Eveeet, dügünümüzü yaptik, yorgun argın Ayçaya geldik. Yine hemen yatamadık tabi.. Baya bi lafladık martı sesleri eşliğinde.. Güzel bir pazara uyandık.. Yine bir "ayça kahvaltısı" ardından bir türk kahvesi.. Ama bugünkü kahve güzel degildi.. Çünkü kahve azdı, ve curu olmuştu.. Öyle derler bizim oralarda yogun olmayan, sulu şeylere.. Örneğin, sıvı yağa "curu yağ" derler:)
Biz o gün Ayça, Demet ve ben İstanbulu turlamaya çıktık.. Cansucuk biz Ayçayla yanlız kalalım diye gelmedi cok iyi biliyorum.. Demetide yakınları alacak.. Ve biz Ayça ile nihayet başbaşa kalabilecektik:))
Kahvemiz güzel olmadığı için Ayça bizi kahvesi çok güzel olan bir yere götürdü. Senmisin kahveye curu diyen, al sana mercimek çorbası yoğunlugunda kahve dercesine, bir kahve içtik:) çok güzeldi gercekten.. İstiklalin ara sokaklarında, küçük taburelerin üstünde, ve gölge bir yerde.. Çok önemli gölge olması.. İnanılmaz bir sıcaklık var çünkü.. Sonra yürüdük istiklalde.. Serinlemek için gördügümüz yere dalıyoruz..
Sant'Antonio kilisesi bunlardan biriydi.. Hem serindi, hem sakin.. Mum yakıp iyi dikeklerde bulunduk.. Ben bütün dinlere saygılıyım.. Niyettir önemli olan.. Ki o kilisenin içinde Kurandan ayetler vardi.. Bu hoşuma gitti..
Oradanda çıktık, ellerimizde su şiseleri devam ettik.. Sıcaktan bunaldık.. Baktık bir yerde bir sergi var.. Dışardan görünümü serin.. Renk olarakta öyle.. Gri ve uçuk mavi tonları hakim binaya. İçeriye adım atar atmaz buz gibi bir hava.. O sıcakta nasıl iyi geldi bize:)) içerde bir görevli.. Gezebilirmiyiz, diye sorduk. Tabi, buyrun dedi.. Giriş ücretsiz.. Ücretli olsa girmezdik, çünkü ilgimizi çekmeyen bir sergi.. En azından benim:)) ama serinlemek için birebir.. Atlarla ilgili bir sergi.. İç organları, dış organlari, içi doldurulmuş, mumyalanmış, sergilenen atlar..
Kocaman, 4-5 katlı bir bina.. Merdivenleri çok güzeldi.. Salyangoz gibi.. Belkide en çok zamanı orada harcadık:))
Bu resimleri çekmek için bi birimiz çıkıyor yukari, bir diğerimiz.. Sonra aşagı in diğeri yukarı.. Aynı prosedürü her birimiz için ayrı yapıyoruz. Herkes Kendi I-phonu ile çekince tabi.:))
Orada baya bir zaman geçirdik.. Bayada bir serinledik.. Ayça günün sözünü patlattı.."Sanattan soğudum"":))
İşte bu dedim.. Çok güzel. Her anlamda soguduk ve serinledik:)) simdi bu serinlikle Karaköye kadar yürüyebilirdik... Ama Galata ta bir mola daha verdik.. Kule dibindeki o şirin çay bahçesinde yine bir serinledik..
İndik Karaköye.. Deniz kenarı serindi, esiyordu.. Oltalarla balık tutan insanlar beynimdeki İstanbulu tamamlıyorlardı..
Oraya kadar gidipte Güllüoğlu pastanesinde tatlı yememek olmazdı.
Tatlılarımızı yedik, Demetide akrabalarına teslim ettik, tekrar galataya çıktık.. Bu güzel merdivenlerden..
Karnımızı doyurduk, sonra aşağıdaki resimde görülen yere gelip, soguk efeslerimizi içerken, fondaki müzik, "bir rüya gibi, bir masal gibi" şarkısı çalıyordu.. Lafladıkta lafladık.. O konuştu ben dinledim, ben konuştum o dinledi.. Anlamak ve anlaşılmak ne güzel şeydir.. Akreple yelkovanın maratonu yine başlamıştı.. Ve yine biz zamana yenik düşmüştük.....
Bol resimli olacagini söylemistim bi ara:))
ya Serverim, döktürmüşsün yine güzel hatunum benim. ne güzel olmus, ne güzel yazmıssın :) ellerine saglık... söz ucar yazı kalır...
YanıtlaSil:)) anilar okudukca taze kalsin istedim..
YanıtlaSil