hazırlardı hem kendini, hem bedenini. Fakat bundan kimsenin haberi olmazdı. Ancak biri bir ikramda bulunursa sağol, almayım niyetliyim, derdi.

Küçücük on haneli Köyümüzde cami yoktu o zamanlar. Mescid vardı ramazandan ramazana açılan. Birde mescidin arka tarafında duvara dayalı ahşap bir tabut vardı. Çocukluğumda o tabut hiç kullanılmadı. Kimse ölmezdi ben çocukken. Öyle sanıyordum.

Ramazan'da bir aylığına hoca tutulurdu. Parasını köy halkı verirdi galiba. Ve o hoca hergün başka bir evde kalırdı. Kaldığı evin penceresinden, sağ elini kulağına koyar ezanını okurdu.

Bizim evde bir dönem sadece ben ve ninem olduğumuz için bizde kalmazdı hoca. Başka kalabalık ailelerde kalırdı. Bir keresinde kör bir hoca tutuldu köye.  bir kere bizde kaldığını hatırlıyorum. Çünkü bir akşam bizim pencereden ezan okuyacaktı, yukarıya misafir odasına götürdüm, sedire oturduk, pencereyi yukarı kaldırdım, takvimden iftar vaktini söyleyeceğim saati bekliyoruz, dışarda olanları ona anlatıyorum güya. Akşam saatleri herkes bir koşuşturma içinde, "aha, Safiye yenge düşeyazdı" dedim bizim köyün şivesi ile. "Safiye yenge okuma yazma biliyor mu? diye bir soru yöneltti bana. "Yooo, bilmem" dedim. "Ee düşe-yazdı dedin ama" dedi gülerek. Görme engelliydi ama gönül gözü açıktı. İyi bir insandı. Espiriydi. 8-9 yaşlarımdaydım. Bende oruç tutmak istiyordum. Sen çocuksun, senin için farz değil, ama çok istiyorsan kuş orucu tutabilirsin dedi. Öğleye kadar yani. Dayanabiliyorsam ve istiyorsam son günü tam tutabileceğimi söyledi. Niyetimin önemli olduğunu vurguladı. Ama kendime güveniyorsan,
inanıyorsan ve niyet edersen, bütün gün bozamazsın orucunu, eğer bozarsan ceza olarak 61 gün oruç tutmalısın, dedi. Kuş orucuna karar verdim bende.

Gecenin bir yarısı sahura kalkmak, uykulu gözlerle yemek, içmek çok eğlenceli geliyordu bana. Nineme benide kaldır tamam mı? diye tembihliyordum. Kaldırıyordu beni.

Saati çalması için değil, çalışması için kurardı ninem. O çalar saat onun içindeydi hep. Ne zaman isterse o zaman kalkardı. Sahurda bile. Yer sofrasında bir şeyler hazırlar, ve beni kaldırırdı. İkimiz gaz lambası eşliğinde, uykulu gözlerle, boğazımızda düğümlenen lokmaları yutmaya çalışırdık. Küçük radyomuzda bize eşlik ederdi, Hacıvat-Karagöz dialogları olurdu radyoda o saatlerde, işte onu çok severdim.
Sonra el yüz yıkanır, ağız çalkalanır, belki diş fırçalanır, yatardım. Ninem sabah namazı için ayakta kalırdı. Kendime güvenemediğim için niyet etmezdim. Duruma göre bakardım. Çünkü hoca bana bunu öğretmişti. Niyet edersem, yani söz verirsem tutmalıyım gibi. Bu çok önemliydi benim için. Bunun din ile alakası yoktu. Ahlak ve insanlıkla orantılıydı. Kendime güvendiğimde, ve inandığımda niyet ettim. Oruçta tuttum. O ruh hali ve maneviyatı bambaşka. Ne acıkma hissi, nede susama. Ama inanıyorsan? Hani günümüzde bir amaç uğruna açlık grevi yapanlar, veya ölüm orucuna yatanlar var ya, bence aynı şey. Bir şeye inanmak ve o manevi duygu.

Güzeldi çocukluğumun ramazanları. Köyde her gün bir başkası davet verirdi. Çok severdim o davetleri. İnsanlar bir araya gelirdi. Yediklerini eritmek için o mescide gidilir, yatsı namazı ile birlikte 33 rekat namaz kılınırdı. Yediklerini eritmek için olmalıydı bu. Gerçi bir hareket olmuyordu, durduğun yerde rükuya eğil, kalk, sonra secdeye eğil, çoğu kişi uyukluyordu zaten. Biz çocuklar işin gırgırındaydık. Erkekler önde, kadınlar arkada, hatta kilimle önü kapanmış bir yerde namaz kılıyorduk. Secdeye eğildiğimizde biz çocuklar o kilimi aralayıp önümüzde hepsi birden secdeye yumulan erkekleri görüp kıs kıs gülüyor, ve hemen kilimi indirip diğerleri ile aynı pozisyona geliyorduk. Sanki bizi duymuyorlardı yanıbaşımızdaki annemiz yada ninemiz? Elbette biliyorlardı. Ama hoş görüyorlardı.

Hele o son gün. Bayrama hazırlık. Bayram temizliği bi taraftan, baklavalar, katmerler, gözlemeler diğer taraftan hazırlanır, arefe gecesi gaz lambası eşliğinde ellere kınalar yakılır, o eller bağlanır bağlanmaz bedende nerde erişemediğin yerler var oralar kaşınır, erişsende kaşıyamazsın. Yatarsın artık. Sabah olmaz bir türlü. Olduğunda ise kalkamazsın. Ama kınalar tutmuş mu, hangimizinki daha kırmızı, diye merakla uyanıp köyün pınarına yıkamaya gidersin. Suyun altında daha bir kırmızı görünür o kınalı eller.

"Hoşgörü" çok önemli bir kavram, benim için. Ben o zamanlarda öğrendim hoşgörüyü. Kimse kimseye sormazdı, oruçlumusun diye? Tutsanda, tutmasanda "herkes kendi bacağından asılır" denir, o kişi ile inancı başbaşa bırakılırdı. "Mahalle baskısı" diye bir kavramda yoktu. 

Aradan çok zamanlar geçti. Yıllar değişti, mevsimler değişti, ülkeler değişti, insanlar değişti, düşüncelerim değişti.. Dine olan bakış açım değişti. Ramazanlar eskilerde ve çocukluğumda kaldı artık. 

Din baskısı arttıkça hoşgörü azaldı. Saygısızlık azaldı. İnançlar ve değerler yozlaştı. Hadislerle devlet kürsülerinden açıklamalar yapıldı. "Cennet anaların ayakları altında" dendi. Ama ayaklar altına alınan analar oldu. Akla kara seçilemez oldu. Sadece ülkemizde değil, dünyada böyle, din ile insanları oyalayıp, politik amaca ulaşmak. Bu bizim gibi ülkelerde daha fazla. İnancımı yitirdim ben. Tek amacım insanlığımı, ahlakımı, sabrımı, saygımı, hoşgörümü korumak. 

14 yorum:

  1. Ay ne güzel yazmışsın. Sona doğru söylediklerinin hepsine katılsam da en çok eski günleri, nenenin gaz lambasını yakmasını sevdim. Usul usul, telaşsızca kibriti yakmasını ve sönmeden diğer lambayı da yakmak için yürümesi gözümün önünde canlandı. Sana bir şey söyleyeyim mi eskiden neneler nene gibiydi. Üstlerine giydikleri bir hoşgörü hırkası olurdu. Kaçıp da sığınacağın liman gibiydiler. Şimdiler de yaşlılar da huysuz. Dedeme yedirdiğim pişmemiş kekleri hatırlıyorum. Sırf ben yaptım diye olmamış, yaş kekleri yerdi ellerine sağlık kızım diye. :)
    Nur içinde yatsınlar. Mekanları cennet olsun hepsinin.
    Seni de çok çok öperim Serverim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyiki o güzel sıcacık hatıralarımız var. 💜😘

      Sil
  2. Din arttıkça, ahlak, hoşgörü azalıyorsa, sorun ya insanlarda, ya dinde. İkisinden birinde bir arıza var. Düşündüm düşündüm bence ikisi de arızalı. İnsanların zaten yarısı iyiyse, yarısı manyak ve kötü. Dinlere gelince, erkeğe sen 4 karı alabilirsin diyen bir dine kusura bakmasın ben inanmıyorum. Bu kadar marjinalliği midem kaldırmıyor. Ha swinger partisi yapmışsın, ha dört karı almışsın ne farkı var?

    Sevgiler:)

    YanıtlaSil
  3. Aynen... Din konuşulmaya başlandıkça siyasileşti, ticarileşti...
    Selemlar,

    YanıtlaSil
  4. Kuş oruçlarımdan birinde komşu teyzenin verdiği kirazla açmıştım orucumu öğleyin.Hala yılın ilk kirazında hep aklıma gelir ;) Aynı pencereden baktıklarınla birarada olabilmek ne güzel, seninle olduğu gibi.
    İnancın aslı, ahlaklı, hoşgörülü, vicdanlı, saygılı... gibi hayata hayat katabilen kavramlarla yaşamaktan başka nedir ki?.. Etiketlerin, isim ve sıfatların yerini maneviyat aldıktan sonra...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hmm demek ki seninde çocukluğuna denk gelen bir ramazanmış kiraz mevsimine denkl gelmişse😀 Demlenmişiz biz..

      Sil
  5. nefis bir yazııııııı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok fena yazarım 😀 Büyüyünce dişi bir Yaşar Kemal olucam. Töbe töbe🤔

      Sil
  6. O kadar doğaldı ki ramazan ve oruç tutmak. Üç gün tutarsak beş günlük günahlarımız affolacak diye tutulmazdı. Alış veriş hesabı değildi. Huzur vardı. Oruç tuttuğumuzu ilan etmezdik, kimseyi de ilgilendirmezdi zaten.

    Çok güzel bir yazı, eline yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
  7. Gösteriş için yapılan her eylem sahtedir, üzerine oturmayan elbise gibidir. Teşekkür ederim yoruma. Sevgiler💜

    YanıtlaSil